Herhangi bir kitapçıya girelim ve yakaladığımız ilk okura soralım: “Rus edebiyatından kimleri okuyorsunuz?”
Herhalde kulağımızda mehter davulu gibi “Tolstoy!” cevabı gümbürder önce. “Savaş ve Barış!!” Ardından ağız dolusu “Dostoyevski!” yanıtını işitiriz. “Bu da soru mu!” dercesine bakar okur yüzümüze, “Tabii ki Suç ve Ceza!” İlk iki cevap kadar coşkulu olmasa da “Turgenyev” ve “Gogol” adlarını işitmek de mümkün. Gerçekten şanslıysak ramazan topu gibi uzak ve cılız bir “Puşkin” yanıtını almamız da olasılık dahilinde.
Kısacası, karşımıza çıkan ortalama okur bizi altın çağın klasik yazarlarıyla bahtiyar eder. Peki ama Türklere göre nedir klasik?
Kubbealtı Türkçe sözlüğü “klasik” kelimesini şöyle tanımlıyor:
“Kendi türünde en yüksek seviyede olan, en güzel örnek kabul edilen, üzerinden çok zaman geçtiği halde değerini kaybetmeyen eser.”
Kelimenin dördüncü anlamında ise “Alışılmış, gelenek hâlini almış olan” açıklaması okunmakta.
Ortalama Türk okurun Rus klasiklerine gösterdiği teveccüh acaba hangi kategoride yer alıyor? “Kendi türünde en yüksek seviyede olan, en güzel örneğe” duyulan derin hayranlık mı karşımızdaki? Yoksa “alışılmış”, artık “gelenek olduğu için” okunan eserler mi söz konusu? Doğrusu, bu soruyu cevaplamak hiç kolay değil. Galiba en iyisi, kurnazlık edip aradığımız yanıtın birinci ve dördüncü anlamlar arasında bir yerde olduğunu söylemek.
Fakat ortalama okuru gerçekten heyecanlandıran Rus yazarlar da var. Üstelik bu heyecana çıplak gözle bile tanıklık etmek mümkün. Bu yazarların kitapları farklı farklı yayınevlerince defalarca yayınlanıyor, çok baskı yapıyor, rengarenk kapakları her gün İnstagram sayfalarını şenlendiriyor.
Peki kim bu şanslı isimler?
Türkiye’de ortalama okurun kendine yakın bulduğu yazarların başında Çehov gelir. Ya da baba adı sevdalısı yayıncıların kitap sırtlarına basmayı sevdiği şekliyle, Anton Pavloviç Çehov.
Doğrusu, bu yakınlık hissi pek de şaşırtıcı değil. Çehov karanlık ve aydınlık tonları doğaya en yakın ölçüde karıştırmayı bilen bir sanatçı. Bu karışımda karanlık tonların ağır bastığı izlenimine kapılmamak elde değil. Ama aydınlığa da yer olduğu inkar edilemez. Yani tıpkı hayatta olduğu gibi.
Türkiye gibi dinamik, yaşamayı seven ve genç bir toplumun Çehov’a ve yapıtlarına ilgisiz kalması düşünülemezdi, ki kalmadı da. Anton Çehov’un Türkçedeki seksen yıllık macerasının izlerini Aziz Nesin gibi eski kuşak mizahçıların hikayelerinden Nuri Bilge Ceylan gibi yeni kuşak sinemacıların filmlerine kadar pek çok yerde bulmak mümkün. Hatta bazı hikayeleri hınzır siyasi anekdotlara ilham kaynağı olmuş. Türkçede oyunları okunan tek Rus yazar olduğunu da ayrıca not etmek gerek.
Özetle, bütün okur katmanlarını kucaklayan yegane Rus yazar olduğu söylenebilir.
Fakat en çok satılan kitaplarının genellikle küçük hacimli ve maddi açıdan kolay erişilebilir olduğunu da atlamayalım.
Belki biraz da bu sebepten, Türkçede açık ara en çok okunan kitabı, Altıncı Koğuş. Yani ortalama Türk ve Rus okurların yazarın dehasının en çok hangi yapıtta parladığı konusunda ortak bir kanaate sahip olduğunu söyleyebiliriz.
Ortalama okur için iki binli yılların yıldızı Rus edebiyatının bir başka doktor yazarı: Mihail Bulgakov.
Mayakovski’nin, Tahtakurusu piyesinde adını yüz yıl sonrasının Ölü Kelimeler Sözlüğü’ne layık gördüğü yazarın en azından Türkiye’deki şöhreti sadece Vladimir Vladimiroviç’i değil, diğer çağdaşlarını da çoktan geride bırakmış durumda.
Öte yandan Türkiye’deki Bulgakov sevgisinin Rusya’dan farklılaştığı bir yön var.
Ortalama Türk okurun “En sevdiği Bulgakov yapıtları” sıralaması ortalama Rus okurdan farklı. Yazarın Rusya’da en çok okunan kitabı kuşkusuz Usta ve Margarita. Popülerlikte başa güreşen ikinci yapıtı ise, Bortko’nun filminin de katkısıyla, Köpek Kalbi.
Ama Türkiye’de manzara başka. Mihail Afanasyeviç’in okurla en çok buluşan kitabı… Genç Bir Doktorun Anıları.
Baskı sayıları güvenilir bir kriterse eğer, kitabın popülaritesinin Altıncı Koğuş’la yarıştığı söylenebilir.
Türkiye’de en çok satan ikinci Bulgakov kitabı, Köpek Kalbi. Buna karşın Usta ve Margarita’nın baskı sayısının Ölümcül Yumurtalar’ın bile gerisinde kaldığı görülmekte.
Türkiye’de nispeten az okunan bir diğer Rus klasiği de İlf ve Petrov. İlk kez 20 yıl önce Türkçeye çevrilen On İki Sandalye ve Altın Buzağı’nın baskı sayıları hala bir elin parmağını geçmiyor. Fazla mı yerel, fazla mı ironik, yoksa… fazla mı kalın…
Kalın kitaplar baş ucu kitabı olmak için biraz fazla yüksek belki de. Ortalama okurun boynunu ağrıtıyor olabilir.
Peki yeni yazarlar? Şükürler olsun ki, henüz Novodeviçi’de ebedi istirahata çekilmeyenler?
Çağdaş Rus edebiyatı söz konusu olduğunda Türk yayıncıların en çok emek harcadığı isimlerin başında Viktor Pelevin gelir. Farklı yayınevleri tarafından 10’dan fazla kitabının Türkçeleştirildiği görülüyor. Fakat Rusya’da gayet popüler olan yazar bu çabaya rağmen ortalama Türk okurla tam anlamıyla buluşamayanlar arasında. 10 kitap arasında aynı yayınevinde ikinci baskıyı gören Pelevin kitabı sayısı… 0.
Ya hiç okunmayanlar? Türk okur kimlere ilgi göstermiyor?
“Okunmayanların” başında ne yazık ki Rus edebiyatının göz bebeği şiir gelmekte. Rus şiiri ayın bir yüzünün hep karanlıkta kalması misali, okurun görüş alanına bir türlü giremiyor. Blok, Ahmatova, Mandelştam, Tsvetayeva, Brodski ortalama Türk okuru için yalnızca birer isimden ibaret. Pasternak sadece Doktor Jivago’nun yazarı. Puşkin Yüzbaşının Kızı’nın, Lermontov ise Zamanımızın Kahramanı’nın…
Fakat karamsarlığa düşmeden not etmekte yarar var: Bu tablo büyük ölçüde baskı sayısına odaklı “garantici yayınevlerinin” ve “ortalama okurun” zevklerini yansıtmakta.
Öte yandan bir de cesur yayıncılar, gözüpek çevirmenler ve ortalama kategorisinin dışında kalmakta ısrar eden okurlar var. Bu üçlünün yarattığı sinerji son 10 yılda Türkçeye Tsvetayeva, Platonov, Grossman, Şalamov, Strugatskiler, Bitov, Yerofeyev, Dovlatov, Tolstaya, Ulitskaya, Vodolazkin, Şişkin ve Yahina gibi pek çok çağdaş Rus yazarın yapıtlarını armağan etti. Ve görünen o ki yenilerini de armağan etmeye devam edecek.
(Mustafa Kemal Yılmaz, TürkRus.Com)