Olga Ocaklı PhD
Dünyada “ben mutsuz olmak istiyorum” diyen tek kişi bile bulamayız. Hepimiz bir şekilde mutluluğu bulma yolunda ilerlemek isteriz. İsteriz çünkü mutluluğa duyulan açlık, insan yaşamının itici güçlerinden biridir.
Her birimizin bizi mutlu edeceğine inandığımız hedefleri vardır, ancak bu hedeflere ulaştıktan sonra bile nedense hâlâ bir eksiklik hissederiz. Sanki arayışımızı sürdürmemiz gerekiyormuş gibi, sanki havuç hep daha ilerideymiş gibi hissederiz.
Bazı insanlar tutku ve zevklerin doyumsuz ve bağımlılık yapıcı olduklarını bilir, ancak yine de peşinden gider. Nitekim pek çokları neşe, keyif, haz, zevk gibi hoş deneyimlerin mutluluk olduğu inancına kapılır. Bu deneyimlerin egoyu beslediğini ve onu bir kısır döngü içinde tuttuğunu göremezler.
Bazıları ise dış görünüş, eğitim, eş, meslek açısından herkesten daha iyi olmayı bir numaralı öncelik haline getirerek mutlu olacaklarını düşünür. Mükemmel olmaya çalışmak benliğe ilişkin yaptığımız yanlış bir varsayımdır. Herkes gibi bizim de eksiklerimiz olabileceğini kabul edebilir ve mutluluğu eksiklerimizle aramaya başlayabiliriz.
Bugün kariyer uğruna aile, içtenlik, vefa ve empatinin göz ardı edilebildiği bir dünyada yaşıyoruz. Günün hızlı temposuna kapılan bireyin kendini tanıma fikri aklına gelmez. Küçük yaşlardan itibaren aileden, okuldan ve çevreden öğrenilen sosyal kalıplara göre hareket eder. Çoğu insan bu yüzden kendi mutluluk pusulasını aramak yerine, başkalarında işe yaradığına inandığı mutluluk reçetelerini uygulamayı dener.
Kişi kendini tanımaya başlayana kadar öz doğasını olduğu gibi kabul edemez, eksiklik arar. Yaşamı, sürekli dış hamlelerle uğraşılan bir satranç oyunu olarak algılar. Bu yüzden de kendi doğasıyla barışık olmanın nasıl özgürleştirici olduğunu bilemez. Kendini tanıma arayışı, özünde her bireyin kendince dünyaya sunabileceği bir hizmettir.
“Kendimi gerçekten ne kadar iyi tanıyorum” diye sorabilir ve yanıtımıza “kimse beni benden daha iyi tanıyamaz” diye başlayabiliriz. Duygu ve düşüncelerimizi, değerlerimizi, beklentilerimizi, bizi neyin mutlu ettiğini ya da üzdüğünü ve tüm bunlara verdiğimiz tepkileri kim bizden daha iyi bilebilir?
Farkındalığa ve mutluluğa ulaşmak için her şeyi bırakıp Himalaya Dağlarında bir aşrama taşınmanız gerekmez. Kendini tanımanın en kestirme yolu kişisel gelişim süreçlerini dışsal değil, içsel yönlü yürütmektir. Bu sayede değişim önce bireyin düşünce dünyasında gerçekleşir, sonra davranışlarına yansır, daha sonra da dış dünyada fark edilir hale gelir.
L.N. Tolstoy şöyle demiştir: “Yaşamdaki tüm büyük değişimler küçük bir düşünce kıvılcımıyla başlar. Değişimlerin iyi yönlü olabilmesi için, önce vicdanın arzusuna uygun olarak düşüncenin sevgi yönünde dönüşmesi gerekir.”
Her şeyin sürekli değiştiği bir evrende yaşıyoruz. Her birimiz, iç evrenimizde gerçekleşen öznel değişimleri tanıma ve “bilinçsel büyüme” formatına kanalize etme yeteneğine sahibiz. Dönüşümsel gücümüzün farkında olmak, gelecek günlere daha bilinçli hazırlanabilmemiz için önemlidir.
Karmaşık hayatlarımız akıp giderken farkındalığın farkında olamayabiliriz. Farkındalık, mutluluk arayışında ihtiyacımız olan yetkinleşmenin pusulasıdır.
Kendimizi analiz ederek, iyi tanımadığımız yönlerimize ilişkin farkındalık geliştirebiliriz. Bu yönlerimizi belirlemek ve güçlendirmek ciddi zaman ve emek gerektirir. Hazırım diyorsanız hemen şimdi başlayalım. Örneğin şu soruyla başlayabiliriz: Düşüncelerim, sözlerim ve eylemlerimde öfkeden ve şiddetten gerçekten arınmış biri miyim?