NATO, İkinci Dünya Savaşı sonrasında 4 Nisan 1949’da ABD, Kanada ve on Avrupa ülkesinin Washington’da Kuzey Atlantik Antlaşması’nı imzalamasıyla kuruldu.
Askeri ittifakın komünist Sovyetler Birliği’nin yayılmacı emellerine karşı koyması, Batı Avrupa’da milliyetçi militarizmi önlemesi hedeflenmişti. NATO’nun kuruluşuyla aynı zamanda ABD’nin Avrupa’da kalıcı angajmanı da garanti edilmişti.
ABD ilk kez 1945 yılında atom bombasını Japonya’nın Hiroşima kentinde kullandı, Sovyetler Birliği de ilk atom bombası denemesini 1949 yılında gerçekleştirdi. Tansiyon giderek tırmanıyordu. NATO, üye ülke topraklarına yapılacak herhangi bir saldırıya mümkün olan en büyük nükleer saldırı ile karşılık verileceğini duyurmuştu.
9 Mayıs 1955’de, o dönem ikiye bölünmüş olan Almanya’nın batısındaki Federal Almanya Cumhuriyeti, hararetli tartışmaların ardından NATO ittifakına katıldı. Bundan sadece beş gün sonra, Sovyetler Birliği’nin önderliğinde Varşova Paktı kuruldu. Doğu Almanya, yani Demokratik Almanya Cumhuriyeti de (DDR), Varşova Paktı’nın bir parçası oldu. Batı ve Doğu olarak ikiye bölünmüş Almanya’yı, Demir Perde ayırdı.
1961’deki Küba krizi, ABD ve Sovyetler Birliği’ni nükleer savaşın eşiğine getirdi. Bir noktada Moskova’daki liderlik geri adım attı, Küba’da nükleer silah konuşlandırılmayı durdurdu, çünkü ABD’nin o dönemki başkanı John F. Kennedy tarafından nükleer saldırı ile tehdit edildi.
Taraflar, Küba krizi ve 1961’te Berlin Duvarı’nın inşası nedeniyle tırmanan gerilimi, ihtiyatlı bir şekilde düşürmeye karar verdiler. Soğuk Savaş’ın sıcak bir savaşa evrilmemesi gerekiyordu. NATO da konseptini değiştirdi. Artık olası bir Sovyet saldırısına karşı “esnek bir tepki”, yani kademeli olarak artacak askeri bir yanıt verilmesi kararlaştırıldı. Caydırıcılık bakımından nükleer yanıtın son çare olması öngörüldü.
NATO ile Fransa arasında 1966’da görüş ayrılıkları yaşanmaya başlandı. Dönemin Fransa Cumhurbaşkanı Charles de Gaulle, askeri kararlarda bağımsız olma konusunda ısrar etti ve Fransa ittifakın askeri kanadından, komuta yapısından ayrıldı. NATO karargâhını, Paris’ten Brüksel’e taşımak zorunda kaldı. Fransa’nın ittifakın askeri kanadına dönüşü ise ancak 2009 yılında gerçekleşti.
Varşova Paktı’nın çöküşü
Sovyetler Birliği 1979’da Afganistan’a girdi ve Avrupa’ya nükleer başlıklı SS-20 orta menzilli füzeleri konuşlandırdı. NATO da buna orta menzilli füze yetkinliklerini artırarak yanıt verdi.
Sovyetler Birliği, 1985 yılında reformcu olarak nitelendirilen Mihail Gorbaçov’un Komünist Parti ve ülkenin başına geçmesiyle birlikte büyük bir değişim sürecine girdi.
Doğu ile Batı arasındaki ihtilafta gerilim düşürüldü, silahsızlanma anlaşmaları imzalandı. 1981-1989 yıllları arasında görev yapan dönemin ABD Başkanı Ronald Reagan Gorbaçov’a Berlin’deki duvarı yıkma çağrısı yaptı.
Komünist devletler bloğundan kopan ilk ülke Polonya oldu. Ardından Doğu Almanya 1989’da yıkıldı. Sovyetler Birliği müdahale etmedi.
NATO, yeniden birleşmiş bir Almanya’nın Batı’nın askeri ittifakının bir parçası olup olmayacağını tartışmaya başladı. İkinci Dünya Savaşı’nın galip güçleri olan Sovyetler Birliği, ABD, Fransa ve İngiltere bu soruya olumlu yanıt verdi. Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla birlikte, 1991 yılında Varşova Paktı dağıldı.
“Kurucu Senet” imzalandı
NATO’nun hasım olarak gördüğü Sovyetler Birliği dağıldı. Ancak NATO kendini feshetmedi. ABD liderliğindeki NATO’nun, Avrupa’da militarist milliyetçiliği önlemek ve demokrasi ile insan haklarını garanti altına almak için varlığını sürdürmesi gerektiği görüşü ağır bastı.
Savunma ittifakı, Rusya ile yeni bir tür stratejik ortaklık arayışına girdi. NATO ile Rusya Federasyonu ilişkilerini, 1997’de Paris’te “Kurucu Senet” imzalayarak kurumsallaştırdı. Bu senet, Rusya’nın doğuya doğru genişlemeyi veto etmemesini ve NATO’nun da yeni üye ülkelerde kalıcı olarak asker bulundurmamasını garanti ediyordu.
Aslında 1991 yılında Rusya devlet başkanı olan Boris Yeltsin, o günlerde ülkesinin NATO üyesi olup olmaması gerektiğini değerlendiriyordu. Hatta bu konu daha sonra Rusya Devlet Başkanı olan Vladimir Putin tarafından da 2000 yılında gündeme getirilmişti.
Bu arada dağılmakta olan Yugoslavya’da iç savaşları yatıştırmak ve Avrupa’yı tırmanan gerilimden korumak için NATO 1990’larda aktif hale geldi. 1995’te 60 bin kişilik IFOR barış gücü Birleşmiş Milletler’in (BM) verdiği yetkiyle Bosna-Hersek’e konuşlandırıldı.
NATO 1999 yılında Sırp ve Yugoslav birliklerini Kosova’dan çekilmeye zorlamak için Sırp şehirlerini bombaladı. Birleşmiş Milletler’e (BM) göre, Kosovalı Arnavutların sistematik olarak yerlerinden edilmesi, insani bir felakete yol açabilecek noktadaydı. Ancak BM, bir NATO misyonu için yetki vermedi. NATO, uluslararası hukuka göre son derece tartışmalı olan görevi kendisi üstlenme kararı aldı.
İttifakın, KFOR ismini taşıyan barış gücü bugün de Kosova’da mevcudiyetini koruyor. Ancak aradan 25 yıl geçmesine rağmen Sırbistan ve Kosova arasındaki ihtilaflar çözüme kavuşturulamadı ve son dönemde de taraflar arasında gerilim tırmanıyor.
5. madde ve krizler
Kuzey Atlantik Antlaşması’nın bir üye ülkeye yapılan saldırının tüm ittifaka yapılmış bir saldırı sayılacağını ve üye ülkelerin saldırıya uğrayan ülkeye yardım etmelerini öngören 5’inci maddesi bugüne kadar sadece bir kez, ABD’nin 11 Eylül 2001’de hedef olduğu terör saldırıları sonrasında uygulandı.
NATO liderliğindeki uluslararası birlikler ülkeyi özgürleştirmek ve demokrasiyi inşa etmek iddiasıyla Afganistan’a girdi. Ama 20 yıl sonra, 2021 yılında bu operasyon büyük bir hüsranla sonuçlandı.
ABD’nin ani kararı nedeniyle Batı’nın askerleri kaotik koşullarda ülkeyi terk etmek zorunda kaldı.Üstelik Taliban, Afganistan’da yeniden iktidara geldi.
NATO başka krizlere de sahne oldu. NATO’nun lider gücü ABD’nin eski başkanlarından Donald Trump’ın ittifakı “modası geçmiş” olarak nitelendirmesi, Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un “NATO’nun beyin ölümünün gerçekleştiğini” söylemesi bunlara örnek teşkil ediyor. Bu tür çıkışlar, ittifakın bir amaç krizi yaşamakta olduğu yorumlarına yol açtı.
İşin ilginç tarafı, gelinen noktada NATO’nun amacının ve misyonunun ne olduğu sorusuna, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in kendisi yanıt vermiş oldu. Rusya’nın 24 Şubat 2022’de Ukrayna’yı işgal etmesinden bu yana, ittifak açısından Rusya’nın hasım olduğu ve bu tehdide karşı ittifak topraklarının savunulması gerektiği netleşti. Tıpkı NATO’nun 1949’daki kuruluşunda olduğu gibi.
Putin, 2008’den beri NATO’nun doğuya doğru genişlemesine karşı çıkıyor. NATO ise Nisan 2008’de somut bir tarih vermemekle birlikte Ukrayna ve Gürcistan’a bu yönde bir adım atma sözü vermişti.
NATO zaten 1999’da Rusya’nın onayıyla Polonya, Çek Cumhuriyeti ve Macaristan’ı üye olarak kabul etmişti. Bu iki ülkeyi 2004 yılında Slovakya, Slovenya, Romanya ve Bulgaristan’ın üyelikleri izledi.
Giderek daha otokratik devlet başkanı haline gelen Putin kendisini kuşatılmış hissetmeye başladı, 2014 yılında Ukrayna’nın Karadeniz’deki yarımadası Kırım’ı ilhak etti ve Ukrayna’nın doğusundaki Rus ayrılıkçıları kontrol altına aldı.
NATO buna doğu kanadına küçük birlikler yerleştirerek ve bir müdahale gücünün operasyonel hazırlığını arttırarak karşılık verdi. Bu arada ittifakın genişlemesi de devam etti, Hırvatistan, Arnavutluk, Karadağ ve Kuzey Makedonya ittifaka katıldılar.
İsveç ve Finlandiya
Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısı Avrupa’nın güvenlik mimarisinde büyük bir değişime yol açtı. Daha önce tarafsız olan Finlandiya ve İsveç, NATO’ya üyelik başvurusunda bulundu. Önce itiraz eden Türkiye ve Macaristan’ın onay süreçlerini tamamlamasıyla bu iki ülke ittifaka kabul edildi.
NATO artık 32 üyeli bir savunma ittifakı ve en önemli görevi de ittifak topraklarının savunması.
İttifak, Rusya-Ukrayna savaşına taraf olmak istemiyor. Ancak üye ülkeler Ukrayna’ya destek veriyor ve bu savaş bitene kadar da sağlanan mali ve silah desteğinin süreceği konusunda Ukrayna’ya verilmiş sözleri var.