ABD’nin ev sahipliği yaptığı NATO’nun 75. yıl zirvesi vesilesiyle Başkan Biden’ın bolca kırdığı potlar gündem oldu.
Zirve ise, ABD’nin küresel ölçekteki stratejik çıkarlarının İttifak’a yansıtılması niteliğindeydi. Ön planda da dikkatler Ukrayna üzerineydi. “İttifakın güvenliği için” ülkeler Ukrayna’ya F-16 savaş uçakları dahil olmak üzere yaklaşık 43,3 milyar dolarlık askeri yardım sözü verdi. Bu sözün gerçek anlamı, özellikle ABD’nin bölgedeki stratejik çıkarları için ittifak üyesi olmayan bir ülkeye böyle cömert askeri yardım vaadinde bulunmalarıydı.
Ülkelerin keza, Ukrayna’nın gelecekte NATO üyesi olması için “geri dönülmez bir yola girildiği” üzerinde anlaşmalarının gerisinde de ABD’nin stratejik hedeflerinin yattığı açık. Ukrayna’nın NATO’ya üyeliği için bir tarih belirlenmemiş. Başta Almanya, İttifak’ın Avrupalı üyelerinin Ukrayna’nın NATO’ya üyeliğinin ne gibi tehlikeli süreçlerin yolunu açacağının farkında olmalılar.
Ağırlıklı olarak ABD’nin stratejik hedefleri doğrultusunda Rusya, birliğin güvenliğine “en büyük ve doğrudan tehdit” olarak görülüyor. Rusya ise, “arka bahçesi” olarak gördüğü, kendi ulusal güvenliği açısından her daim stratejik öneme haiz Ukrayna’nın silahlandırılmasına ve ittifaka üye kabul edilmesine şiddetle karşı. Ukrayna’ya ABD’nin F-16 savaş uçakları göndereceği yolundaki haberleri “Bu, Washington’ın savaş çetesinin başını çektiğinin kanıtı” olarak nitelendiriyor.
1949’da ABD, İngiltere, Fransa dahil 12 Batılı ülke tarafından kurulan NATO’nun kuruluş hedefi, Rusya’nın içinde bulunduğu Sovyetler Birliği’ne karşı bir blok oluşturmaktı. NATO zaman içinde genişledi ve güçlendi. 1952’de Türkiye ve Yunanistan, 1955’te Almanya, 1982’de İspanya katıldı.
Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından İttifak, 1999 yılında Çek Cumhuriyeti, Macaristan ve Polonya’yı saflarına kattı.2004’te de Bulgaristan, Estonya, Letonya, Litvanya, Romanya, Slovakya, Slovenya’yı üye kabul etti. Arnavutluk ve Hırvatistan 2009’da, Karadağ 2017’de, Kuzey Makedonya 2020’de, Finlandiya 2023’te, İsveç 2024’de NATO’ya dahil oldu.
1999’dan itibaren NATO’nun eski Sovyet nüfuz alanlarına doğru genişlemesi, İttifak ile Rusya arasında en önemli sorunlardan birini oluşturuyor. Rusya bu genişlemeden kaygı duyuyor ve tepki gösteriyor. Rusya’nın 2022’de Ukrayna’ya saldırısının ardından sorun daha ileri boyutlara taşındı. Ukrayna’ya askeri yardım konusunda son NATO Zirvesi’nde alınan kararı da NATO’nun Ukrayna üzerinden Rusya’yı daha yıpratma ve sıkıntıya sokma konusundaki kararlılığının bir göstergesi olarak görmek gerek.
“Soğuk Savaş”tan sonra en büyük askeri kriz olarak kayda geçen Ukrayna krizi, NATO İttifakı’nı on yıllardır hazırlandığı Rusya tehdidiyle yeniden karşı karşıya getirmiş görünüyor. NATO bu krizden – doğrudan taraf olmasa da- yeni bir zaferle mi çıkacak, yoksa Batı güvenlik mimarisi derin bir yara mı alacak? Bekleyip göreceğiz.
Rusya ve “terörizmi” iki önemli tehdit unsuru olarak değerlendiren NATO’nun, Rusya’nın yanı sıra Balkanlar’ı, Orta Doğu ve Çin’i de ilgi alanı içine aldığı görülüyor. Çin’in uzay yetenekleri ve nükleer cephaneliğinin hızla genişlemesi endişe verici bulunuyor. NATO, bu çerçevede Japonya, Avustralya ve Yeni Zelanda ile yakın temas içinde. Savunma harcamalarının artırılması çağrısı yapılıyor.
NATO Bildirisi üzerine bir yurttaş sosyal medyada şöyle bir paylaşımda bulunmuş:
“Amerika ne zaman kaynak sıkıntısına girse, silah endüstrisi hareketleniyor. Dünyanın en büyük rezervlerine sahip Rusya’yı hedefliyor. Çıkar çatışması içinde olduğu Çin’i hedefliyor. 3. Dünya Savaşı’nın çıkabileceği konusunu gündeme taşıyor. Her yeri karıştırıp, bölmeye çalışıyor. Yaşlılar savaş çıkarır, gençler ölür ya da zenginler savaş çıkarır yoksullar ölür, kadınlar ağlar… Hep para, güç ve çıkar savaşları. Yok Rusya saldırganmış da. Amerikalılar her yeri karıştırıp, bölen. Kim savaşıyor her yerde? Vietnam’da ne işleri vardı? Orta Doğu’da ne işleri var? Şimdi de Afrika’yı ele geçirdiler…”
Yurttaşımızın “Orta Doğu’da ne işleri var?” sözü beni yıllar öncesine götürdü. Sovyetler Birliği’nin yeni dağıldığı yıllardı. Kuveyt’ten dönmüş, Bakanlık’ta Orta Doğu Dairesi’ne atanmıştım. Brüksel’de katıldığım bir toplantıda Orta Doğu bölgesindeki gelişmeler tartışılıyordu. İran, Irak, Suriye ve Libya riskli ülkeler olarak niteleniyordu. Yıllar içinde o riskli ülkelerden Irak, Suriye ve Libya’nın başına gelenleri gördük.
Bugün de İttifak’ın önde gelen üyelerinin bölgeye yönelik izledikleri politika Türkiye açısından kaygı verici. Onların bölgemize yönelik stratejik hedefleri, çıkarları, teröre bakış açıları Türkiye’nin milli güvenliğine ters düşüyor. Nitekim NATO sonuç bildirgesinde de Türkiye’nin kaygılarını karşılar nitelikte bir ifade yer almamakta. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Newsweek dergisine verdiği demeçte, “Müttefiklerimizden temel beklentimiz, benzer bir terörle mücadele yaklaşımı benimsemeleridir. Ne yazık ki, şimdiye kadar müttefiklerimizden beklenen düzeyde destek ve dayanışma almış değiliz” sözleri de terörle mücadeleye farklı bakış açılarının bir ifadesi niteliğinde.
Öte yandan, Türkiye’nin Rusya-Ukrayna krizinde izlediği politika da İttifak üyelerinden farklı. Türkiye ile NATO’nun diğer müttefikleri arasında görülen en önemli fark, diğer üyelerin barışı gündemlerine almamaları. Başta ABD, kimi İttifak üyesi savaş tamtamları çalarken Türkiye ise savaşın kazananı olmayacağı görüşünde. Barış görüşmelerinin önemine inanıyor. Tarafların biran önce barış masasına oturmaları gerektiğini savunuyor. Karadeniz’e, Boğazlar’a vs. Ankara’nın bakış açısı da Washington’dan, Brüksel’den farklı.
Türkiye isabetli, dengeli bir tutum izliyor…
Fotoğraf: Cumhurbaşkanlığı