Oruç, dünyanın son yüz bin yılında var.
Bütün türlerin hayatta kalma refleksinin bir yansıması.
Bu sayede binlerce tür varlığını sürdürebildi.
Haliyle, bu mucizeyi inananlar ile inançsız olmayı tercih edenler arasındaki tartışmaların parantezine sıkıştırmak son derece yanlış bir iş olur.
Oruç, sadece insanlar değil, bütün canlı türleri için bir hayatta kalma rehberidir.
Canlıların DNA’sına kodlanmış savunma şifresi gibi. İnsan bilerek uyguluyor, diğer canlılar içgüdüleri ile. Ama hepsi aynı kapıya çıkıyor: Türünü sürdürme mücadelesi.
Bu gelenek, çağları aşan bir geçmişe ve türümüzün hayatta kalmasını sağlayan bir işleve sahiptir. Yüzlerce canlı türü, oruç sayesinde yeryüzünde varlığını sürdürmüştür.
Başlangıçta, hayatta kalma becerisi olarak uygulanmış, çok sonraları dinsel ve manevi bir ritüel olarak devam etmiştir.
Kökenleri
Oruç tutmak neredeyse bütün canlılar tarafından paylaşılan bir beceridir. Bu beceri sayesinde beden ve zihin hafifler, arınır ve öncesine göre daha da dinçleşir.
Kış uykusuna yatan canlıların, bu süreyi yemeksiz geçirmesi tesadüf müdür? Bu uyku sırasında, kalp ritmini yüzde 80 oranında düşürmek bir şifa vesilesi değil midir?
Uykudan uyandıktan sonra, bedeni tekrar uyku öncesindeki tempoya hazırlamak için metabolizmayı yüzde elliden fazla yavaşlatmak dikkat çekici bir başarıdır.
Bilim diyor ki; günaşırı oruç tutmak, zamana dayalı beslenme protokolleri uygulamak bütün canlılarda sağlıklı yaşlanmaya yardımcı olur, metabolik süreçleri iyileştirir.
Oruç fizyolojisinin bir de riskler ile ilgili boyutu var.
Tarım Devrimi’nden önce atalarımız kolay kolay yiyecek bulamıyordu. Bunu tedarik etmek için çabalamak tehlikeliydi. Bu nedenle ilk insanlar uzun süre gıdasızlık şartlarına uyum sağlamak zorundaydı. Bu da bir nevi istemsiz oruç sayılabilir.
Antik zamanlardan bu yana her kültürden insan ruhsal ya da sağlık beklentisi ile oruç tutmuştur. Her büyük din üyelerine orucu tavsiye etmiştir. Bu konuda ilk örnekler Vedik, Hindu ve Jainizm dinlerinde görülmüştür.
Çin, Orta Doğu ve Yunanistan da dahil olmak üzere bir çok coğrafyada oruç vardı.
Erken tıp
Orucun hastalık ve rahatsızlıklarla mücadelede doğal ve kolay erişilebilir bir araç olarak kullanılmasının zengin bir geçmişi vardır.
Oruç tutmak bedene zararlı değildi ve çok az yan etkiye sahipti. Ayrıca, akut enfeksiyondan alerjilere ve tedaviye dirençli olduğu bilinen birçok hastalığa kadar uzanan bir dizi durum için şaşırtıcı derecede etkili bir tedaviydi.
Oruç, insanlık tarihinde kökleri olan ve çok yararlı bir araçtır. Tüm kültürlerin, dinlerin ve coğrafyaların her yazılı kaynağında oruçtan bahsedilir.
Oruç, sağlık ve maneviyat için kullanılmıştır.
Orucun İslam dinine özel bir ibadet olmadığını vurgulayalım. Bununla beraber, İslam tarafından benimsenmesinin ve emredilmesinin de insan için olduğu bilinmektedir.
Antik Mısır, antik Hindistan ve antik Yunanistan’da oruç, tedavi edici, önleyici sağlık amaçlarının yanı sıra ruhu güçlendirmek için de kullanılmıştır.
Antik Yunanlar, tüm yiyeceklerden uzak duruyor ve sadece su içiyorlardı.
Büyük matematikçi ve filozof Pisagor’un (M.Ö. 580-500), zihinsel algıyı ve yaratıcılığı artırdığına inanarak sistematik olarak 40 gün aç kaldığı kaydedilmiştir.
Sokrates’in öğrencisi Platon, tıbbı iki kategoriye ayırdı. Doğru ve Yanlış.
Doğru tıp, oruç, güneş ve temiz havayı içeren her terapidir. Tedavi sürecinde gıdayı devreden çıkarmak genellikle yararlıdır. Zira bu bir temizlenme sürecidir. Bir hasta ne kadar aşırı beslenirse, hastalıklar da o kadar çok beslenir. Aşırılık doğaya aykırıdır. Nitekim, hastalık aşamasında iştahımızı kaybetmemizin de bedenin bir savunma refleksi olduğu düşünülebilir. Doğa insan bedenini savunma için hazırlamaktadır.
Yanlış tıp ise, doğanın dengelerini ve beden kodlarını dikkate almayan genel uygulamalardır. Bireye özel değildir.
Akdeniz diyetini yaratan ve orucu inanç ve felsefe alanından çıkarıp doğru tıbbın içine yerleştiren ise, hekimlik yeminine isim veren Hipokrat’tı.
Kısa notlarla devam edelim.
Oruç, bazen ilahi buyruk gereği, bazen de farklı maksatlarla kişinin istek ve arzularını denetleme gereği (perhiz gibi) olarak karşımıza çıkar.
Perulu İnkalar, her yılın eylül ayında yöredeki hastalık, illet ve dertleri uzaklaştırmak amacıyla ‘Situa’ ismiyle bilinen bir şenlik düzenlerler.
Konfüçyüsçülük ve Taoizm gibi Çin kökenli dinlerde de atalara tapınma seremonisi veya evlenme törenine hazırlık ya da zihni belli bir konu üzerinde yoğunlaştırma arzusu gibi değişik amaçlarla oruç tutulur.
Hinduizm ve Yahudilikte, gelinle damadın nikâhtan önce oruç tutması geleneği vardır.
Bazı kültürlerde hükümdarlar, tahta geçmeden önce oruç tutmaktaydılar.
Japonya’da ‘Güneşin Oğlu’ olarak kutsanan Japon İmparatoru’nun oruçtan sonra yediği ‘kutsal bir yemek’ söz konusudur.
İnanç gereği bireysel veya topluca tutulan oruçlar, pek farklılık göstermez. Hinduizm’de de oruç nefsi terbiye etmek maksadıyla senenin muayyen günlerinde ve bayramlarında tutulmaktadır.
Ana hatlarıyla Budizm, züht ve riyazet hayatına önem veren bir dindir. Züht kavramı, çileciliği ve bilhassa feragati kapsamaktadır.
Tibet’te oturan Budistler, yirmi dört saat oruç tutmaktadırlar. Bu süre içerisinde tükürüklerini dahi yutmazlar.
Sonuç
İnsanlık tarihinin çok büyük bir bölümüne damga vuran bir ritüeli, inanç temelindeki kısır tartışmaların içine hapsetmek doğru değildir. Kaldı ki orucun sadece insana ait bir uygulama olmadığı da kanıtlanmış durumda.
Oruç bir hayatta kalma rehberidir.
Kaynak: Yazının büyük bir bölümü Rick LaFountain’in “The History of Fasting” isimli makalesinden tercümedir.
Rich LaFountain, metabolik sağlık ve atletik performansı keşfetme tutkusu olan bir bilim yazarıdır. Brockport Kolejinde biyoloji alanında lisans derecesini tamamladı ve Ohio Eyalet Üniversitesinden kinesiyoloji alanında yüksek lisans ve doktora dereceleri aldı. Rich, insan ömrü araştırmaları ve yaşam boyu sağlık ve zindelik için çeşitli alışkanlıklar oluşturmanın ardındaki bilimin peşinde koşan bir akademisyendir.
Adil Gürkan