Meksika’nın başşehri Meksiko çok büyük bir kent. Nüfusu 22 milyon civarında yani İstanbul’dan kabaca %35 daha fazla nüfusa sahip.
Şehrin kuruluş tarihi 1325. Şehri kuranlar Aztekler (Aztec). Meksiko’nun o zamanki adı Tenochtitlan. Texcoco Gölü üzerinde bir ada üzerinde kurulmuş. (Göl İspanyol işgalinden sonra kurutulmuş.)
Şehir en baştan itibaren, o sıralar genişlemekte olan Aztek İmparatorluğu’nun başkenti olarak düşünülmüş. Azteklerin buraya kalıcı bir kuraklığa neden olan iklim değişikliği nedeniyle kuzeyden, Kalifoniya Yarımadası’ndan (Baja California) geldiği düşünülüyor. 1521’de İspanyol Hernan Cortes ve yerel iş birlikçileri Tlaxcaltecler tarafından ele geçirilen Tenochtitlan daha sonra da İspanya’nın kolonisi haline gelen Meksika’nın yönetim merkezi olarak kalmış.
Hernan Cortes’in at üstünde Atlantik sahilinden Tenochtitlan’a yürüyüşü, bir anlatıya göre, başlangıçta Aztek toplumunda heyecanla karşılanmış, zira Aztek inanışlarına göre aynı zamanda mehdilik işlevini de yerine getirecek olan tanrı Quetzalcoatl (tüylü yılan) günün birinde doğudan gelecek ve Aztek halkını ya cezalandıracak ya da ödüllendirecekmiş. Hayatlarında hiç at da görmemiş olan Aztekler at ve üstündeki zırhlara bürünmüş Cortes’in tek yaratık mı, yoksa iki ayrı yaratık mı olduğunu başlangıçta anlayamamışlar ve Quetzalcoatl olarak değerlendirmişler. Aztek takvimine göre Quetzalcoatl’in ortaya çıkmasının beklendiği bir dönemde Cortes’in Meksika’ya ayak basması da İspanyollar için iyi bir tesadüf olmuş. O nedenle kent savunma durumuna geçirilmemiş ve Cortes şehrin bulunduğu adayı anakaraya bağlayan, çiçeklerle bezenmiş köprülerden birinden geçerek Tenochtitlan’a ulaşmış.
Hernan Cortes Tenochtitlan’a geldiğinde kendisini İmparator II. Montezuma (II. Moktezuma olarak da anılıyor) karşılamış. Kendisine baharatlarla zenginleştirilmiş kakao içeceği sunarak onurlandırmış. (Kakao Aztek dilinde acı su anlamına geliyor) Bir süre sonra Montezuma İspanyolların niyetinin ülkeyi kolonize etme ve altın bulmak olduğunu anlamış ama iş işten geçmiş. Aslında Montezuma’nın neden bir direniş göstermediği bugün hâlâ tartışma konusu; İspanyollar hakkında önce biraz bilgi mi toplamak istediği, hasat mevsiminin geçmesini mi beklediği, yoksa kenti ve halkını büyük bir yıkımdan mı korumak istediği bilinmiyor.
Ancak, Cortes kente geldikten bir süre sonra İspanyollar arasındaki iç çekişmeleri çözmek için Tenochtitlan’dan ayrılmak zorunda kalır. Yerine de Pedro de Alvadrado’yu bırakır. Cortes’in olmadığı dönemde, Aztekler kurak mevsimin sonunda yağmur dualarının yapıldığı, bereketli bir tarım sezonunun arzulandığı Toaxcatl Festivali’ni düzenlenlerler. Fakat konudan bilgisi olmasına rağmen gergin ve şüpheci bir karakteri olan Alvarado festival gecesi, tüm Aztek üst tabakasının katline veya esir alınmasına neden olan bir saldırı gerçekleştirir. Günümüzde bu katliamın nedeninin, festival esnasında çalınan davullar ve nefesli müzik aletleri yüzünden Alvadaro’nun bir isyanın başlamakta olduğu zannına kapılması olarak değerlendiriliyor. O gece binlerce soylu, din adamı ve Aztek askeri katledilmiş.
