Finlandiya, Japonya, Norveç, Güney Kore, Danimarka, İsveç ve Almanya gibi ülkelerin eğitim alanında başarılı olduklarını hep duyarız. Eğitimde kendini kanıtlamış bu ülkelerde öğretmen yetiştirmenin yüzlerce yıllık kurumsal bir geçmişi var.
Diğer ülkeleri ayrıntılı bilemiyorum ama Almanya’nın bu konuda saygın bir yeri hak ettiğini söyleyebilirim. Tümüyle kendi gözlemlerime dayanarak Almanya’da yaşadığım bir deneyimi paylaşmak isterim.
Çocukluk ve gençlik çağımda Almanya’nın Bünde, Löhne ve Koblenz kentlerinde yaşadım. Öğrencisi olduğum August Griese Berufskolleg Lisesinde, Werner Reinelt adında bir sınıf öğretmenimiz vardı. Kökleri Rönesans aydınlanmasına kadar uzanan “hümanist lise” sisteminde eğitim görmüştü, Latince ve eski Yunanca bilirdi. Dinler tarihi, antropoloji ve arkeolojiyle yakından ilgilenirdi.
Herr Reinelt disiplini severdi fakat kolayca bizim yaşımıza iner, yılda birkaç kez dersi kaynatır, dönemin popüler şarkılarını derslikte birlikte söylerdik. Ölçülü olmak koşuluyla, eğlenceli bir ortamdaki öğrencilerde öğrenme isteğinin arttığını söylüyordu ki, bunu kendimiz de görebiliyorduk.
Öğretmeye değil, öğrencinin öğrenmesine ve içindeki potansiyelin açığa çıkarılmasına odaklanırdı. “Araştırma ve öğrenme sevgisini aşılayarak, gelişmeye istekli bir toplum inşasına yardımcı olmak, öğretmenlerin ana amacı olmalı” derdi.
10. sınıftayken bir gün aramızda şöyle bir konuşma geçti:
-Halil, bir sorum olacak, sen gerçekten Anadolu’da mı doğdun?
-Evet, Bayburt’ta doğdum, Kuzeydoğu Anadolu’da.
-Ne kadar şanslı bir insansın sen ya…
-Nedenmiş? Anadolu’da doğmakla neden şanslı oluyorum ki?
-Bergama, Efes, Milet, Sardes, Perge, Truva nerede biliyor musun? Umarım aramızdaki bazı bilgisizler gibi bu muhteşem kentlerin Yunanistan’da bulunduğunu düşünmüyorsundur. Bunlar ve daha nice muhteşem anıt ve kalıntı, Anadolu’da senin topraklarında yükselen kültürlerin izlerini taşıyor. Homer, Herodot, Heraklit de sizin oralardan. Biraz incele lütfen, seveceksin. Paylaşmak istersen görüşlerini daha sonra dinlemek isterim.
1970’lerde Almanya’da bir Türk çocuğu olarak büyümenin kendine özgü zorlukları vardı. Evde Türk gibi, okulda Alman gibi olmaya çalışmak paradoksaldı. O yaşlarda kimlik konusunda rahat sayılmazdım. Türk müyüm, Alman mıyım noktasına üstü kapalı olarak dokunan o konuşmanın benimle yapılması çok akıllıcaydı.
Böylelikle sevgili öğretmenim yaşantımda yeni bir pencere açmış ve bu pencereden tarih denizine atlamamı sağlamıştı. Gerçekten de Anadolu arkeolojisi beni içine çeken yeni bir öğrenme alanı olmuştu.
Ben Anadolu uygarlıklarını öğrendikçe heyecanım ve ilgim artmaya devam ediyordu. Artan ilgimin doğal sonucu olarak tarihçi oldum. Kokartlı rehber olarak yıllarca Anadolu’nun dört bir yanında turist gruplarına bu toprakların öykülerini anlattım.
Kanımca eğitimin en değerli yanı öğrencinin yaşantısında fark yaratabilmektir. Sınıf öğretmenimin en değerli yanı ise hayatımda fark yaratabilecek noktaları görebilmiş ve dokunabilmiş olmasıydı.
İlk ve orta öğretimim boyunca öğrenmeyi sevdiren ve yüreklendiren öğretmenlerim olduğu için şanslıydım. Ancak, her öğrenci benim kadar şanslı olamıyor, ilgileri ve yetenekleri arada kaynayıp gidiyor. Örneğin “bu çocuk fazla hareketli, enstrümanları kırabilir” diye Elvis Presley müzik odasına alınmazmış.
“Liverpool Institute” Erkek Lisesinde aynı sınıfta bulunan Paul McCartney ve George Harrison adlı iki öğrenci müzik öğretmeninin dikkatinden kaçmıştı. Beatles grubunun yarısı sınıfındaydı ama öğretmen onların yeteneğinin farkında olamamıştı. Einstein’ın fen bilgisinden zayıf not aldığını çoğumuz biliriz.
Herr Reinelt her zaman çok dikkatli bir eğitimci, bazen bir koç ya da mentor, bazen de özel psikoloğumuz olurdu. Gençliğinde, ona da öğrenmeyi sevdiren, hayat yoluna ışık tutan bir öğretmeni olmuş olmalı diye düşünürüm hep. Sanırım öğrenme sevgisi gerçekten bulaşıcı.
Ağustos 2017’de kaybettiğimiz öğretmenim Werner Reinelt’ın anıları ve yapıtları, öğrencilerinin yolunu hep aydınlatacaktır.
halilocakli@yahoo.com