Kültürler ve toplumlar arasında evrensel olarak yaygın altı temel duygu bulunduğu varsayılır.
Bu altı temel duygu öfke, mutluluk, korku, tiksinme, şaşkınlık ve üzüntüdür. Bazı araştırmacılara göre bu duygulara utanç ve merak eklenerek sayı artırılabilir. Bu duygular kuşkusuz insanın hayatta kalmasında ve evriminde önemli bir rol oynamıştır.
Mutluluk kavramı; psikoloji, felsefe, sosyoloji, ekonomi, nörobilim, antropoloji ve siyaset gibi birçok bilim dalının ortak konusu olmuş. Bu nedenle, mutluluk farklı disiplinlerle detaylı olarak incelenmiştir. Ancak, mutluluğun ne olduğunu kesin tanımlarla ortaya koymak olanaksızdır.
İnsanoğlunun bireysel ve toplumsal gelişimine baktığımızda, avcı-toplayıcı atalarımızda mutluluk; topluluk ve paylaşım, doğayla uyum, anı yaşama, ritüeller ve kültürel değerlerle tanımlanıyordu. Ancak Sanayi Devrimi ve sonrasındaki üretim ve tüketim çılgınlığı, mutluluk kriterlerimizi köklü bir şekilde değiştirdi. Gelecekte bu kavramın nasıl evrileceği ise belirsiz.
Mutluluk üzerindeki genetik ve çevresel etkileri inceleyen birçok bilimsel çalışma yapılmış. Bu çalışmalar genellikle ikizler üzerinde yapılan araştırmaları, genetik analizler ve uzun süreli sosyal incelemeleri kapsıyor. Özellikle dikkat çeken bazı araştırmalar, mutluluğun hem genetik yapımızdan hem de çevresel faktörlerden etkilendiğini açıkça ortaya koyuyor.
Örneğin, “Minnesota İkiz Çalışması”, genetik faktörlerin mutluluğa yaklaşık %50 oranında etki edebileceğini ileri sürüyor. Aynı şekilde, bazı genlerdeki varyasyonların (allellerin) uzun ya da kısa olmasının yanı sıra, güçlü sosyal bağlantıların ve olumlu desteklerin de mutluluğu artırmada kritik bir rol oynadığını doğrular nitelikte.
Mutluluğun kaynağı elbette sadece genetik faktörlerle sınırlı tutulamaz, çevresel ve kültürel etkiler de büyük rol oynamaktadır. Dünya Mutluluk Raporu, sosyal güvenlik, sağlık hizmetleri ve topluluk hissinin mutluluk üzerindeki etkilerini incelemiş ve ülkeler arasında mutluluk düzeylerinin nasıl değişkenlik gösterdiğini ortaya koymuş.
Bu raporda Türkiye, 143 ülke arasında 4.975 puanla genel tabloda 98. sırada yer almıştır. Bu açıdan bakıldığında, mutluluğun öğrenilebilmesinde devletlerin de büyük sorumlulukları bulunduğu anlaşılıyor.
Pozitif psikoloji alanında yapılan araştırmalar, mutluluğun doğuştan gelen bir özellik olabileceği gibi, öğrenilebilen ve geliştirilebilen bir duygu olduğunu savunmaktadır. Özellikle Martin Seligman’ın araştırmaları, şükran duygusunun, iyimser bir bakış açısının ve bireyin hayatına anlam katma arayışının mutluluk üzerinde son derece olumlu etkileri olduğunu vurguluyor. Seligman’a göre, bu faktörler, kişinin daha doyurucu ve dengeli bir yaşam sürmesine katkıda bulunur.
Felsefi bakış açısıyla, pek çok düşünür mutluluk üzerine çeşitli görüşler sunmuş. Aristoteles mutluluğun erdemli bir yaşam sürmekle elde edileceğini savunurken; Epikür mutluluğun haz ve huzurla bağlantılı olduğunu belirtir. Stoacılar mutluluğun dışsal koşullardan bağımsız, içsel bir durum olduğunu savunur, Nietzsche ise mutluluğun güç ve yaratıcılıkla ilişkili olduğunu ileri sürer.