Montezuma’yı esir alan, soylulara altınların yerini öğrenmek için işkence yapan İspanyollar, sonunda gerçekten bir Aztek isyanına neden olmuşlar. Durumu haber alan Cortes hızla Tenochtitlan’a geri dönmüş ama artık Montezuma’ya da güveni kalmayan Azteklerin isyanı devam etmiş. Bu arada Montezuma da isyancılar tarafından öldürülmüş.
Adaya gelen köprüler imha edilerek Tenochtitlan’da kuşatılan İspanyollar ağır bir yenilgiye uğratılmış. Kanolarlardan zehirli oklarla saldırılar düzenleyen Aztekler karşısında İspanyol süvarileri kapana kısılmış ve ordunun sadece üçte biri anakaraya kaçabilmiş. Zırhlarıyla suya düşen İspanyollar da boğulmuş, esir düşenler ise kentin merkezindeki Büyük Tapınak’ta kurban edilmişler.
Bu ilk kanlı çatışmayı izleyen iki yıl boyunca Aztekler İspanyolların Tenochtitlan’a girmesine izin vermemiş. Şiddetli bir direniş göstermişler. Ancak, başta hafif toplar olmak üzere ateşli silahlara sahip olan İspanyollar, sayıca az olmalarına rağmen sonunda 150 bin kişi civarında olan yerli iş birlikçileriyle kentin kontrolünü ele geçirmişler. Aslında bir konfederasyon olan Aztek İmparatorluğu’nu da diplomatik oyunlarla parçalamayı başarmışlar.
Cortes son saldırı için hazırlıklarını yaparken İspanyolların Avrupa’dan Amerika’ya taşıdıkları çiçek hastalığı, bu mikroba hiçbir direnci olmayan Amerikan yerlilerini müthiş bir hızla öldürmeye başlamış. Nüfusun %40’ını yok eden bu salgın sonucu, hem Aztek ordusu zayıflamış hem de kentte açlık baş göstermiş. Sonunda 1521’de İspanyollar Tenochtitlan’ı ele geçirmeyi başarmışlar.
İspanyollar ise aynı dönemde, çiçek kadar öldürücü olmasa da, dizanteri ve benzeri bağırsak hastalıklarından mustarip olmuşlar. Bugün de hâlâ Meksika’ya giden yabancılar, bünyelerine yabancı olan, bu bölgeye özgün mikroplar nedeniyle kolaylıkla sindirim yolları rahatsızlıkları geçirebiliyor. Hastalığın halk arasında genel adı Montezuma’nın İntikamı! Turistlere, açıkta satılan meyve sebze yenilmemesi, açık su ve buz tüketilmemesi tavsiye ediliyor. Bizim 11 kişilik grupta bir kişi şiddetli, iki kişi de hafif bir şekilde Montezuma’nın İntikamı’nı bizzat deneyimledi. Gitmeyi düşünenlere benden uyarması…
Konumuza geri dönersek, şehre giren 900 İspanyol ve 150 bin savaşçıdan oluşan yerel iş birlikçileri kentte büyük bir katliam ve talan yapmışlar. Cortes’e göre ise katliamı ve talanı yapanlar sadece yerli iş birlikçiler olmuş ve 900 İspanyol bu olayları engellemekte yetersiz kalmış. Cortes’in bu anlatısına ne kadar inanacağınız artık size kalmış. İspanyollar bölgeyi kontrolleri altına aldıktan sonra ülkeye Yeni İspanya adını vermişler.
İzleyen 300 yıl boyunca da yerli halklar üzerinde katı bir Hrıstiyanlaştırma politikası uygulamışlar. Bu faaliyetleri yakinen takip eden kişi ise, o zaman Kutsal Roma Germen İmparatorluğu’nun başında bulunan Şarlken’in (Almanlar Karl, İspanyollar Carlos, İngilizler Charles diye isimlendiriyorlar) Portekiz Kraliçesi olan eşi İzabella.
