13.4 C
İstanbul
4 Mayıs 24, Cumartesi
spot_img

Ölü kızın kırmızı ojesi

Cannes Film Festivali’nde savaş karşıtı konuşmasıyla dikkati çeken Rus yönetmen Kirill Serebrennikov’un, Ukrayna’da öldürülen İrina Filkina için Telegram kanalında yazdığı “Kırmızı oje” başlıklı yazısının geniş özeti:

Her gün savaşla ilgili fotoğraflara bakıyorum, bakıyorum, bakıyorum… Yok olmuş şehirler, yanmış arabalar ve ölüler. Ölü bir elin parmaklarında kırmızı oje var.

Nerede olursam olayım her gün savaş uçaklarının benim üstümde uçtuğunu, sığınaklara benim koşmak zorunda olduğumu düşünüyorum. Rusya’da kalan ya da ayrılan dostlarım, kadınlar ve erkekler, haftalardır gözyaşı döküyor. Nedense ben ağlamıyorum. İçimde bir şeyler birikiyor ama dışarı çıkamıyor.

J. M. Coetzee, “Barbarları Beklerken” diye güzel bir roman yazmış. Kahramanın beklediği barbarlar yaşadığı kalenin içinden geliyor. Bizim bekleyişimiz de yeni bir barbarlık çağıyla karşılık buldu. Barbarlar için insanlar sadece kurbandır, et, deri, saç, kafatası ve köle iş gücü. Bazen, özellikle sofistike barbarlar deriden abajurlar, kafatasından kupalar ve saçla doldurulmuş yastıklar yaptılar. Postaneye gidip yağmaladıkları eşyaları evlerine gönderdiler. Kutuların içinde saç, kafatası, deri ve kırmızı ojeli tırnaklar vardı. Barbarlar ilerledikçe ticaret odaklı olur, öz güven sahibidirler. Eğer devlet onlara bunu yapma hakkını verirse savaş hızla insanlıktan çıkarır, hiçbir kültür insanları en büyük suçtan kurtaramaz.

Almanlar savaşın gerçekte ne olduğunu Auschwitz ve Buchenwald’daki çukurlarda bulunan cesetleri görünce anladı. Oysa 1945’ten önce “dünyayı Yahudilerden kurtarmaktan” söz ediyor ve “Onlar Sudetenland’daki Almanları öldürürken siz ne yapıyorsunuz” diye soruyorlardı.

Garip bir rüya görüyorum. Tabutta yatan  ölü bir Ukraynalı kıza kitap okumaya zorlanan asker üniformalı bir çocuğum. Nikolay Gogol’ün “Viy” adlı öyküsüne çok benziyor ama şimdi, bu savaşta geçiyor. Satırlar bulanıklaşıyor, okuyamıyorum ama kıza da bakamıyorum, sadece bir şeyler mırıldanıyorum. Kızın tırnaklarında kırmızı oje var.

Rusya’da kültür her zaman devlete rağmen devlete karşı yapılmıştır. Bazen onun parasıyla ama devletin adına ve devlet için değil.

Rusya’da devlet ve politika öldürür ve böler, aileleri yok eder. Kültür ise, insanlarda hâlâ insan kalan ne varsa kurtarır ve biriktirir.

Rusya’da birçok yamyam devlet olmuştur. Hükümetin insanları yutmadığı ender yıllara çözülme denir. Ama o zamanlarda iktidar dinlenmektedir ki insanları tekrar yemeye başlayabilsin.

Kültür her zaman devlet için önem taşımayandır. Ezilene merhamet, şefkat duymaktır. Umutsuzluktur, yalnızlıktır, komik olandır, istenmeyen insandır, azınlıktır.

İşte bu yüzden devlet Rus kültürüne pek saygı duymamıştır. Okullarda bize ilgimizi çekmeyen kitaplar okuttular, fazla anlamadığımız filmler seyrettirdiler, garip müzikler dinlettiler. Omuz silktik ama okuduk, seyrettik ve dinledik. Çünkü yapabilecek başka bir şey yoktu. Bazen de devlet insanları yazmaya, film çekmeye, şarkı söylemeye zorladı. Sonuç her zaman boktandı…

Ölü kız tabuttan kalkıyor, bir şeyler mırıldanarak bana doğru geliyor. Bakmıyorum… Bakmıyorum… Yakınıma geliyor ve gözlerimin içine bakıyor. Gözlerimi Rus harflerinin arkasına saklıyorum. Birden, “Konuşma” diyor. Ben mırıldanmaya devam edince, daha yüksek sesle söylüyor, “Sessiz ol. Tek bir kelime etme!”

Korkudan ölüyorum ama ona bakamıyorum.

Kız, “Bana bak” diyor…

Ülkemin askerleri yabancı bir ülkeye girdi ve yok etmeye, insanları öldürmeye başladı.

Tabutlar ve evlerden çalınmış eşyalar Ukrayna’dan Rusya’ya geliyor, sakat kalmış askerler ve nefretle birlikte.

Hiroşima’nın birkaç katı güce sahip bu nefret bombaları ülkemin hayatını paramparça ediyor. Herkesin ve her ailenin geleceğini havaya uçuruyor. Bu nefret refah ve özgürlük umudunu da önüne katıp götürecek. Korku ve nefret dolu bir hayat bekliyor biz tanıkları, katılanları ve kurbanları, savaşa karşı olsak da.

Devlet “azizler”in sayısını artırmak için savaşlar başlatır çünkü rol modellere ihtiyacı vardır. Cephede gömülmemiş askerlerin cesetleriyle, vurulup yol kenarına atılmış sivillerle kimse ilgilenmez. Onlar kutlama istatistiklerini bozan harcanmış kaynaklardır. Sanatsa terk edilmiş ölüleri, son sözlerini, hayallerini, doğmamış çocuklarını düşünür. Gömülmemiş ölüler gerçek edebiyatın, dürüst sinemanın, dürüst tiyatronun kahramanlarıdır.

Susuyorum. Güzel Ukraynalı kız da susuyor. Bir duraklama oluyor. Bana bakıyor, ben de onun açık kırmızı renkli manikürlü ellerine. Tebeşirle bir çember çizmek istiyorum. “Bana yardım etmeye çalışma çocuk, işe yaramaz” diyor Ukraynaca.

Savaşı başlatanlar her zaman kaybeder. Sivillere tecavüz eden, öldüren, işkence yapanlar savaş suçlusudur. Onları haklı gösterenler de. Sadistlere ve katillere sempati duyulamaz. Ben bu korkunç savaş suçuna farkında olmadan katılanlara ve henüz ellerine masumların kanı bulaşmamış olanlara sempati duyuyorum.

Oyuncu ve yönetmen Oleg Tabakov’un, ninesinin savaştan sonra Saratov’da yürütülen Alman esirlere ekmek verdirmesiyle ilgili öyküsünü hatırlıyorum. Küçük Oleg, “Onlar düşman” diye ekmek vermek istemeyince ninesi, “Onlar şu anda zor durumda olan insanlar” demiş. Küçük Oleg’in ekmek verdiği genç bir Alman askeri ağlamış. Tabakov bu olayı hayatı boyunca unutmamış, bana da anlatmıştı.

İsteği dışında kendisini yabancı bir ülkede bulan ve “Öldür!” emrini yerine getiren bir askerin kafasından neler geçtiğini hayal etmek bile ürkütücü. “Özel harekâtı” destekleyen, sonra da çocuklarının “kaza sonucu” öldüğüne dair sahte raporlar alan ebeveynleri hayal ederken titriyorum. Onlar için korkuyorum ve üzülüyorum. Er ya da geç gerçeği öğrenecekler.

Buça’daki kız savaştan önce internetten manikür dersi almış. Tırnaklarını böyle kırmızıya boyamış. Benim ülkemden, benimle aynı dili konuşan insanlar geldiler ve onu öldürdüler. Belki de ojesinin rengini kışkırtıcı buldular!

Elimde Rusça bir kitap var. Harfler ölmüş. Dudaklarım kupkuru. Ölü Ukraynalı kız önümde ayağa kalkıyor ve “Bana bak çocuk, bana bak” diyor.

Bakamıyorum.

“Bakmak zorundasın çocuk” diyor.

Bir şey söyleyemiyorum, ne söyleyebileceğimi bilmiyorum.

“Görüyor musun” diye fısıldıyor.

“Hayır” diyorum.

Gülerek, “ Bakarsan göreceksin, korkma” diyor.

“O zaman gözlerimi aç” diyorum.

Birisi göz kapaklarımı açıyor, baktırıyor.

Korkuyorum ama bakıyorum. Savaşa bakıyorum.

Not: Rusçadan çeviri Medya Günlüğü tarafından yapılmıştır.

Medya Günlüğü

Medya eleştirisine odaklanan, özel habere ve söyleşilere önem veren, dilediği konuda özgürce yazmak isteyenlere kapısı açık, kâr amacı taşımayan bir site.

Medya Günlüğü
Medya eleştirisine odaklanan, özel habere ve söyleşilere önem veren, dilediği konuda özgürce yazmak isteyenlere kapısı açık, kâr amacı taşımayan bir site.

İlginizi Çekebilir

4,757BeğenenlerBeğen
666TakipçilerTakip Et
11,281TakipçilerTakip Et

Popüler İçerikler