Dün sabah Milliyet’in spor sayfasında rahmetli Namık Sevik’in adını bir haberin başlığında görünce hemen okumaya başladım.
“Türk spor basınının duayeni ve Milliyet Spor Servisi’nin unutulmaz müdürü Namık Sevik’i, ölümünün 38. yıl dönümünde bugün anacağız” diyordu haber.
Adı bir kurumla özdeşleşmiş kişinin 38 yıl sonra bile unutulmaması elbette takdir edilmesi gereken bir davranıştı ama bir sonraki cümle trajikomikti:
“Gazetecilik heyecanının giderek kaybolmaya yüz tuttuğu, meslek ilkelerinin çoğu zaman unutulduğu, geleneklerin bir bir kenara konulduğu bir dönemde, onun eşsiz iş ahlakını özleyenler; Namık Sevik gazeteciliğini, duruşunu hasretle yine anacak.”
Bu cümle trajikomikti çünkü Milliyet’in efsane müdürünü unutmaması ne kadar güzelse, onun adı üzerinden spor medyası eleştiri yapmaya kalkması da o kadar ironikti. Çünkü “Namık Sevik gazeteciliği”ni çoktan unutan bizzat Milliyet’in kendisiydi.
1986 yılının Nisan ayında girdiğim Milliyet’te gazete binasında çok görsem de Sevik’le hiç tanışmadım. Spor Servisi’ne girdiğimde masasında ciddi ve biraz da asık yüzle oturduğunu hayal meyal hatırlıyorum. Bir de çalışanların ondan çekindiği aklımda kalmış.
Evet, belki kendisiyle tanışmamıştım ama çocukluktan beri Milliyet okuduğum için, o yıllardaki pek çok kişi gibi iddialı spor sayfasını yakından takip ediyordum. Zaten o zamanlar Milliyet’in bir adı da “arkadan okunmaya başlayan gazete”ydi çünkü spor sayfası en arkadaydı. O yüzden Milliyet’i spor haberleri için alanlar gazeteyi en arka sayfadan okumaya başlardı.
Bu gelenek hatırladığım kadarıyla 2000’li yıllarda, arka sayfanın reklam potansiyelini değerlendirme gerekçesiyle terk edildi.
Ama asıl önemlisi, şimdi Milliyet’in ironik biçimde övdüğü “Namık Sevik gazeteciliği”nin yerini “okut da nasıl okutursan okut” gazeteciliği almaya başladı.
Üstelik bu değişim inanılmaz bir hızda yaşandı. Sözü burada, Milliyet’in bir başka efsane spor yazarının, İslam Çupi’nin Sevik’in 8. ölüm yıl dönümü olan 21 Ağustos 1996’da yazdığı yazıdan bir bölüme bırakalım:
“21 Ağustos’ta birlikte geleceğiz Çakaldağı mezarlığındaki sizin eve Namık Abi…
Bizi nasıl karşılayacaksın, bilmiyoruz…
Belki öfkeli, belki biraz kırık ya sevecen ya da okyanus suları kadar çok hoşgörüyü üstümüze dökerek, kirlenmiş vücutlarımızı bir güzel yıkayarak…
Şikayet edeceksin bizi… Belki tanrıya, belki ondan öte bir makama…
“Ne yaptınız İstanbul’a” diyeceksin. Oradan atlayacaksın basına.
“Bu kadar yalan dolan, bu kadar mübalağa ve tevzirat, hocanız kim oldu ki, evladım.” Cevap veremeyeceğiz, yüzümüze mahcubiyet denen kırmızının en belirgin tonu oturacak, sana değil, toprağa bakacağız, birlikte…”
Çupi’nin yazısının tarihine dikkat edelim: 1996 yılında yazmış bu satırları. Yani yıllar yıllar önce… Peki bu tarih neden önemli? Çünkü 1990’ların başı Türkiye’de özel televizyon kanallarının yayına girdiği tarih. Çünkü bu aynı zamanda siyaset dahil habercilikte magazinleşmenin zirve tırmanışın başladığı tarih.
Yazıyı daha fazla uzatmaya gerek yok…
Günümüzde spor muhabirleri izlemekle görevli oldukları futbol takımlarına göre hizalanmış durumda. Her muhabir aynı zamanda o takımın bir avukatı, daha doğrusu amigosu. Bu durum belki taraftarın hoşuna gidiyor ama bunun adı gazetecilik değil. Hele hele “Namık Sevik gazeteciliği” hiç değil. (Bu yazının konusu spor muhabirliği ama iktidar yanlısı ya da muhalif kanalları, gazeteler fark etmiyor, çoğu muhabir siyaset haberlerinde de farklı davranmıyor.)
Yaptıkları militanlığı gayet doğal bulan spor muhabirlerini görse rahmetli ne derdi bilemem elbette. “Islak sopayla döver miydi” bir fikrim yok. Ama bildiğim bir şey var: O muhabirler Sevik’in yönettiği spor servisinin kapısından hatta belki Babıali’den geçemezdi bir daha.
Kimdir?
1926 yılında İstanbul’da doğan Sevik, gazeteciliğe 1950 yılında Son Saat gazetesinde başladı. Spor gazeteciliğinin gelişmesi konusunda çalışmalarda bulundu. İstanbul Ekspres ve Akis dergisinde, Milliyet gazetesinde spor yazarı ve yönetici olarak görev yaptı. Türkiye Spor Yazarları Derneği’nin (TSYD) kurucuları arasında yer aldı, dernekte 1965-1970 yılları arasında genel başkanlık görevinde bulundu. Milliyette yayınlanan “Türk Spor Raporu” yazısıyla sporun sorunlarına ışık tuttu. Uzun süre Milliyet’te spor sorumlu müdürü olarak görev aldı. Gazetelere spor sayfasını kavramını getiren kişi olarak biliniyor.
Fotoğraf: Milliyet
İlgili yazı: