Hz. Muhammed yaşarken niçin Kuran’ın yazıya geçirilmesiyle ilgilenmedi?
Hz. Ömer Hz. Ebubekir’e “Kuran’ı yazıya geçirelim” dediği zaman Ebubekir niçin “Muhammed’in yapmadığı bir şeyi ben yapamam” dedi?
Peki Hz. Ömer Kuran’ı niçin yazıya geçirilmesini istedi?
Hz. Muhammed İslamiyeti evrensel bir inanç olarak görmemiş miydi? Böyle bir şeyi hiç düşünmemiş miydi? Bunun için mi yazılı hale gelmesiyle hiç ilgilenmemişti?
Hz. Muhammed’in Kuran’ı yalnızca Mekke ve Medine’deki Arap kabilelerin yaşamını düzenlemek için mi düşünmüştü?
Kuran’a eski Arap geleneklerinin yüzde 80’inin olduğu gibi aktarılmasının nedeni bu mudur ya da bu Kuran’ın Araplar için tasarlandığına kanıt olarak ileri sürülebilir mi?
Sorular ve yanıtlar
Prof. Dr. Mustafa Öztürk sürekli izlediğim bir din bilimci. Dine nesnel bakabilen ender din bilimcilerden biri. Hamasete kapılmadan, doğruya doğru yanlışa yanlış diyebilen, Kuran’da yazılanları net biçimde ortaya koyabilen bir bilim insanı. Onun söyleşilerini izlerken kafamdaki birçok soruya yanıt buluyorum. Tabii dinle ilgisi olmayan biri olarak benim merak ettiğim şeylerin Kuran’ın içeriğiyle ilgili şeyler olmadığını söylememe gerek yok. Ancak madem ki Müslümanların çoğunluk olduğu bir ülkede yaşıyoruz İslam’ı bilmek zorundayım diye düşünüyorum. Bu yüzden de bu işi en iyi bilenlerin söylediklerini dikkatle izlemeye çalışıyorum sorularıma yanıt bulabilmek için.
Öztürk’ün linkini verdiğim bir söyleşisinden bazı cümleleri dikkatlerinize sunmak istiyorum bu yazıda, çünkü bunları belki de ilk kez okuyor olacaksınız.
– Muhammed hayattayken ilk Müslümanların Kuran ile ilişkisi Muhammed’in rehberliğiyle ilgili olduğu için… O hayattayken sünnet yani onun yapıp ettikleri, öğretileri, müdahaleleri, tasnifleri, öncelik arzediyor…
– Onun yapıp ettikleri arkadan ya Kuran tarafından teyit ediliyor, tabiri caizse resmileştiriliyor, tescilleniyor, ya da bazen ikaz yoluyla tadil ediliyor, ki bunlar parmakla sayılacak kadar az, yani o zamanlar peygamberin rehberliği yani sünneti önde gidiyor, Kuran onun arkasından geliyor.
– Bugün anlatıldığı gibi Kuran her şeyin başında yer almıyor. Peygamberin öncülüğü, rehberliği öncelik arz ediyordu. Dolayısıyla sahabelerin de Kuran ile ilişkisi bir mesele zuhur ettiğinde dönüp bakılacak bir metin gibi algılanmıyor, daha ziyade vahyin bizzat peygamberin dilinden dökülmesi ve sahabenin de buna uymasıyla… sahabe Kuran’ı Muhammed’in şahsından ayrı bir şekilde algılamıyordu.
– O her bir şeyi yapıp etmeden önce başını göğe kaldırıp vahiy beklemiyordu. Hayatın doğal akışında yapması gerekenleri yapıyor, ayet onun yaptıklarını āyet formatında belgeliyor, şahitlendiriyor veya resmileştiriyordu.
– Sahabe Kuran’ı bir metin olarak algılamıyordu. Bu ne demek? Yazılması, düzenli olarak not tutulması, sonraki nesillere bırakılması gereken, kayıt altına alınması gereken bir metin olarak tasavvur edilmiyordu. Bunu peygamber de böyle algılamamıştı. Bunu nereden mi söylüyorum, Kuran tarihini yazmaya başladığımız an ilk başvurduğumuz kaynak Buhari’dir. Mesele Halife Ömer’in can havliyle Ebubekir’e gelip “şu Kuran’ı bir toplayalım” meselesidir. Biz Kuran tarihini buradan yazarak başlıyoruz biliyorsunuz, başka bir kaynağımız yok. Ebubekir’in bu teklife verdiği yanıt çok ilginç: Ben Resullah’ın yapmadığı ya da yapmaya tevessül etmediği bir şeyi yapmam”.
– Burada çok yadırgatıcı bir tutum var. Oysa “geç bile kaldık Ömer, nasıl da bunu akıl edemedik yahu” demesi beklenirken demiyor. Mesele Zeyd’e intikal ettiğinde onun da verdiği tepki budur. Bu ne demek? Bunu nasıl anlayacağız? Ben şöyle anlıyorum: Muhammed’de Kuran gelecek nesillere, müstakbel Müslümanlara ileride hayat meselelerini, gidip ayet ayet başvurup, sorunlarını çözecek bir metin olarak bırakmak düşüncesi yoktu. Onun için Kuran-ı Kerim hal-i hayatında içinde ve tebliğde bulunduğu toplumu dönüştürücü ilahi bir direktifler bütünüydü. Yani Cenab-ı Allah’tan kendisine “ilham yoluyla”, siz vahiy diyorsunuz, bildirimler geliyor ve bu bildirimlerle o toplumu dönüştürüyordu. Dolayısıyla peygamber için Kuran toplumu dönüştüren bir ilahi direktifler bütünü olarak algılanıyordu ve o sözün, ayetin karşılığını da pratik olarak orada aldığında O’nun için süreç tamamlanmış oluyordu. “Dostlar bu ayetleri mutlaka bir yerlere not edin, şöyle şöyle kaydedin, sonra da bir araya getirirsiniz ben öldükten sonra“ gibi bir talimatta bulunmadığı Hz. Ebubekir’in bu tavrından çok net anlaşılıyor.
– Ama o zaman şu sorulacak: Biz aynı hadis kaynaklarında özellikle Hz. Osman’ın Kuran’ı toplatma girişimiyle ilgili rivayetlerin arasında şöyle ifadeler gördük: Peygamber “al bunu şu surenin şurasına koy” demiş. Bu ifadelerin Kuran’ın yazılış, toplanış, mushaf haline getiriliş sürecinin geriye dönük bir kurgulanması olduğunu düşünüyorum.
– Tefsir tarihine ilişkin rivāyet malzemesine baktığımızda peygamberin sahabe rivayetleri toplam tefsir rivayetleri içinde hepi topu yüzde 20’lik bir bir paya erişmiyor. Yani yüzde 80’lik kısım sahabe devrinden sonra başlıyor. Sahabenin bu durumuna başka hiçbir Müslüman nesil ulaşamadı. Çünkü hiçbir nesil sahabe kadar Kuran’ın inişine tanıklık etmedi.
– Sahabenin hayatındaki ana hedef, bu mesajın taşınması, doğru anlaşılması, doğru ayarda uygulanması olduğu için onlar bugün bizim için standardize edilmiş tek metin üzerinden ibareyi mutlak surette tek formatta okumak şeklinde bir kısıtlılığa da sahip değillerdi.
– Sahabe Kuran metnini okuma, bir başkasına aktarma, telaffuz konusunda da daha toleranslıydı. Çünkü benim kanaatim şu ki, yedi harf ruhsatı, uygulaması ki Medine döneminde olmuş bir hadisedir, yedi harf ruhsatından da anlaşılıyor ki sahabe, mesajın doğru taşınması kaydıyla Kuran metninin lafızlarında az çok tasarruflarda bulunarak okumak gibi bir toleransı da yaşadı. Onlara tolerans hakkı verildi falan demiyorum ama böyle bir tecrübe içinde yaşadılar. Onlar anlam merkezli okuma toleransına sahiplerdi yani. Yani ayetin taşıdığı mesajı tersyüz etmemek kaydıyla okuma yapabilirsiniz.
– Hz. Ömer ile birlikte sahabenin Kuran tecrübesinde bir kırılma yaşandı. Kuran’ı iki kapak arasına alma işini Ömer yaptı. Peki niye yaptı? Akla ilk şu geliyor: Kuranı Kerim kaybolmasın diye. Kaybolsa ne olacak ki, Müslümanlar Kuran’ı bilfiil yaşıyor, tecrübe ediyor, nesilden nesile aktarıyor. Tarihsel tecrübeye de baktığımızda İslam’a dair bildiklerimiz, tecrübe ettiklerimiz, yaşadıklarımız ilahiyatçı olmayan, milyonlarca Müslüman için kitabi bilgiye dayanmıyor. Yaşayan sünnet, yaşayan İslam üzerinden öğreniliyor. Ben İslamın ahlâki öğretilerini, faziletler şunlardır, reziletler bunlardır, bunları surelerden öğrenmedim, bunların tamamını ortaokuldayken, gıybetin, lakab takmanın kötü olduğunu, okuma yazma bilmeyen, imza atamayan annemden öğrendim. O kimden öğrendi, o da anasından öğrendi.
– Kuran kaybolursa korkusuna ilişkin ikinci şey, peygamber öldü, bir şey olduğunda ona sorma imkanı da ortadan kalktı, o zaman şu kitabı toplayalım, hüküm āyetlerine bakalım, uygularız ona göre, durumudur. Yani Müslümanlara bir hukuk kodu oluşturmak amacıyla mı yazıya aktarıldı derseniz, tarihselcilik, tarihüstücülük, evrenselcilik tartışmalarında sürekli önümüze geldiği gibi Hz. Ömer’in içtihatları ve uygulamaları hiç de böyle bir amaç gözettiğini göstermiyor. Madem olaylar karşısında Kuran’a başvuralım, sözü oradan bulalım diye bir metin oluşturduysanız, metindeki açık hükme rağmen Hz. Ömer’in bugün tarihselcilik dediğimiz düşünceye referans olacak uygulamaları var. O zaman şöyle anlıyoruz ki Ömer Kuran’ı hüküm çıkarma, meseleleri āyetlere bakarak çözmek amacıyla toplatmadı. Ne için toplattı peki Kuranı’? Benim fikrim, peygamberin yarattığı boşluğu dolduracak, tabiri caizse Yahudilerin Ahit Sandığı’na benzer sembolik bir kutsallık imgesi oluşturmak için yaptı.
– Hariciler Hz. Ali’ye diyorlar ki “Ali sen şimdi bu mevzuyu çözmek için insanı mı hakem gösteriyorsun, hakem Allah, Kuran olmalı.” Hz. Ali’nin cevabı “Evladım Kuran konuşmaz, insanlar onu konuşturur” oluyor.
– Bu bakış açısı o dönemde Kuran metninin bükülebilir yani lafı yorumcunun insafına kalmış bir metin olma özelliğine daha sahabe döneminde dikkat çekilmesi çok dikkat çekicidir. Nitekim tüm tarih Hz. Ali’nin söylediği bu sözü haklı çıkarmıştır.
Üzerine söyleyeceğim pek bir sözüm olmayacak.
Kim ne anladıysa o.
Herkese keyifli günler dilerim.
Fotoğraf: kabe.com.tr
KAYNAK
***
Medya Günlüğü sosyal medya hesapları: