Mülkiye’den (Ankara üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi) değerli Anayasa Hukuku hocamız Prof. Dr. Mümtaz Soysal’ı beş yıl önce, 11 Kasım 2019’da kaybetmiştik.
1971 yılında SBF Dekanlığı ve 1994 yılında Dışişleri Bakanlığı yapmış, Türkiye’nin yetiştirdiği en önemli anayasa hukukçularından efsane hocamız Prof. Dr. Mümtaz Soysal’ı saygıyla anıyoruz.
21. Yüzyıl Planlama Grubu, 15-16 Kasım tarihlerinde Siyasal Bilgiler Fakültesinde ve Uğur Mumcu Araştırmacı Gazetecilik Vakfı’nda “Mümtaz Soysal’a Saygı” başlıklı bir anma programı düzenliyor. Hukuk ve anayasa üzerine değerli çalışmalara imza atan bilim insanı Soysal, çok yönlü mücadele alanlarıyla anılacak. Paneldeki konuşmacılar arasında Mülkiye’den sınıf arkadaşım eski TBMM Başkan Vekili (DSP) Uluç Gürkan da var. Katıksız Atatürkçü olan Gürkan, 1971 askeri müdahalesinin ardından Mamak Cezaevi’nde yatan aydınlarımızdan.
Mülkiye’de birinci sınıftayken (1964-65), Soysal’ın derslerini dinlemeye doyum olmazdı. O genç ünlü bir doçent, bizler de siyaset bilimine susamış gençlerdik. Çok etkileyiciydi dersleri. Tüm öğrenciler anlattıklarını pür dikkat dinlerlerdi. Öğrencileriyle arkadaş gibiydi. Öğrencilerin gözünde karizmatik bir hocaydı. Herkesin sorgulayıcı bir öğrenci olmasını ve mukayese edebilme yeteneğini kazanmasını isterdi.
Mülkiye’den öğrencileri, ölümünün 5. yılında sosyal medyada, hocaları ile ilgili sevgi dolu, özlem dolu mesajlar yayınlıyorlar, anılarını paylaşıyorlar. Bürokrasinin en üst kademelerinden emekli olmuş Mülkiyeliler, Soysal’ın öğrencisi olmaktan gurur duyduklarını yazıyorlar. Ben de buradan bir anımı paylaşayım…
Prof. Dr. Mümtaz Soysal İle en son 1995 yılbaşı gecesi UNICEF yararına Ankara Sheraton Hotel’de düzenlenen bir baloda aynı masadaydık (Aşağıdaki fotoğraf). O günlerin gündemindeki siyasiler hakkında espriler yapmıştı. Tatlı bir sohbetti yılbaşı gecesine uygun. Ülkemizin kimi zamanlar nerelerden nerelere savrulduğuna ilişkin bir anım da 70’li yılların sonlarına ait.
UNESCO İnsan Hakları Ödülü’ne (1979) Prof. Dr. Mümtaz Soysal’ı Dışişleri Bakanlığı aday göstermişti. O tarihte Bakanlıkta Birleşmiş Milletler Dairesinde Şube Müdürü’ydüm. İleriki yıllarda Türkiye’nin ilk kadın büyükelçisi olacak Filiz Dinçmen de Daire Başkanımız. Türkiye’nin insan haklarına önem atfeden demokratik bir ülke olduğunu uluslararası topluma anlatma gayretlerinde olduğumuz yıllardı o yıllar. Bu çerçevede o yıllarda Uluslararası Af Örgütü’nde önemli bir görev üstlenmiş olan Mümtaz Soysal’ın UNESCO İnsan Hakları Ödülü’ne aday gösterilmesinin ülkemiz açısından yararlı olacağını düşünmüştük. Soysal’ı aday göstermemize ilişkin yazıyı (olur belgesi) Bakanımız ve hocamız rahmetli Prof. Dr. Gündüz Ökçün’e onaylatırken, “Mümtaz’ı hem hapse attık hem insan hakları ödülüne aday gösteriyoruz. Ne ülkeyiz” mealinde sözler sarfetmişti. Bakanımız neden o sözleri sarf etmişti anlatayım…
Ülkemizdeki ideolojik kamplaşmanın keskinleşerek, kardeş kavgasına dönüştüğü, kan aktığı bir dönemde 12 Mart 1971 Askeri Muhtırası gerçekleşmişti. Muhtıranın ardından ülke çapında yapılan tutuklamalar çerçevesinde, SBF Dekanı Prof. Dr. Soysal da 18 Mart 1971’de Ankara Sıkıyönetim Komutanlığınca gözaltına alınıp tutuklanmıştı.
1971 de son sınıf öğrencisi olan bir Mülkiyeli Soysal’ın göz altına alındığı günü şöyle anlatıyor:
“Ne çok sevildi öğrencileri tarafından. Okulun merdivenlerinden koşarak inişi hâlâ gözümün önünde. Hepimiz hem ağlıyor hem de alkışlıyorduk. Etkisi çok büyük oldu. Dekan seçildiği zaman da inanılmaz sevinmiştik.”
Siyasal’daki hocalarımızdan Prof. Dr. Taner Timur, sosyal medyada Soysal’ın vefatından sonra 11 Kasım 2019’da o tutuklama ile ilgili olarak şunları yazmış:
“Soysal, sıkıyönetim zindanlarında, aylarca neden tutuklandığını anlamadan yattı. Aslında suçu iktidara teslim olmadan Fakülteyi yönetmeye kalkan dekan olmasıydı. Oysa TCK’da böyle bir ‘suç’ yoktu ve iddianameye de böyle bir ‘suçlama’ konulamazdı. Bu yüzden uygun bir ‘suç’ arandı ve sonununda da bulundu. Soysal, Anayasa ders kitabını ‘Marksist’ bir anlayışla yazmıştı ve TCK’nin komünizm propagandasını yasaklayan hükmünü çiğnemişti. Kargaların bile güleceği bu ‘gerekçe’ o karanlık günlerde normal (!) sayıldı; aslında kimsenin bir şeye gülecek hali yoktu… Mümtaz’ın hüküm giydiği son duruşma hâlâ gözlerimin önünde. Çok dik duran bir savunma yaptı; savcıya, savcılık kurumunun aslında insanları mahkûm etmek için değil, kinden, iftiradan ve haksız hükümden korumak için yaratıldığını söyledi ve hâkimlere, ‘hadi şimdi, odanıza çekilin ve hukukun gereğini yerine getirin.!’ mealinde bir şey söyledi. Onlar da çekildi; aralarında tartıştı ve içeri dönerek, ekseriyetle Anayasa profesörünü altı yıl, sekiz aya mahkûm edildiğini ilan ettiler…” (Soysal toplam 14,5 ay Mamak Cezaevinde kaldı).
Prof. Timur’un bu paylaşımını okurken yargı-siyaset ilişkisi üzerine günümüzde devam eden tartışmalar aklıma geldi. “Ankara cephesinde değişen bir şey yok dedim” kendi kendime.
Bakanımız olur belgesini onaylarken o günlere gönderme yapıyordu. O tarihlerde askeri müdahalenin ağırlığı her alanda yaşanıyordu. Deniz ve arkadaşları idam edilmek üzere yargılanıyorlardı. Basına sansür diz boyuydu. Kitaplar, dergiler yakılıyordu. TİP ve DİSK kapatılmıştı. Binlerce öğretim üyesi, öğrenci, gazeteci, sendikacı sorgulanıyordu. Ülkemizin değerli insanları Bahri Savcı, Sadun Aren, Faruk Eren, İlhami Soysal, Uğur Mumcu, Fakir Baykurt, Zülfü Livaneli, Cahit Talas, Mümtaz Soysal, Muammer Aksoy Mamak Cezaevi’nde demir parmakların ardında aynı kaderi paylaşıyorlardı. Türkiye bugünlere bir günde gelmedi, bilen bilir.
Siyasal Bilgiler Fakültesinde öğrenciyken Mümtaz Soysal gibi tanımıştık hocalarımız Muammer Aksoy, Bahri Savcı, Sadun Aren ve Cahit Talas’ı ( 1964-1968). Her birine hayrandık. Her birinin dersini büyük ilgiyle dinlerdik. Anlattıkları beyinlerimize kazınırdı. Keza İlhami Soysal’ın Uğur Mumcu’nun, Fakir Baykurt’un yazılarını büyük ilgiyle okur, Zülfü Livaneli’yi keyifle dinlerdik. Bugün onları yargılayanların adını anımsayan yok. Kendileri ise her daim sevgiyle, saygıyla anılıyorlar. Zülfü Livaneli hâlâ gönülleri fethetmeye devam ediyor.
Mümtaz Soysal hocamız genç yaşta parlak bir bilim adamıydı. Kurucu Meclis üyeliği ve Cumhuriyet tarihimizin en demokratik Anayasası olan 1961 Anayasasına katkıları onu ünlü yapmıştı. İzleyen yıllarda Doğan Avcıoğlu ile paylaştığı YÖN dergisi ise ününü daha artırmıştı. Sosyalist Kültür Derneğini kuran (1962) Soysal, Uluslararası Af Örgütü’nün İkinci başkanlığını da üstlenmişti (1974-1978).
Tahliyeden sonra Fakülteye dönen Soysal 1990’larda siyasete girmişti. 1991’de Sosyal Demokrat Halkçı Parti’den Ankara milletvekili seçildi. Kısa bir süre dışişleri bakanlığı yaptı (Temmuz-Kasım 1994). DSP’den Zonguldak milletvekili seçildi. 2002’de Bağımsız Cumhuriyetçi Parti’yi kurdu. Parlamentoda hükümet politikalarını sert biçimde eleştirdi, kimi konuları Anayasa Mahkemesine götürdü. KKTC’nin ilk Cumhurbaşkanı rahmetli Rauf Denktaş’ın anayasa konularında danışmanlığını yaptı. Çeşitli gazete ve dergilerde yazılar yayınladı.
İnandığı fikirleri cesaretle savundu. Düşüncelerinden ödün vermedi. Katıldığı uluslararası toplantılarda gurur verici, çok değerli katkılarda bulunurdu. Sadece bir hukuk abidesi, bir siyaset bilgesi değil, aynı zamanda “altın beyin” olarak nam salmış bir devrimciydi. Gerçek bir Atatürkçü ve ulusal solcuydu. İktidara destek olan “yetmez ama evet çilere şiddetle karşı çıkmıştı. “Başkanlık Sistemi”nin Türkiye’ye yeni bir sultanlık rejimi getireceğini ısrarla savundu. Bireysel özgürlüklere çok değer verirdi. Cumhuriyet değerlerine ve demokrasiye yürekten bağlıydı. Laiklik ve güçler ayrılığı ilkelerine sahip çıkar, “laiklik olmadan demokrasi olmayacağını” her vesileyle vurgulardı.
Unutulmaz hocamız Mümtaz Soysal’la ilgili olarak bunları yazarken diğer hocalarımıza haksızlık yapmak istemem. Mülkiye’deki tüm hocalarımızın son derece değerli bilim insanlarıydı. Yetişmemizde her birinin katkısı ölçülemez değerdedir. Mülkiye’deki öğrencilik yıllarımızda kişilik, kabiliyet, bilgi bakımlarından kazanımlarımız hocalarımız sayesinde oldu. Hocalarımız sadece bizlerin yetişmelerinde değil, ülkemizin çeşitli alanlardaki sorunlarıyla ilgili yaptıkları araştırmalarla da ülkemize değerli katkıda bulundular.
Bazı hocalarımız 1961 Anayasasının hazırlanmasına önemli katkılar sağladılar. Bu anayasanın getirdiği “üniversite özerkliği”nden güç olarak kimi zaman iktidarın yanlış politikaları üzerine bildiriler yayınladılar, uyarılar yaptılar. “Türkiye Yüzyılı”nda üniversitelerimizin o yıllardaki özerkliği özlemle hatırlanıyor. Aramızdan ayrılmış tüm öğretim üyelerimize saygı, sevgi, özlem ve minnetle anar, yaşayanlara sağlık, huzur, esenlik dolu nice yıllar dilerim…
Manşet fotoğrafı: BirGün