46 binden fazla kişinin hayatını kaybettiği deprem ve cumhurbaşkanlığı seçim yarışı medyayla kamuoyunun dikkatini ister istemez iç gelişmelere odakladı.
Ancak aslında bu günümüze özgü bir durum değil; Türkiye hep içine kapalı bir ülke olarak yaşadı ve savaş, doğal felaket, ses getiren bir suikast ya da terör eylemi dışında dış gelişmelere hep uzaktan baktı. Bu tespit toplum için olduğu kadar, hatta daha fazla medya için de geçerli.
Yaşadığımız dünyada her gün bir sürü olay yaşanıyor: ABD-Çin, Tayvan-Çin ve ABD-Rusya gerginlikleri, Doğu Akdeniz’deki gelişmeler, Türkiye’nin Suriye, Mısır ve Yunanistan’la ilişkileri ilk akla gelen örnekler.
Muhtemeldir, bu konularla ilgili pek çok değerlendirme okumuş olabilirsiniz.
Ama bunlar ya da benzeri önemli olaylarla ilgili bir Türk muhabirin kaleminden çıkma dört başı mamur kaç yazı okudunuz acaba? Büyük olasılıkla ya çok az ya da hiç.
Türkiye’de ne kadar küçümsense de gazeteciliğin özü muhabirliktir.
Muhabirlik, sahada yani olayın tam göbeğinde olmak, yaşananlara birinci elden tanıklık etmek ve ve havayı koklamaktır. Bunlar, bir olayı uzaktan ne kadar iyi izlerseniz izleyin, asla sahip olamayacağınız üstünlüklerdir. Doğru, sahada haber toplamak zordur, kimse, “Gel buyur haberini yap” demez, önünüze türlü engeller çıkar, uzun süre beklemek, kendini “yetkili” görenlerin hakaretlerine hatta kimi zaman fiziki şiddete uğramak durumunda kalabilirsiniz. Üstelik oradaki rakip muhabirleri de “marke” etmeniz yani “haber atlamamanız” gerekir. Fakat sonuçta hakkıyla yaptığınız zaman dünyanın en keyifli mesleklerinden biridir, manevi tatmin duygusu son derece yüksektir.
Günümüzde, kimileri çok ünlü, adının önüne gururla “gazeteci” yazanları, eğer ki meslek yaşamlarının bir bölümünde muhabirlik yapmamışlarsa, bir haber toplamanın meşakkatine yabancılarsa, sakın ola ki ciddiye almayın. Onlar sadece “masa başı gazetecisi”dir.
Türk basını hiçbir zaman mükemmel değildi, eleştirilecek çok yönü vardı ama bugünle kıyaslandığında 1980’ler, 1990’lar ve hatta 2000’lerin başında, ne kadar masrafı yüksek de olsa pek çok başkentte dış muhabir bulundurdu.
Türk basını ve dış muhabirler denilince akla hemen gelen bir gazete var: Milliyet.
Şu anda inanması güç görünse de, 1980’ler ve 1990’larda 20’den fazla başkentte bürosu ya da muhabiri bulunan Milliyet, bu alanda ABD’nin ve Avrupa’nın önemli gazeteleriyle yarışabilecek durumdaydı.
Aşağıda okuyacağınız listedeki dış muhabirlerinin özel haberleriyle ortalığı toz duman eden Milliyet zamanla dış büroları “masraf kapısı” olarak gördü ve neredeyse tamamını sessiz sedasız kapattı. Oysa Milliyet Dış Haberler Servisi bir okul gibiydi, günümüzde kamuoyunda tanınan gazetecilerden bazıları dış muhabirlik yapmıştı. Örneğin, Murat Bardakçı’nın bir zamanlar Milliyet’in Kahire bürosunda çalıştığını çok az kişi biliyor ya da hatırlıyordur. Ya da Maltepe Belediye Başkanı Ali Kılıç’ın Milliyet’in Almanya bürosunda çalıştığını…
(Soldan) Murat Bardakçı, Mehmet Ali Birand, Nuri Çolakoğlu, Reha Muhtar, Turan Yavuz.
Bakın, Milliyet’in dış bürolarında çalışanlardan bazıları kimdi…
Washington: Turan Yavuz, Yasemin Çongar
New York: İskender Songur, Sema Emiroğlu
Chicago: Kubilay Çelik
Londra: Nuri Çolakoğlu, Emil Edip Öymen, Zafer Arapkirli
Paris: Mişel Perlman, Mine Kırıkkanat
Brüksel: Mehmet Ali Birand, Ahmet Sever
Atina: Reha Muhtar, Taki Berberakis
Moskova: Mehmet Ali Birand, Cenk Başlamış
Bakü: Rehber Beşiroğlu
Kahire: Murat Bardakçı
Bonn: Bülent Zarif
Frankfurt: Rıfat Akkaya
Berlin-Bonn-Köln-Münih: Mehmet Aktan
Münih: Ali Kılıç
Viyana: Ali Haydar Yurtsever
Amsterdam: Orhan Alpdündar
Lefkoşa: Akay Cemal, Sefa Karahasan
Kopenhag: İrfan Kurtulmuş
Kuveyt: Vahap Yazaroğlu
Madrid: Süleyman Şalom, Lütfü Tokatlıoğlu
Toronto: Engin Aşkın
Roma: Cihan Akerson, İzzet Yalçın, Dündar Keşaplı.
Ayrıca, 1980’lerde Coşkun Aral’la Savaş Ay da Milliyet için yurt dışında röportajlar yapmıştı.
Elbette, Milliyet ve “dış haber” kelimeleri bir araya gelince 2021 yılında kaybettiğimiz gazeteci Sami Kohen’den söz etmemek olmaz. Zaten, manşet fotoğrafımızda onun bulunması tesadüf değil. Zamanında Milliyet’te dış haberler sayfası açılması için uğraş veren Kohen’in mücadele etmesi, uzun süre gazete içinde her gün ne kadar ilginç konular çıkabildiğini göstermek için dış haber bülteni hazırlayarak yönetimi ikna etmesi gerekmişti.
Her ne kadar Türk basınında “üvey evlat” olmaktan hiçbir zaman kurtulamasa da dış haberin yerleşmesinde biz dış habercilerin kendisinden çok şey öğrendiğimiz Sami Bey’in emeğini hiçbir zaman unutmamak gerekiyor.
Bardakçı’nın kaleminden
Kendisi de eski bir dış haberci olan Habertürk yazarı Murat Bardakçı bir yazısında konuyla ilgili olarak şunları yazmıştı:
“Ben, gazetelerde ve matbaalarda büyüdüm sayılır. Sahibi olduğumuz gazeteler sayesinde bu meslek ile hayli genç yaşlarımda tanıştım ama asıl gazetecilik maceram ve bu işe ciddî şekilde adım atışım, Milliyet’in Sami Kohen’in idaresindeki Dış Haberler Servisi’ne 1980’de katılmam ile başladı.
Ne kadar uğraşılırsa uğraşılsın, Milliyet’in o senelerdeki dış haberler servisinin bir emsâlinin artık yeniden teşkili mümkün değildir! Dış haberciliğin kıdemli üstadı Sami Ağabey başımızda idi, yardımcılığını rahmetli Özel Yelçe yapıyordu; servisi Nilüfer Soner, Lâle Çakıroğlu, ben ve artık üçü de rahmetli olan Cihan Akerson, Dinçer Güner ile Zafer Ağabey teşkil ederdik. Sami Kohen, Türk basınının en güçlü dış bürolarını kurmuştu: Brüksel’de Mehmet Ali Birand, Londra’da Nuri Çolakoğlu, Bonn’da Bülent Zarif, Washington’da Turan Yavuz, sonraki senelerde Moskova’ya giden Cenk Başlamış, bize dışarıdan çalışan ama her tarafa yetişen Coşkun Aral ve daha nice meslekdaş… AP ve UPİ ajanslarının teleks haberleri, kısa dalga radyodan dinlenen BBC’nin haber bülteni ve daktilo tıkırtıları ile işimizi keyifle, güle-oynaya ama ciddî şekilde yapardık… Sabahki haber toplantısına gündemi vermemizin ardından Sami Ağabey’in “Şimdi şekerim, falanca hadise çok enteresan…” diye başladığı değerlendirmeleri ve sık sık da “Aman duble check etmeden (yani çift doğrulama yapmadan) bir şey yazmayın” uyarıları dinlenir sayfa o çerçevede hazırlanırdı…
Servisteki herkesin ortak bir özelliği vardı, hepimiz muhabirdik! Haberleri yabancı ajanslardan ve radyolardan alıp Türkçeye çevirip sayfaya koymak işimizin sadece bir kısmıydı ve gerektiğinde, hem de sık sık habere giderdik. İstanbul’a önemli bir şahsiyet mi geldi, derhal yanı başında bitip haber olabilecek bir şeyler söyletmemiz şarttı! Dünyanın dört bir tarafındaki önemli olayları gidip yerinde izlemek, bizler için gazetenin istihbarat servisindeki arkadaşların İstanbul’un herhangi bir yerindeki yangın yahut soygun haberini takip etmelerinden farksızdı. Bir memleketten diğerine koşuşturmak, meselâ öğlen saatlerinde Bağdat’tan gelen uçaktan inip Afrika’ya, Avrupa’ya yahut Amerika’ya giden diğer uçağa yetişebilmeye çalışmak bizler için sıradan bir işti…”