Dr. Nevin Sütlaş
NASA lafını ilk duyuşum Apollo 11 yüzünden. Sene 1969, ben 10 yaşındayım ve bizim eve ilk kez televizyon girdi. Çünkü Ay’a ayak basılacak ve bu inanılmaz olay televizyondan naklen yayınlanacaktı. Daha doğru dürüst telefon görüşmesi yapılamayan ülkemizde bu olay yüzünden televizyon satışları patlamıştı.
Başka türlüsünü bilmediğimizden normali budur zannettiğimiz karıncalı bir görüntü ve ne dediği anlaşılamayan çok hışırtılı ses ile ailecek merakla izlediğimiz Apollo 11 inişinin spekülasyonu hâlâ bitmedi. Ay’a sahiden inilmiş miydi yoksa her şey düzmece miydi?
Doğrusu bu soru ilk günlerin heyecanı içinde hiç sorulmamıştı ama sonrasında çok soruldu. Kuşkular zamanla azalacağına çoğaldı. Geçen hafta hem Ay’a füze fırlatan üssü hem de Apollo füzelerinin ve Ay’a inişin anlatıldığı özel bölümü biz de kuşkuyla gezdik. Filmler izledik, maketler ve gerçek roketler gördük. Anlattıkları her şeyi dinledik. Sonuçta kuşkumuz pekişti. Yok, inmemiş bunlar kanısıyla döndük Kennedy Uzay Merkezinden.
Ne uzay biliminden ne de füze teknolojisinden anlarken niye bu kanıya eriştik dile getirmesi zor. Ancak anlatılanlar zorlama, gösterilenler çok yetersiz göründü gözümüze. Sonunda ben de komplo teorisyenleri gibi kendi senaryomu yazdım. Üstelik kendim yazdım, kendim inandım.
İkinci Dünya Savaşı sonrasında süper güçlerin hepsinin boynu bükük kalmıştı. Hegemonyalarını kabul etmek yerine direnenlerin bizimki gibi yeni ve ulusal devletler kurması bu devleri fena sarsmıştı. Egolarını kabartmaya ihtiyaçları vardı: Amerikan başkanı haykırıyordu:
“Ulu dağların zirvesine tırmanmak bize yetmez (Fransa’nın zevahiri kurtarmak için oluşturduğu Alp zirvesi tırmanışına gönderme). Biz Amerika’yız. Biz en büyüğüz ve en büyük işi başaracağız. Evet, kolay değil. Biz de zaten bunu çok zor olduğu için yapacağız. Ay’a ayak basacağız…”
Rusya, Nazilerle savaşırken çok mal ve can kaybetmişti ama sonuçta Amerika’dan önce Berlin’e girmiş, Hitler’in canına okuyan olarak tarih yazmıştı. O yüzden 2. Dünya Savaşı’nın yol açtığı onca yıkıma rağmen egosu tavandaydı. Amerika o savaş sırasında rakibi Rusya kadar büyük yıkımlara uğramamışsa da halkına zafer diye gösterebileceği pek bir şey de yoktu. Kendi sularında demirli duran donanmasını ta okyanus ötesinden gizlice gelerek batıran Japonların ağzının payını vermek için Japonya’ya attığı atom bombalarıyla övünecek değildi ya. Üstelik o bombayı da Nazizm’den kaçan bir Alman (Einstein) yapmışken.
Dünya savaşı paylaşımı istedikleri gibi sonuçlanmayınca, Amerika ile Rusya uzay için yarışmaya başlamıştı ama üstünlük açık ara Ruslardaydı. Uzaya ilk yapay uyduyu Ruslar göndermişti (1957-Sputnik). Bir hayvanı füzeye koyup uzaya ilk onlar göndermiş (aynı yıl), ilk insanı da onlar göndermişti(1961). Artık Amerika’nın gol atması lazımdı. Başkan boşuna konuşmuyordu; büyük olduklarını kanıtlamalıydılar.
ABD’nin okul müfredatlarını değiştirmeye kadar varan onca çabası moral yükseltecek gelişmeyi sağlayamadı. Rusya’nın Ay’a insan indirmeye çalıştığını CIA öğrenince, uzay yarışını sürdüren Gemini projesi durdurularak “Apollo” projesine geçildi (1961). Adını Yunan Tanrısı Apollon’dan alan bu NASA projesi Ay’a Ruslardan önce inebilmeyi hedefliyordu. İlk Apollo füzesi 1967’de ateşlendi ama göğe fırlayacağına olduğu yerde tutuşup patladı. İçindeki 3 astronotla birlikte yanıp yok oldu. Apollo 2, Apollo 3, Apollo 4… denendi ama bir türlü olmadı.
Ruslar Vostok 1 (1961) ile uzayda ilk insan, Vostok 2 ile uzayda geçirilen ilk tam gün (1961), Vostok 3 ve 4 ile uzayda ilk 2 araçlı uçuş (1962), Vostok 5 ile uzayda en uzun tek kişilik uçuş (1963), Vostok 6 ile uzayda ilk kadın astronot (1963) vb. ile üst üste “uzayda ilk…” demişti.
ABD ise Gemini ve Apollo projeleri ile pek de kayda değer bir “ilk” gerçekleştirememişti. Nihayet Apollo-8 Ay’ın yörüngesine oturarak birkaç tur dönmeyi becerdi (1968). Bu başarının ardından Apollo 9 ile Ay’a ineceklerini bütün dünyaya ilan ettiler. İniş için füzeye örümcek gibi bir ayak takımı da eklediler ama ayın yörüngesine giriş bile mümkün olmadı. Apollo 10, örümceğiyle birlikte yörüngeye girdiyse de iniş gene olmadı. Olmadı mı olmuyordu. ABD’de başkanlar değişiyor, hırs değişmiyor, Ay’a inme hayali bir türlü gerçekleşmiyordu.
