Türkiye’de müthiş bir umut dalgası gözlemliyorum. Anketlerden çıkan sonuçlar muhalefettekileri heyecanlandırıyor.
İktidardakiler ise, bir daha kazanacaklarına emin gibiler. İki taraf da umutlu. İktidar hep umutluydu zaten, hep kazandığı için. Muhalefetin umutlu olması ise, herhalde 20 küsur yıl sonra ilk kez. Bu umut aynı zamanda yüksek bir beklenti yaratıyor. Yeni yönetimden büyük işler yapmaları bekleniyor. Bu beklenti ne kadar karşılanır, tartışmalı. Zaten yeni yönetim, bir enkaz devralmış olacak. Bunu eskiden de söylerdik; ama bu kez fiziksel olarak deprem enkazı da katıldı enkaz tanımlamalarına… Kimilerine göre, bu yönetim, fazla parçalı olduğu için kısa sürede dağılacak. Kimilerine göre ise, o zamana kadar AKP kendi içinde bölünüp eriyecek. Birlikte göreceğiz. Akşener’in geri çekilmesi, olumlu bir sonuç getirdi: Resme İmamoğlu ile Yavaş da eklendi. Böyle olunca, onlar için ayrılan yüksek orandaki oy, Kılıçdaroğlu’na gidiyor. Belki muhalefet seçmeninin bilmesi gereken bir nokta daha var: Akşener’in çıkışı gibi çıkışlar, iktidar alındıktan sonra daha sık olabilir ve başka oyunculardan gelebilir. Dışlayıcı değil kapsayıcı olmanın yollarını bulmalıyız. Yoksa bu, iktidar olana dek süren, sonra da dağılan bir koalisyona dönüşecek. Birinin ötekine Anayasa fırlattığı günler görmek istemiyoruz.
Seçimin politik psikolojisi
Seçmen profilleri, dörde ayrılır: Ekonomik seçmen, ideolojik seçmen, sosyolojik seçmen ve psikolojik seçmen. Bunları başka çalışmalarda anlatmıştık. (*)
Ekonomik seçmen, ekonomik olarak nasıl düze çıkacağımıza ikna olmalı. Hepsinden önce, ekonomik olarak düşüşte olduğumuzun henüz farkına varmadıysa farkına vardırılmalı.
İdeolojik seçmen, yenilgi karşısında partiyi bırakmayan çetin çekirdek seçmendir. Ancak, AKP aynı zamanda bir pasta partisidir. Paylaşılan pasta kalmayınca dağılması olasıdır.
Sosyolojik seçmen, başkalarının, özellikle de yakınlarının ne yaptığına bakar. İktidar yanlısı olanlarla daha fazla tartışma içine girilmeli; ideolojik seçmen dışı destekçiler ikna edilmelidir.
Psikolojik seçmen, liderin karizmasına kapılır gider. Bu nedenle, Kılıçdaroğlu’nun dürüst siyasetçi vasfı öne çıkarılmalıdır.
Sağlık psikolojisinin ana hatları
Tıp bayramı vesilesiyle, sağlık psikolojisinin ana hatlarını gözden geçirelim. Bir kere, görece yeni bir alan olan sağlık psikolojisi, sağlığın psikolojiye ve psikolojinin sağlığa olan etkisi üstüne çalışan bir alandır.
“Sağlam kafa sağlam vücutta bulunur” denir ama tersi de doğrudur: “Sağlam vücut, sağlam kafada bulunur.” Psikolojimiz iyi olacak ki sağlığımız düzgün olsun. Aynı biçimde, sağlığımız iyi olacak ki psikolojimiz düzgün olsun.
Sağlık psikolojisinin temel yaklaşımı, biyo-psiko-sosyal yaklaşımdır. Buna göre, sağlık, biyolojik, psikolojik ve sosyolojik boyutlarıyla bir bütündür. Sağlıklı olmamızda, sağlığa yönelik tutumlarımız, inançlarımız ve davranışlarımız belirleyicidir.
Kimilerimiz, küçük bir sorunda bile doktorun yolunu tutar; kimilerimiz geciktirir, böylelikle tedaviye geç kalınmış olur. Kimimiz sağlığımızı çok önemser, ona göre davranır. Kimilerimiz öyle yapmaz. Bu tutum, inanç ve davranışlar çocukluktan geldiği için, bu dönemi sağlık psikolojisi oldukça önemser.
Stres, sağlık psikolojinin sık çalıştığı bir konudur. Stresin bağışıklık sistemini zafiyete uğratarak hastalıklara davetiye çıkardığını biliyoruz. Bir diğer konu da, hastanın kronik hastalıklarla başa çıkmakta sağlıklı düşünüş biçimlerini bulmasıdır. Sağlık psikolojisi, umutsuzluk yerine iyimserliği savunmasıyla, pozitif psikoloji alanıyla çakışır. En genel hatlarıyla sağlık psikolojisini tanımlamış olduk. Bu vesileyle, sağlık emekçilerinin tıp bayramını kutlarız.
Baba ölümü-anne ölümü
Hangisi daha zordur? Anne ölümü mü baba ölümü mü? Belki elmayla armut karşılaştırması bu.
İkisinin de yeri ayrı. Ama babası ölmüş bir çocukla annesi ölmüş bir çocuğu karşılaştıralım. Eşitler mi? Halen ataerkil bir toplumda yaşıyoruz: Baba kaybı, anne kaybına göre daha ağır yaşanıyor. Annesi ölenin babası bir daha evlenir; babası ölenin annesi kolaylıkla evlenemiyor. Toplumda “dul kadınla evlenilmez” biçiminde bir tabu var; ama dul erkekle evlenilmesinde böyle bir engel konmuyor.
Ayrıca, iktidar birçok kadını ideal anne imgesiyle evlere kapattı. İstanbul’un varoşlarında okuma-yazma bilmeyen kadınlar halen var. Bunlar, eş kaybında ekonomik olarak düşkün oluyorlar. Olanakları varsa, kendi ailelerinden destek bekliyorlar.
Öte yandan, annesi-babası yaşayıp da büyük zorluklar çeken çocuklar da var. Anne ev hanımıdır, baba düşük maaşlıdır. Zaten maaşlar genel olarak kuş olduğu için, bu resme karşılık gelen aile bulmak zor değil. Ya peki elinizde birtakım kaynaklar varsa ve bunları babasızlara, anasızlara, her ikisine birden ve yoksul analı babalılara dağıtmak noktasında karar verici konumdaysanız?
İşte o zaman, “bu, elma-armut karşılaştırması” söylemi de geçersiz olur. Babasızlık, aşırı yoksulluğun bir göstergesi midir, ikincil midir; yoksa, bir kimlik tutkalı olarak yine de anlamlı mıdır? Sorular soruları getiriyor…
ulasbasar@gmail.com
(*) Bkz. Gezgin, U.B. (2013). Politik Psikoloji Açısından Direniş ve Seçimler. Bianet, 10.09.2013. https://bianet.org/bianet/siyaset/149784-politik-psikoloji-acisindan-direnis-ve-secimler