Çarşamba, 24 Eyl 2025
  • My Feed
  • My Interests
  • My Saves
  • History
  • Blog
Subscribe
Medya Günlüğü
  • Ana Sayfa
  • Yazarlar
  • Hakkımızda
  • İletişim
  • 🔥
  • MG Özel
  • Günlük
  • Serbest Kürsü
  • Köşe Yazıları
  • Beyaz Önlük
  • Mentor
Font ResizerAa
Medya GünlüğüMedya Günlüğü
  • MG Özel
  • Günlük
  • Serbest Kürsü
  • Köşe Yazıları
  • Beyaz Önlük
  • Mentor
Ara
  • Anasayfa
  • Yazarlar
  • Hakkımızda
  • İletişim
Bizi takip edin
© 2025 Medya Günlüğü. Her Hakkı Saklıdır.
Webmaster : Turan Mustak.
Köşe YazılarıManşet

Ölümün değişmeyen sırrı

Erdal Çolak
Son güncelleme: 24 Eylül 2025 06:28
Erdal Çolak
Paylaş
Paylaş

“Yaşamın sırlarını bilseydin, ölümün sırlarını da çözerdin” diyor Ömer Hayyam.

Ama ne tuhaftır ki, mağaradan bugünün ışıklı kentlerine kadar, insanlığın bütün yürüyüşü boyunca bu sır hâlâ çözülemedi. Hayatın kendisini anlamaya çalışırken ölümün sessizliğine çarpıp duran insan zihni, doğanın içinde sürekli aynı soruyla karşı karşıya kaldı: Yaşamak ne, ölmek ne?

İlk insanı düşünelim: Mağaranın içinde ateşin titrek ışığıyla gölgeler izlerken gök gürültüsünü, yıldırımı ya da bir yırtıcının çığlığını duyduğunda ölüme dair bir sezgiye kapılıyordu belki de. Doğa, hem yaşamı armağan eden hem de yaşamı bir anda söküp alabilen güçtü. Bugün beton duvarların ardına saklansak da, teknolojiyle doğayı dönüştürdüğümüzü sansak da değişmeyen tek gerçek aynı kaldı: Ölüm.

Hayvanların ölümü sezme ve ona tepki verme biçimleri bize, ölümün yalnızca insana ait bir kaygı olmadığını gösterir. Filler sürülerindeki bir birey öldüğünde, geride kalanlar günlerce başında bekler, hortumlarıyla kemiklerine dokunur. Bu, adeta bir yas ritüelidir. Kargalar, ölen bir türdeşlerinin etrafında toplanır, sessizleşir ve toplu bir “cenaze töreni”ni andıran davranışlar sergiler. Yunuslar, ölen yavrularını suyun yüzeyinde uzun süre taşır, bırakmak istemez. Kurtlar ve köpekler, ölen üyelerinin yuvasına dönüp bir süre ulumalarla yas tutar.

Bu davranışlar, hayvanların ölüm karşısında yalnızca içgüdüsel değil, duygusal bir tepki de verdiklerini gösterir. Onlar ölümü anlamlandırmaya çalışmaz ama kaybın ağırlığını hissederler.

Bitkilerde ise ölüm sessizdir. Bir yaprak dökülür, toprağa karışır ve başka bir filizi besler. Ormanda devrilen bir ağaç, çürüyerek yüzlerce yeni canlıya yuva olur. Ölüm burada bir kayıp değil, doğanın döngüsünde zorunlu bir değişimdir.

Ölüm insana gelince, insanın en özsel kaderi. Yaşamın içinde olmayan ama yaşamı tamamlayan, yokluğu varlığın parçası haline getiren eşsiz bir deneyim. Öyle ki insanlık tarihi boyunca bütün inançların, bütün felsefelerin göbeğinde hep bu mesele vardı. Çünkü ölüm, insanın bir kere yaşayacağı, bir daha tekrarlanmayacak, kişiye özgü bir yolculuk. Doğum kadar kesin, doğum kadar bireysel.

Benim için ölüm ve doğum bir zincirin halkaları gibidir. Önce ruhun yokluktan varlığa adım atışı, sonra ana rahmine geçiş, sonra bedenle dünyaya doğuş, ardından bu dünyadaki hayatın iniş çıkışları… Ve nihayet, beşinci büyük geçiş: ölüm. Ama bu geçişin son mu, yoksa yeni bir başlangıç mı olduğunu kim bilebilir? Belki ölüm, tıpkı anne karnındaki hayatın bitip bu dünyada yeni bir hayatın başlaması gibi, başka bir tür yaşamın eşiğidir.

Ölümden korkmamız belki de yaşamdan yeterince emin olmamamızdan. Jung’un söylediği gibi, “ölümden en çok korkanlar, yaşamaktan en çok korkanlardır.” Doğayla bağımızı kopardıkça bu korku daha da büyüyor. Çünkü doğada ölüm olağan: bir yaprak düşer, bir hayvan ölür, bir kaya parçalanır. Hepsi dönüşür, başka bir şeye karışır. Doğa bize aslında şunu fısıldar: Ölüm yok oluş değil, dönüşümdür.

Cansız ile canlı arasındaki ayrımı bile ölüm belirliyor. Bir taş olduğu yerde kalır, çürümez, “ölmez.” Ama bir ağaç kurur, bir böcek ölür, bir insan ölür. Yaşamın olduğu yerde ölüm vardır; hareketsiz olanda ise yalnızca yokluk. Bu yüzden ölüm, varlığın en güçlü ispatı gibidir.

Ama biz insanlar, içimizde bir çelişki taşıyoruz. Herkesin öleceğini biliyoruz ama kendi ölümümüzü inkâr eden gizli bir yanılsama da yaşıyoruz. Genlerimize işlenmiş bir “ben ölmeyeceğim” arzusu var. Belki de bu yüzden dinler, felsefeler, mitler ölümden sonra yaşamın kapısını aralar: çünkü insanoğlu yokluğu kabullenemiyor.

Ölümün anlamı tıpkı hayatın anlamı gibi herkes için farklı. Kimi için ruhun ölümsüzlüğü, kimi için evrensel bir döngü, kimi için yalnızca biyolojik bir son. Ama şu kesin mağaranın önünde göğe bakan ilk insandan bugünün gökdelenlerinde yaşayan insana kadar ölümün bilgisi, tecrübesi hiç  değişmedi. Doğa da, hayat da, ölüm de aynı yerde duruyor. Belki de yapmamız gereken, ölümü anlamaya çalışmaktan çok, yaşamı tümüyle yaşamaktır. Çünkü yaşayabildiğimiz kadar, ölüme de hazırlıklı oluruz.

Belki de asıl bilgelik, ölümü çözmeye çalışmak değil, ölümü varlığın doğal bir eşiği olarak kabul etmektir. Çünkü insan, yaşamın sırrına ne kadar yaklaşırsa, ölümün sırrına da o kadar yaklaşır. Hayatın özünü kavramak, ölümü kabullenmekten geçer. Sokrates’in dediği gibi: “Ölümden korkmak, bilmediğimiz bir şeyi bildiğini sanmaktır.”

***

Medya Günlüğü sosyal medya hesapları:

X

Bluesky

Facebook

Instagram

Bu yazıyı paylaşın
Facebook Email Bağlantıyı Kopyala Print
YazanErdal Çolak
Takip et:
Gazeteci-yazar-akade​misyen. Konya’nın Cihanbeyli ilçesine bağlı Kuşça kasabasında 1975’te doğdu. İlk ve ortaöğretimini Konya’da tamamladı, 1996 yılında başladığı Selçuk Üniversitesi İletişim Fakültesi’ndeki üniversite, daha sonra Danimarka Kraliyet Okulu’nda (İVA) Copenhagen (The Royal School of Library and Information Science) Kütüphanecilik bölümünde tamamladı. Kütüphanenin Kültüre Etkisi ve Bilginin Bilimselliği üzerine doktora yaptı. Danimarka The Union Press Associat​ion IPC yönetim kurulu üyesi, uluslararası basın yayın kartı sahibi. Kişisel gelişim alanında eğitimler aldı. Psikoterapi Eğitimi sertifikası, Yaşam Koçluğu ve NLP (Zihinsel ve Dilsel Programlama) konusunda diploma sahibi. ”Sonsuzluk İle Hiçlik Arasındaki İnsan” adlı deneme kitabı Dancaya, ”Yalnızlık Aşktır; Yalnızlık, Yokluğun, Hiçliğin Şiirleri” kitabı”. ”Loneliness Is Love” adıyla İngilizceye çevrildi. ”Yüreğim Sensizliğim”, ”Yalnızlık Aşktır”, ”Ben Sana Değil Kendime Geç Kalmışım” adlarında şiir kitapları var. Danimarka’da yaşamaktadır.
Önceki Makale Mehmet Şüküroğlu çiziyor
Sonraki Makale “Türkiye’ye değil Çin’e bakalım”

Medya Günlüğü
bağımsız medya eleştiri ve fikir sitesi!

Medya Günlüğü, Türkiye'nin gündemini dakika dakika izleyen bir haber sitesinden çok medya eleştirisine ve fikir yazılarına öncelik veren bir sitedir.
Medya Günlüğü, bağımsızlığını göstermek amacıyla reklam almama kararını kuruluşundan bu yana ödünsüz uyguluyor.
FacebookBeğen
XTakip et
InstagramTakip et
BlueskyTakip et

Bunları da beğenebilirsiniz...

GünlükManşet

Soracak soru bulamayan gazeteciler!

Medya Günlüğü
24 Eylül 2025
GünlükManşet

Demokrasi ile otoriterlik arasındaki ince çizgi

Medya Günlüğü
24 Eylül 2025
ManşetMG Özel

“Türkiye’ye değil Çin’e bakalım”

Fuad Safarov
24 Eylül 2025

Mehmet Şüküroğlu çiziyor

Mehmet Şüküroğlu
24 Eylül 2025
Medya Günlüğü
Facebook X-twitter Instagram Cloud

Hakkımızda

Medya Günlüğü: Medya eleştirisine odaklanan, özel habere ve söyleşilere önem veren, medyanın ve gazetecilerin sorunlarını ve geleceğini tartışmak isteyenlere kapısı açık, kâr amacı taşımayan bir site.

Kategoriler
  • MG Özel
  • Günlük
  • Köşe Yazıları
  • Serbest Kürsü
  • Beyaz Önlük
Gerekli Linkler
  • İletişim
  • Hakkımızda
  • Telif Hakkı
  • Gizlilik Sözleşmesi

© 2025 Medya Günlüğü.
Her Hakkı Saklıdır.
Webmaster : Turan Mustak

Welcome Back!

Sign in to your account

Username or Email Address
Password

Lost your password?