Cumhuriyet döneminde Doğu ile Batı arasındaki kimlik sorununu veya yerli bir kimlik arayışını en çok tartışan romancıların başında Peyami Safa gelir.
Peyami Safa’nın romanlarında genellikle iki kutup vardır: Yozlaşan, yüzeysel ve taklidî olan, maddileşen bir hayat ve bunun karşısında daima kendi kalan, manevi ve kültürel havasını kaybetmemekte direnen, olgun ve sabırlı olan bir hayat. Bu iki hayatın varlığı, genel olarak Doğu-Batı çatışması olarak adlandırılmıştır.
Peyami Safa’nın romanlarında mutsuzluğun kaynaklarını aradığımız ve tartıştığımız romanlar şunlardır: Sözde Kızlar, Şimşek, Mahşer, Bir Akşamdı, Canan, Dokuzuncu Hariciye Koğuşu, Fatih-Harbiye, Bir Tereddüdün Romanı, Cumbadan Rumbaya, Biz İnsanlar, Matmazel Noraliya’nın Koltuğu, Yalnızız.
Çözümlemede kadınların mutsuzluğu ve erkeklerin mutsuzluğu gibi iki genel kategori oluşturulmuştur. Kadınların mutsuzluğu, “kozadan çıkıp uçanlar ve kanatları kırılmadan eve dönebilenler”, “kozadan çıkıp uçanlar ve bir daha eve dönemeyenler”, “kozada kalanlar ve uçmayı merak bile etmeyenler” şeklinde üç ana başlık altında çözümlenmiştir. Erkeklerin mutsuzluğu da üç bölümde incelenmiştir: “Şarkın hafızasını hıfz edenler”, “madde ve mana arasında yürüyenler”, “kişisel yetersizlik yaşayanlar.”
1. Kadınların Mutsuzluğu
Tanzimat’ta perdesi aralanan Batı’nın kumaşına nüfuz etme süreci Türk toplumu için sancılı olmuştur. Yeninin ansızın açılan kapıları özellikle kadınlar üzerinde bir dönüşüm ve değişim sürecini başlatmıştır. Kadının asırlardır içinde sakladığı sesi, hürriyetin keyfiyete dönüşmesi ile duyulmaya başlayacaktır. Keyfiyetin dönem romanlarına yansıması ise Doğu Batı köprüsünün inşasında kadının nerede ve nasıl olduğu sorunsalı ile karşımıza çıkmaktadır. Doğu Batı problemi olarak klişeleşen sorunlar yumağını en çok kadınlar üzerinden anlatan romancı Peyami Safa’dır.
Safa kadınları üç şekilde tasnif eder:
“Birincisi erkekleşmiş, mantıkçı ve konuşkan, içinin bütün gölgeleri süpürülmüş, açık ve gizlisiz kadın. Buna Gündüz Kadın diyelim… İçeriden gelen istek, içgüdü ve ihtirasa itişlerini tutmaya lüzum görmediği için, her an kendisini boşaltan frensiz, cırlak ve şımarık kadın çeşidini de bu tipe katabiliriz. Bu da Gündüz Kadın tipidir. Fakat aydınlığı akıldan değil, dışarıya boşalttığı ruhunun ardına kadar açık pencerelerinden alır. Bunun tam zıddı bir kadın tipi de vardır. Düşünmediği için akıldan, konuşmadığı için dışarıdan ışık alamaz. İçi yabani ve serseri isteklerin mahşeridir. Bir kadından ziyade, dişiye yakındır. Üçüncü kadın tipi, ne birincisi gibi göz kamaştırıcı aydınlık, ne de ikincisi gibi zifiri karanlıktır. Işıkla gölgeyi loş ve sıcak bir derinlikte helmelendiren mana kadını odur. Anlayışlı bir çıkış halindedir (…) Onun ruhunda, aklın eşit ve sürekli aydınlığı bedel, seziş anlarının parlayıp sönen şimşek aydınlığı vardır (…) Bu tipe Mehtap Kadın diyebiliriz. Malumu sezdirir, ele vermez, umdurur, buldurmaz” (Safa 1999: 21-22).
