Hakkında hiçbir şey bilmiyordum, daha önce bahsi bile geçmemişti. Kimse anlatmamıştı, ben de sorma gereği duymamıştım.
Sessiz, sakin, mütevazı, kendi halinde olmalıydı. Sıra dışı bir özelliği olsa muhakkak bir yerlerde yazılıp, çizilirdi; benim de gözüme çarpardı.
“Valensiya” (Valencia), İspanya turumuzda sondan bir önceki durağımız. Mecburiyetten konaklayacağımız bir şehirdi. Gezmek için yarım günümüz bile olamayacaktı. Bir kafeye oturur, bir şeyler atıştırır, sonra da otele gidip uyuruz diye düşünmüştüm.
Oysa ki durum hiç de kafamda kurduğum gibi değildi, fena halde yanılmıştım.
Valensiya’ya girer girmez ilk gördüğümüz, göz kamaştıran turkuaz renkli dev bir gölet oldu. Otobüsten indiğimiz gibi suya doğru koşmaya başladık. Akşam üzeri olmasına rağmen 41 derece olan sıcaklıkta gördüğümüz bu manzara “serap olabilir mi?” diye aklımızdan geçmedi değil.
Valensiya’daki “Bilim ve Sanat merkezi”ndeydik. O pırıl pırıl turkuaz suyun arkasında, geleceğin mimarisi, fütüristik yapılar tasarlanmıştı. İspanya seyahatimiz boyunca gezdiğimiz onca Orta Çağ mimarisinden sonra “Ciutat de les Arts i les Ciències” yani Bilim ve Sanat şehrindeki yapıları görünce kültür şokuna uğramış gibi olduk.
Birçoğumuzun başarılı bulduğu bu fütüristik kompleks, İspanyol mimar “Santiago Calatrava Valls” in eseri.
Önündeki 24.000 metrekarelik dev turkuaz gölette yüzmek maalesef ki yasak. Ancak oradan kiralayabileceğiniz kano, pedal bordu ve benzeri oyuncaklarla gezinti yapmanız mümkün. Hem çocuklar hem de büyükler için oldukça eğlenceli.
Toplam 350.000 metrekarelik alana kurulmuş olan bu komplekste gezebileceğiniz dev bir botanik bahçesi de var. Göz şeklindeki 13.000 metrekarelik “El Hemisfèric” de ilginç bir yapı. İçinde planetaryum ve sergi alanının yanı sıra toplam 900 metrekarelik seyir alanıyla İspanya’nın en büyük Imax salonu var. Film, üç boyutlu olarak küreye yansıtılıyor.
Vee en önemlisi, Avrupa’nın en büyük akvaryumu da burada.
Valensiya akvaryumunun toplam su hacmi 41.6 milyon litre. Bir fikir vermesi açısından, İstanbul Sea Life akvaryumu 7 milyon litre, Moskova’daki 25 milyon litre, Barselona’dakinin ise 6 milyon litre su hacmi varmış. Valensiya’daki gerçekten çok büyük. 45.000 hayvan sergileniyor. 70 m ve 35 m uzunluğunda iki de tüneli var.
Maalesef ki biz, Avrupa’nın en büyük akvaryumunun kapısına kadar gidip vaktimiz kalmadığı için gezemedik. Nasıl içimde kaldı anlatamam.
Bu kompleksi hakkıyla gezmek ve aktivitelere katılmak için bir tam gün ayrılmalı.
Valensiya, İspanya’nın nüfus yoğunluğu açısından en büyük 3. şehri. Üstelik 26 kilometrelik sahil şeridiyle Avrupa’nın en uzun şehir plajlarından birine sahip. İnsanın yaşadığı şehirde merkezden denize girebilmesi şahane bir şey.
Valensiya’nın en önemli özelliklerinden biri de kuşkusuz İspanyolların dünyaca ünlü yemeği “Paella” nın ana vatanı olması. “Paella”nın birçok türü var ancak Valensiya’ya özgü olan tavuklu “Paella Valenciana”. Her ne kadar tavuklu diye geçse de mutfaktaki tüm artık malzemelerin karıştırılmasıyla ortaya çıkan bu safranlı pilav, doğal olarak başka malzemeleri de içeriyor. Mesela yeşil fasulye, tavşan eti, ördek eti hatta salyangoz… O yüzden siparişi vermeden önce içinde tam olarak ne kullanıldığını öğrenmekte fayda var.
Yemek konusunda iddialı Valensiya’nın bir de kendine özgü içeceği var. Bir çeşit bitki tohumundan yapılan bu içeceğe “Horchata” diyorlar. İçenlerin fazlasıyla şekerli bulduğu bu içecek, bizim ayranımız gibi, kendileri tarafından çok seviliyor ancak turistler tarafından pek de cazip bulunmuyor.
Bir de Valensiya Katedralinde olduğu iddia edilen ünlü “Holy Grail” (Kutsal Kâse) mevzusu var tabii. “Kutsal Kâse” nedir derseniz, birden fazla açıklaması var.
“Kutsal Kâse” bir anlatıma göre Hz. İsa’nın son akşam yemeğinde kullandığı kadeh, başka bir anlatıma göre ise Hz. İsa’nın çarmığa gerildiği sırada akan kanının toplandığı kâse.
Bir de üçüncü açıklaması var ki Dan Brown bunu “Da Vinci şifresi” kitabında yazmıştı ve bazı sanat tarihçilerle dindar kesimi oldukça kızdırmıştı.
Brown’a göre Leonardo Da Vinci’nin “Son akşam yemeği” tablosunda Hz. İsa’nın solunda oturan genç havari Yuhanna değil, bu kişi Magdalalı Meryem. İddiaya göre Meryem, Hz. İsa’nın eşi. Üstelik Hz. İsa çarmıha gerildiği sırada eşi hamile. “Kutsal Kâse” ise Magdalalı Meryem’in rahmini sembolize ediyor. Brown’a göre Hz. İsa’nın soyu halen devam ediyor. Bu kişilerin kimliği tapınak şövalyeleri tarafından korunuyor.
Hangisi doğru hangi yanlış bilemem, ancak Hz. İsa’nın son akşam yemeğinde kullandığı şarap kadehi unvanına aday yaklaşık iki yüz tane kâse varmış. Bunlardan bir tanesi de, hatta en önemlilerinden biri de Valencia Katedralinde duruyor. Arzu eden gidip inceleyebilir.
Valencia Katedrali 13. yüzyılda Endülüs Emevileri tarafından cami olarak yapılmış, sonradan katedrale döndürülmüş. Dış mimarisi oldukça karışık. Gotik, barok, neo klasik… yapımı çok uzun sürdüğü için tüm akımlardan etkilenen ilginç bir katedral olmuş.
İşte böyleydi benim sıradan sandığım, Paella’nın ana vatanı, Avrupa’nın en büyük akvaryumunun, en uzun şehir plajının, hatta bütün dünyanın arayıp da bulamadığı “Kutsal Kâse”nin ev sahibi, İspanya’nın en büyük 3. şehri Valensiya.
En çok da turkuaz renkli dev gölet ve bembeyaz fütüristik yapılarını sevdiğim, doyamadığım güzel şehir. Umarım yolumuz bir gün yine kesişir.
Sevgiyle kalın,