İzabella koyu bir Katolikmiş. Katolikliği yaymak için engizisyon yöntemlerini kullanmaktan, ne Avrupa’da ne de Orta Amerika’da kaçınmamış. Bu amaçla Yeni İspanya’ya Juan de Zumarraga isimli Bask kökenli bir Fransiskan rahibi piskopos olarak atamış. İspanya’da da ün kazanmış olan Zumarraga, bir engizisyon sorgulayıcısı, yani baş işkenceci olarak Orta Amerika’ya gelmiş. İşkence ile Meksika ve daha sonra Orta Amerika’nın büyük bir bölümünde halkları zorla Hrıstiyan yapma görevini de başarıyla gerçekleştirmiş. Arkasından gelen Katolik din adamları da bu çabayı 300 yıl boyunca devam ettirmiş.
Zumarraga ve ondan sonra Meksika’da görev yapan Katolik din adamları, yerli halkların bin yıldan fazla bir süredir inandıkları dinleri, tanrıları ve inanışları sistematik bir şekilde yok etmişler. Sadece bununla kalmayıp, yüzyıllar boyu Aztekler, Mayalar ve diğer yerel halklar tarafından tutulmuş olan yazılı kayıtları da sistematik bir şekilde imha etmişler. O nedenle, geçmişte bu topraklarda yaşamış olduğunu bildiğimiz, Toltekler (Toltec), Olmekler (Olmec), Mayalar ve Aztekler gibi toplumlardan hemen hemen hiçbir yazılı belge kalmamış. Dolayısıyla tarihleri, yaşam tarzları vs gibi konularda çok az bilgi var. Olan bilgiler de daha çok arkeolojik buluntular üzerinde yapılan çalışmalardan üretilen hipotezlerden, günümüzde uygulanan ritüeller ve nesiller boyu anlatılarak bugüne gelebilen hikayelerden ibaret.
Bugünkü Meksika halkı kadim yerel halklardan arta kalanlarla, bu halkların İspanyollarla karışımından oluşan ve Mestizo adı verilen insanlardan oluşuyor. Galiba Meksika ve Guatemala’nın bazı nispeten izole köylerinde gördüğümüz ve safkan Maya izlenimi veren kişiler dışında herkes Mestizo. Bazıları daha İspanyol görünümündeyken diğerleri Maya, Olmek ve Aztek görünümüne daha yakın. Benzer bir durum diğer tüm Orta Amerika ülkelerinde de söz konusuymuş.
1810 yılında Meksika halkı İspanya’ya karşı isyan etmiş. On bir yıllık bir mücadele sonunda 1821’de bağımsızlıklarını ilan etmişler. Ülkenin bugünkü resmi adı Birleşik Meksika Devletleri (Estados Unidos Mexicanos)
Meksika bayrağındaki yeşil kısım bağımsızlık ve ümidi, beyaz katolik kilisesini ve birliği, kırmızı ise Meksika ile Avrupa’nın dostluğu ve Meksika’nın bağımsızlık mücadelesinde ölenleri temsil ediyormuş. Ortadaki amblem ise Aztek döneminde Tenochtitlan’ı temsil eden bir sembolden esinlenilerek yapılmış. Sembol bir Aztek efsanesindeki anlatıma dayanıyormuş ve kaktüs üzerinde oturan bir kartalın Tenochtitlan kentiin nerede kurulması gerektiğini söyleyen bir yılanı (serpent) yutmasını temsil ediyormuş.
Ülkenin komşuları kuzeyde ABD, güneyde Guatemala ve Belize. 1,972,550 kilometrekare yüzölçümü olan Meksika’nın nüfusu 130 milyon ve kişi başına milli geliri 13,800 USD. Yani Türkiye’nin iki katından daha büyük bir yüzölçümüne sahip ve kişi başı milli geliri de bizden yüksek. ABD ve Kanada ile gümrüksüz ticaret yapabilmesi milli gelire önemli bir katkı yapıyor. Halkının %56’sı Katolik, %10’u Protestan, %17’si dinsiz. Ülkede resmi dil İspanyolca ama 68 farklı yerel dil de konuşuluyormuş.
1821’de bağımsızlığını ilan eden Meksika uzun yıllar politik ve sosyoekonomik sorunlarla boğuşmuş. 1848’de ABD Meksika’ya saldırmış ve Kaliforniya, New Mexico, Texas, Utah, Nevada, Arizona gibi Meksika topraklarını ele geçirip ABD eyaletlerine dönüştürmüş.
Meksika 1858’de ve sonrasında iki kez Fransız müdahalesiyle karşılaşmış. Meksika’da Fransa’ya bağlı vasal bir imparatorluk kurulmasını isteyen Fransızlar, Benito Juarez liderliğindeki cumhuriyetçilerin direnişi ile karşılaşmış. O nedenle bugün Meksiko’nun ana havalimanının adı da Benito Juarez. 19.yüzyılın sonlarına doğru ülkede Profirio Diaz diktatörlüğünü ilan etmiş. Bugün Meksikalılara sorarsanız Diaz ile ilgili hatırda kalanın, döneminde önemli miktarda demiryolu inşa edilmesi olduğunu söylerlermiş. Nitekim zamanında ağırlıklı olarak yük taşımacılığına yönelik 17,500 km demiryolu yapılmış.
Bu kaotik yüzyılın sonunda 1910 yılında Meksika’da bir devrim başlıyor. On yıl süren bir mücadele sonucunda Meksika federal ordusu yenilgiye uğruyor ve devrim ordusu iktidarı ele geçiriyor. 1.7 ile 2.7 milyon insanın öldüğü tahmin edilen bu iç savaşa ABD de kendi çıkarlarını korumak için bulaşmaktan geri durmuyor. Dönemin tarihe mal olmuş devrim liderleri ise kuzeyde Pancho Villa, güneyde ise 1952 yapımı Viva Zapata filminden hatırlayacağınız Emiliano Zapata. Devrim sonrası oluşturulan anayasa büyük oranda bugün geçerli olan anayasanın aynısı.
Günümüzde Meksika’nın başı çetelerle dertte. Uyuşturucu ticaretiyle büyüyen, yargı ve eyalet polisi gibi kurumların içine sızan, bazı politikacıları maaşa bağlayan bu çetelerin geniş paramiliter üyeleri de var. Hem kendi aralarında, hem de zaman zaman devlet gücüyle çatışıyorlar.
Uyuşturucu için ABD büyük bir pazar. Buna karşılık ABD’de çok kolay satın alınabilen her türlü silah da Meksika’ya kolaylıkla geldiğinden temizlenmesi çok zor bir yapı oluşmuş. Çete savaşlarında her yıl yüzlerce kişi ölüyor. Çete üyelerine ek olarak, masum insanlar, gazeteciler, politikacılar da bu sistemin kurbanı olabiliyorlar.
Bu çetelerden en tanınmışı, şimdi lideri ABD’de hapiste olan Sinaloa Karteli. Ancak, lideri hapse girince bu karteller sona ermiyor. Ya çete liderinin oğullarından biri çeteyi devralıyor ya da çete parçalanıp, birbiriyle savaşa giriyor. Bu çeteler Orta ve Güney Amerika’dan yasadışı olarak ABD’ye gitmeye çalışan zavallılardan da yararlanıyor. Bazen para karşılığı yardımcı oluyorlar, bazen de paralarını alıp öldürüyorlar. Tahmin edebileceğiniz gibi kadınların durumu daha da zor.
Devam edecek.
Not: Bu yazım ilk olarak noktakibris.com sitesinde yayınlanmıştır.
1.Bölüm:
https://medyagunlugu.com/turkiye-yuzyilinda-meksikaya-ucmak/