Peyami Safa’nın bu tasnifini romanlarında doğrudan ve dolaylı biçimde gözlemek de mümkündür. Şark’tan Garb’a geçişte seyirlik olarak kadınların rolleri de önemli olmuştur. Evin kültürel dokusunu simgeleyen kadınların, evlerinden yavaş yavaş sokağa, dışarıya süzülmeleri toplumsal anlamda pek çok şeyin değiştiğinin göstergesi olacaktır. Bu durumda kimileri Türk aile yapısının çözüldüğünü ve her şeyin felakete sürüklendiğini haykıracak, kimileri ise bu durumu takdir ile karşılayacaktır. Batı’nın toplumumuzda yarattığı en büyük kırılma noktası olan kadın, artık dışarıdadır. Bu noktadan sonra kadın için yeni bir hayat başlayacaktır. Bir eline kültürünü diğerine dönüşümünü alan kadın, ince bir köprüden geçmektedir. Kadınlığının Türk-İslam ananeleri ile yoğrulmuş mazisi onu kendine çekerken, halin ona vaat ettiği istikbalin ışığı onu büyüleyecektir. Kadınlar Şarktan Garba geçerken, toplum onları seyredecektir. Mazisi ile hâle yürüyen kadınları alkışlayanlar, düşüp yıkılanları, etekleri yere değenleri maskara edecektir. Ya Sözde Kız ya da Özde Kız olma zamanıdır artık.
Tanzimat ile Sırattan geçen kadının mutsuzluğu da bu noktada başlayacaktır. Bir zamanlar evde kalmalarını öngören cemiyet şimdi onlara dışarı çıkmayı emretmektedir. Bu çıkış için gümrük koyan toplum kadını esası ve şekli ile Batılı olmasını isteyecektir. Böylesi bir süreçte arada kalan kadınlar kendi yazgılarını kendileri belirleme hakkına kavuşacaklarsa da, bu yazgının sorgusu hem vicdanlarında hem toplumunda ulu orta sorgulanacaktır. Peyami Safa’nın romanlarında ise, geleneksel hayat ile yeni hayat arasında yaşanan tezadın altı çizilir. İki medeniyet arasında kalan kadınları hemen hemen her boyutu ile işleyen Safa’nın romanlarındaki kadınları şöyle tasnif etmek mümkündür: Kozadan çıkıp uçanlar ve kanatları kırılmadan eve dönebilenler, Kozadan çıkıp uçanlar ve bir daha eve dönemeyenler, Kozada kalanlar ve uçmayı merak bile etmeyenler. Böyle bir tasnifin ışığında kadınları kendi çıkmazları ile anlatan yazar, yüzyılın başından bugüne onları arzuları ile anlamlandırmaya çalışırken şöyle söyleyecektir:
“Bu asrın başından beri kadının istekleri arttı. Eskiden onu evinden dışarı çıkmaktan ürperten kibar ve çekingen ihtirası, bugün sokaklara uğramış, büyük meydanlara doğru koşuyor ve bizden her şeyi istiyor. Her şeyi: bir yandan lüks otomobil öte yandan intihap hakkı; bir yandan yarı çıplak balo tuvaleti öte yandan fazilet; inci gerdanlık ve erkeklerle müsavi ücret; boya ve samimiyet; şuhluk ve aile geçimi; bize karşı harp; kendine karşı sulh” (Safa 2007:17).
Peyami Safa’nın kadın vurgusu ile altını çizdiği eski-yeni mücadelesi bazı kadınlarda eskinin bazılarında yeninin zaferi ile sonuçlanacaktır. Bu başlık altında inceleyeceğimiz romanlardaki kadınlar, Şark mimarisi evlerinden, muhitlerinden kaçan kadınların, Garbın içinde alamadıkları nefesi yine ait oldukları mekânda sürdürmeleri ile neticelenecektir. Bir anlamda hafızasını geçici bir süre kaybeden kadınların evin yolunu bulmaları romanların temel hareket noktası olacaktır.
(Mehmet Narlı, Berna Uslu Kaya, erdem.gov.tr)
Makalenin tamamını okumak için tıklayın
Görsel: fikriyat.com