Temmuz 1969’da Apollo 11 tam Ay’ın yörüngesine girecekken bağlantı kesildi. ABD içinde ve çevresindeki adalarda onlarca veri kaydedicinin tüm iletişimi kesildi. Bütün dünya ekrana kilitlenmiş beklerken araç kaybedilmişti… (Bence bu olasılığa karşı hazırlanan B planı yani önceden hazırlanan sahte görüntüler işte tam o sırada yürürlüğe sokuldu)
İletişim kopukluğu belli bir süre sonra giderildi ve beklenen gol atıldı: Uzay aracı o sırada Ay’a inmişti. Gemi komutanı olan Neil Armstrong Ay’a ilk adımı attı, hatta Ay’da neredeyse taklalar attı. Diğer iki astronot Collins ve Aldrin pilottu. Aldrin, Amstrong’u filme kaydetti, yayınlanmasını sağladı. Collins hiç dışarı çıkmadı, geminin içinde bekledi (!) Sonra da üçü birden kolayca geri döndüler. ABD nihayet amacına ermiş, tarihin akışını değiştirmişti…
Sonrasında dünyanın en ünlü adamı olan Neil Armstrong bu konuda röportaj vermedi. Babamla aynı yıl, 1930’da doğan Ohiolu Armstrong, ABD meşhurlarında adet olduğu üzere kitap yazmadı, şehir şehir dolaşıp konferanslar vermedi. Bu olağanüstü deneyimini dillendirmedi. Utangaç mizaçlıydı denildi…
Armstrong yeni yetmeliğinde çok ataktı. Askeri öğrenci olarak üniversiteye burslu girmişti. Henüz 16 yaşındayken lisanslı pilot olmuştu. 20 yaşındayken Kore savaşına katılmış 3 madalya ile dönmüştü. Dönüşte eğitimini tamamlamış, 25 yaşında iken NACA’ya sonra da NASA’ya katılmıştı. NASA’nın Apollo öncesindeki “Gemini” projesinde de başarılara imza atmıştı. 20 Temmuz günü Ay’ın yüzeyine ayak bastığında-Türkçede farklı çeviriler olsa da- “bir insan için minik bir adım ama insanlık için devasa bir adım” diyerek tarihe geçti. Demek dil yeteneği de güçlüydü…
Amstrong Ay’a inişinden 2 yıl sonra NASA’dan ayrıldığında 41 yaşındaydı. Sonra Ohio Üniversitesinde profesör oldu. 7 sene hocalıktan sonra bıraktı, havacılıkla ilgili özel şirketlerde üst düzey görevler aldı. Ulusal uzay projelerine danışmanlıklar yaptı. Amerikan başkanlarınca defalarca ödüllendirildi. Amerika’da dağa taşa, akla gelen gelmeyen her şeye adı verildi. Berberi kestiği saçlarını gizlice sattı. Adına televizyon dizileri çekildi. Çok ünlü ama çok ünlü oldu.
“Ay’a inme operasyonu baştan sona sahteydi” diyenlerle “her şey sahte değildi sadece Ay’a inilememişti” diyenler hep kapıştı. Her iki tarafın da bilimsel kanıtlara dayanan itirazları vardı. Bayrak sallandı, gölgeler vardı vb.’nin çok ötesinde kanıtlar bunlar. Kuşkulara cevap diye sunulanlarsa daha da kafa karıştırdı. O yüzden üstünden yarım asır geçmesine rağmen hâlâ sahte miydi değil miydi, sahteydiyse ne kadarı gerçekti, nereden sonrası sahteydi diye tartışılıyor…
Bu Amerikan başarısının ardından Ruslar yenilgiyi kabul ederek Ay’a gitme projesini rafa kaldırdı ve bir daha da sözünü etmedi. Ancak benim şiddetle merak ettiğim bir şey var: Acaba bu konuda şimdilerde ne diyorlar? Sokaktaki adamdan söz etmiyorum. Rusya’da uzay bilimci yetiştiren okullarda, uzay bilimi tarihi diye bir ders vardır herhalde. İşte o derste Apollo 11’in Ay’a iniş konusunu nasıl işliyorlar acaba?
Keşke Ay’a iniş hikâyesinin öte dünyadaki yankısını bilme şansım olsaydı. Hiç değilse uzay bilimci bir Rus’la konuşma şansı olan bir tanıdığım olsaydı. Hatta tanıdığın tanıdığına bile razıyım. Her şey o kadar masal gibi ki bizzat çağdaşı olduğum bir olayı birinci ağızdan dinlemeyi geçtim, kulaktan dolma dinlemeye de razıyım ama nerede?
“Gerçeklerin eninde sonunda ortaya çıkmak gibi bir özelliği vardır” derler. Küçük mevzularda bu doğrudur da büyük yalanların üstünden vakit geçtikçe daha da pekiştiğini bilerekten, ben de gene hep yaptığımı yapıyor, kesin olarak bilmediğime inanmama hakkımı kullanıyorum.
Bırak görüntüyü, yumurtanın ve sütün bile sahtesinin yapıldığı bir çağda, herkes kendi kanıları ve sanılarından ibaret değil mi zaten?
İlk inişin sonradan yayınlanan videosunu görmek isterseniz: