Söylentiler basit birer “geyik” miydi!.. Hatırlanacağı gibi 1995 yılında bazı gazetelerimiz durup dururken “nükleer santral kurmazsak iki yıl sonra karanlıkta kalacağız” manşetlerini atmıştı.
Bu aslında nükleer lobilerin ilk girişimiydi. Ardından Akkuyu’ya nükleer santral kurmaya yönelik ihalenin 15 Ekim 1999’da sonlandırılacağı açıklanmıştı. O tarihlerde çok güvenli söylemiyle pekiştirilen nükleer santrale yönelik beklenmedik bir şey olmuş ve Japonya’da Takaimura nükleer kazası meydana gelmişti.
Kullanım kolaylığı, sanayide vazgeçilmezliği ve yaşamsal önemi nedeniyle, elektrik enerjisi üretiminde tüm dünyanın kabul ettiği genel ilkelerden birincisi, “elektrik enerjisinin olabildiğince ucuza üretilmesidir.” Bu açıdan bakıldığında ucuzluk sıralamasında nükleer enerji en sonda yer almaktadır.
Nükleer santraller başta güvenlik ve atık sorununu çözememiş olması nedeniyle geleceğin değil geçmişin teknolojisidir. Gelecek ise geçmişin sorunlu teknolojisiyle değil geleceğin sorunsuz teknolojileriyle planlanır. Ülkemizin sahip olduğu kaynaklar ve potansiyeli yeterince araştırılmayıp kullanılmamaktadır. Alternatif enerji kaynakları dururken Türkiye’de yabancı şirketler tarafından kurulan tesislerde yetersiz olan fosil kaynakların kullanılması dışa bağımlılığı arttırmaktadır. Oysa ülkeler ulusal enerji politikalarını belirlerken enerji kaynakları çeşitliliği ve potansiyeli, dışa bağımlılıkları, coğrafi durumları, nüfus artış hızı, finansman durumu gibi değişkenleri dikkate almaktadırlar. Bu nedenlere bakıldığında ülkemizin kendine özgü koşulları göz önünde bulundurulmamaktadır.
Dünyadaki uranyum rezervleri 6.000.000 tondur ve hiç yeni santral kurulmasa bile şu anda mevcut olan santrallere ancak 50 yıl yetecek kapasitededir.
Buna karşılık dünyanın kömür rezervi 250 yıllık, doğal gaz rezervi 100 yıllık ve petrol rezervi de 100 yıllıktır. Su, rüzgâr ve güneşin ise zamana bağlı bir sınırı yoktur. Dünyada uğruna savaşlar çıkarılan başta petrol olmak üzere doğal gaz, kömür gibi tükenen ve çevreyi kirleten fosil yakıtların, temiz ve yenilenebilir “barışçıl” enerji kaynakları yerine aymazca kullanılması tam 2 yüzyıldır dünyadaki doğal dengelerin bozulmasına neden oldu. Su ise geleceğin önemli stratejik enerji kaynaklarından biri olmaya aday. Çünkü atmosfere salınan sera gazları nedeniyle dünyadaki belirgin ısı artışı önemli iklim değişiklikleri meydana getiriyor. Karaları besleyen buzulların erimesiyle yıla göre ortalama su dağılımı dengesizliğinin artmasıyla birlikte gelecekte kuraklık tehlikesi ile karşı karşıya kalma olasılığı görünüyor.
Türkiye su bakımından zengindir. Jeotermal kaynaklar açısından dünyanın sayılı ülkelerinden biridir. Ayrıca yakın bir gelecekte petrolün ömrünü tamamlamasından sonra onun yerini alacak olan hidrojen yatakları ve yakıt pillerinde kullanılan bor da Türkiye’de bol miktarda bulunmaktadır. Bunların yanında jeotermal enerji, biyokütle enerjisi, dalga enerjisi, gelgit enerjisi gibi temiz ve yenilenebilir çeşitli alternatif enerjiler bulunuyor. Tabii ki yapılan çalışmalarla bunlara ileride yenileri de eklenebilecektir.
Ancak, “Ülkemizin 10.000 ton uranyumu ve 380.000 toryumu var bunları değerlendireceğiz ve enerjide dışa bağımlı kalmayacağız” demek gerçek bir kara cahilliktir. Çünkü; 10.000 ton uranyum rezervi içinde sadece 100 ton nükleer santralde kullanılabilen Uranyum-235 vardır. Gerisi Uranyum-238’dir ki nükleer santralde kullanılamaz. Toryum ise tıpkı Uranyum-238 gibidir ve nükleer santralde kullanılamaz. Ayrıca ülkemizde uranyumu nükleer santralde kullanmaya yönelik yakıt hazırlama teknolojisi yoktur. Yakıt işleme teknolojisine sahip bir kaç ülkeye bağlı kalınacaktır.
Türkiye enerji kaynaklarını temiz enerjiye çevirmek zorunda. Temiz enerjiye geçiş, Türkiye’de istihdam yaratacak. Örneğin, Almanya rüzgar enerjisinde 16 bin megavatlık bir güce ulaştı, 140 bin kişi temiz enerji kaynakları dediğimiz rüzgar, güneş, küçük su santralleri, biyokütle gibi sektörlerde çalışıyor. Üstelik alternatif enerji kaynakları dururken Türkiye’de yetersiz olan fosil kaynaklarla yabancı şirketlerin kuracağı tesislerde kullanılacak olması dışa bağımlılığı arttıracaktır.
Diğer yandan nükleer atıkların temizlenmesi oldukça maliyetlidir, ton başına üç yüz yirmi beş bin dolara çıkmıştır. Nükleer atık depolama tesislerinin maliyeti ise milyarlarca dolardır.
Buna karşılık “nükleer enerji” üretimi alternatif kaynaklar arasında birim maliyeti en yüksek olan enerji kaynağıdır. Hidroelektrik santralleri ile ortalama bin dolar iken nükleer enerji üretiminde 3-4 katıdır. Fotovoltaik/güneş pilleri, bu konuda henüz yaygın kullanılabilir ve ucuz bir teknoloji yoktur. Ancak 2015-2020 yıllarından sonra fotovoltaik pillerin maliyeti diğer teknolojilerle kıyaslanabilir noktaya gelecektir.
Batı’da nükleer reaktörlere karşı kamuoyunda büyük bir reaksiyon vardır. Bu yüzden tesisler tasfiye edilip yeni yapım planları iptal edilmektedir. Ancak böylesi bir tablo içinde işsiz kalan nükleer santral yapımcıları kamuoyu baskısının ve demokratik tepkilerin ciddiye alınmadığı ikinci kuşak ülkelere yönelerek mali krizlerini aşmak istiyorlar. Bir yandan nükleer santrallerinin olağanüstü yüksek işletme maliyetlerini üçüncü dünya ülkelerine nükleer silah teknolojisi satarak finanse etmek istemektedirler. Akkuyu’da yapımı planlanan santral inşaatı ihalesine ABD, Japonya, Fransa, Almanya gibi emperyalist ülke kartellerinin katılması dikkat çekicidir. Zira nükleer enerji santrallerinin önemli bir kısmı bu ülkelerde bulunmakta ve elektrik üretimlerini bu yolla sağlamaktadır.
Öte yandan deprem kuşağında yer alan Türkiye için nükleer tesislerin kurulması risklidir. Hatırlanacağı gibi Akkuyu’ya nükleer santral kurmaya yönelik ihalenin 15 Ekim 1999’da sonlandırılacağı açıklanmıştı. O tarihlerde çok güvenli söylemiyle pekiştirilen nükleer santrale yönelik beklenmedik bir şey olmuş ve Japonya’da Takaimura nükleer kazası olmuştur. Akkuyu’nun yer lisansı, 1976 yılında, henüz bir çevre bakanlığı dahi yokken alınmıştı. Nitekim, Akkuyu’ya 1976 yılında yer lisansı onayı veren üç kişiden biri olan Nükleer Mühendis Prof. Dr. Tolga Yarman, bugün için bu lisansın geçersiz olduğunu beyan etmiştir. Başta stratejik konumu dolayısıyla Marmara ya da Karadeniz Bölgesine yapım planları iptal edilen Akkuyu Nükleer Enerji Santralı Akdeniz’e kaydırılmış ancak 11 Eylül’den sonra, nükleer santralların birer hedef olabileceği sıkça tartışılmıştır. Bu açıdan düşünüldüğünde ise, kuzey ya da güney, doğu ya da batı, nerede olursa olsun, nükleer santralların bir saldırı için çok ciddi sonuçlar doğurabilecek birer hedef ve hatta birer atom bombası oldukları söylenmiştir.
Oldukça maliyetli olan nükleer enerjinin üretilmesi aşamasında açığa çıkacak atıklar başta doğal kaynaklar olmak üzere ülke ekonomisine büyük tehdit oluşturmaktadır. Çevreyle ilgili kamuoyu oluşturmakla görevli oluşumların tartışma ve kararları dikkate alınmak zorundadır. Devlet hem kirleten hem de denetleyen olamaz. Çevre kanunu, yerel yönetimlerin işlevlerini düzenleyen yasalar hatta anayasada çevre ve insan sağlığının korunmasının temel bir hak olarak gösterildiği de unutulmamalıdır.
(Tamer Uysal)
Temel Kaynak: TMMOB Elektrik Mühendisleri Odası MAİ ve Küreselleşme Karşıtı Grubu açıklama metni
Not: Bu yazı Medya Günlüğü’nde daha önce yayınlanmıştır.