Buna karşılık, İskeçeli Demokritos mutluluğu “peşimizden gelen renkli bir gölge”ye benzeyen geçici bir olgu olarak tanımlar. Bu benzetme, mutluluğun kalıcı olmadığını, ancak uygun bir yaşam tarzı sürdürüldüğünde sürekli peşimizden gelebileceğini anlatır.
Günümüzde ise kariyer tatmini, sağlık ve esenlik, sosyal ilişkiler, kişisel gelişim ve farkındalık gibi faktörler, bu “renkli gölge” misali, mutluluk arayışımıza katkıda bulunabilir. Bu bakış açısına göre mutluluk, tam anlamıyla ele geçirilemeyen, fakat her zaman bizimle birlikte hareket eden bir gölge gibidir.
Bir başka mutluluk teorisi de Mihaly Csikszentmihályi (Türkçe okunuşu Mihay Çiksent-mihaayi) tarafından ortaya atılmıştır. Csikszentmihályi 1931’de İtalya’da doğmuş ve 2021’de ABD’de ölmüş Macar asıllı bir psikolog.
İkinci Dünya Savaşı sırasında, kendisi de İtalyan esir kampında tutuklu kalmış ve bu süreçte evlerini, işlerini ve güvenliklerini kaybeden insanların mutsuzluğuna tanık olmuştur. Bu zorlu deneyimler, onun mutluluğun ne olduğunu sorgulamasına yol açmış. Yaşadığı bu koşullar karşısında, dikkatini çevresindeki olumsuzluklardan uzaklaştırmanın en iyi yolunun satranca odaklanmak olduğuna inanmıştır.
Sanatçıların, tam bir odaklanma ile yemeden, içmeden ve hatta uyumadan sanat eserleri üzerinde çalışmaları, Csikszentmihályi’nin merakını uyandırmıştı. Bu gözlemler ve esir kampında edindiği deneyimlerin ardından yürüttüğü araştırmalar sonucunda, 1990 yılında “Akış Kuramı” kavramını ortaya attı. Bu kuramı detaylı bir şekilde ele aldığı “Flow: The Science of Happiness (Akış: Mutluluk Bilimi)” adlı kapsamlı bir kitap yazdı.
Görüştüğü sanatçılar, bir işe tamamen kendilerini kaptırdıklarında, bunu büyük bir tutku ve sevinçle yaptıklarını ve o an her şeyin sanki bir nehirde sürüklenir gibi kontrolsüzce gerçekleştiğini belirtmişler. Farklı meslek gruplarından, işlerini tutkuyla yapan kişiler de bu “akış” halini, “kontrol edilemeyen ama büyük haz veren” bir durum olarak tanımlamış.
Akış, bir işe büyük bir tutkuyla odaklanıp, dış dünyadaki uyaranlara karşı duyarlılığın azalması ve zamanın nasıl geçtiğini fark etmeme durumudur. Akış deneyimi, yaratıcılığı, üretkenliği ve mutluluğu artıran önemli bir psikolojik durum olarak kabul edilir. Konfüçyüs’ün dediği gibi: “İşini seven, asla çalışmış sayılmaz.”
Bir başka örnek, sevgili kızım üç yaşındayken yaşadığım bir olay. Yüksek bir yerden oyuncağına ulaşmaya çalışırken ona yardım ettim. Ancak o bana kızarak minik taburesini getirdi ve kendi çabasıyla oyuncağına ulaştı. İşte o an, küçük kızımdan önemli bir şey öğrendim: ”Hayatta önemli olan zafer kazanmak değil mücadele etmektir.”
Uzun yıllar boyunca insanlar mutluluğun bireyin kontrolü dışındaki olaylar tarafından belirlendiğine inandılar. Ancak modern bilim ve psikolojik araştırmalar, mutluluğun yalnızca kadere veya dış koşullara bağlı olmadığını göstermiştir.
Artık genetik miras yanı sıra çevresel faktörlerin ve bireysel çabaların da mutluluğumuza yön veren etkenler arasında olduğunu biliyoruz. Kendimizi daha iyi tanıma, iç huzuru arama ve küçük zevklerin değerini bilme konusundaki seçimlerimizle, her birimiz mutluluğu bir “renkli gölge” olarak hayatımızda tutabiliriz.
Cenk Gürsoy