Orta Doğu olarak isimlendirilen bölge tarih boyunca stratejik ve verimli bir saha oldu.
Dördüncü kuşağın merkezi konumundaki bölge, doğusu ve batısındaki merkezlere sağladığı geçiş imkânları ve içerdiği doğal kaynakları ile dikkatleri çekmeyi her zaman başarmıştır. Bu durum bölgede muhtelif yoğunlaşmaların da sebebi oldu. Tarih boyunca müteaddit din ve etnisitelerin yerleştiği bölge çok katmanlı bir kültür yapısı da ihtiva etmekte. Stratejik yapısı ve verimli içeriği nedeniyle kimi zaman içeriden kimi zaman ise dışarıdan saldırılar bu coğrafyanın her zaman bir çatışma alanı olmasına da yol açtı.
Bu manada bölgeye tarihi bir nazarla baktığımızda Osmanlı öncesi ve sonrası şeklinde bir analiz vakıayı tespit adına doğru olabilecektir. Güncel konjonktürde Batı ile yaşanan çatışma realitesi Haçlı Seferleri ile güncel gelişmelerin tarihi geçmişini inşa edecektir. İçeride ise Şii-Sünni çekişmesi olarak yaşanan gerginlik Selçuklu-Fatımi ve Osmanlı-Safevî çatışmasında tarihi arka planına sahip oldu.
Orta Doğu’yu siyaseten sıcak tutan temel unsurlar, bölgenin kendine has özellikleri ile dış faktörlerin karmaşık etkileşimine dayanıyor. Bölgenin sahip olduğu bu nitelikler, kökü tarihten gelen siyasi, dinî, etnik, ekonomik ve psikolojik sebeplerle tezahür ediyor. Bölgeye etki eden dış faktörler ise siyasi ve ekonomik gelişmeleri şekillendiriyor.
Orta Doğu bölgesindeki her bir gerilimde bu dinî ve tarihsel boyutun izlerini görmek mümkündür. Dinin oluşturduğu kültürel ve geleneksel yapı, Orta Doğu toplumlarının genetik şifrelerini meydana getirmekle kalmamış, birbirleri ile ilişkilerini de belirleyen temel rolü oynamıştır. Bu tarihsel arka planın yanı sıra, bölgede süregelen çatışmaların son bir asırlık bölümünde, Batılı müdahalelerin rolü de unutulmamalıdır. İşgaller, katliamlar, kolonileştirme ve dayatmalarla somutlaşan bu müdahaleler, Osmanlı sonrasında, 1920-45 arası döneme damgasını vurmuştur. Bu dönemde aşağı yukarı 25 yıl gibi kısa bir sürede cereyan eden hadiseler Orta Doğu tarihinde etkileri bugün dahi süren köklü bir dönüşüme yol açmıştır. 1950’lerin ortasından itibaren Bağdat Paktı ile somutlaşan bu bölünmüşlük, Mısır’ın başını çektiği milliyetçi/devrimci dalga ile Suudi Arabistan’ın başını çektiği muhafazakâr/statükocu söylem arasında kırılmalar yarattı. Bu bölünmüşlük, ABD ve Sovyetler Birliği taraftarlığı üzerinden bölge ülkelerinin birbirleriyle rekabetini ve kimi zaman da (Yemen iç savaşında olduğu gibi) vekâlet savaşlarını beraberinde getirmiştir.
(Prof. Dr. Altan Çetin, tasam.org)
Makalenin tamamını okumak için tıklayın