2025’e iç politikada yeni bir dinamizmle girdik. Hareketli, hararetli günler bizi bekliyor.
MHP lideri Devlet Bahçeli’nin 22 Ekim’de partisinin grup toplantısında “düdük çalmasıyla” başlayan yeni dönem, kâh yeni umutlarla, kâh kaygılarla yeni yılda devam ediyor. Bahçeli o toplantıda, terör örgütü PKK’nın lideri Öcalan’a TBMM’de örgütü lağvetme çağrısı yapmıştı. Bahçeli “(Öcalan) bu dirayet ve kararlılığı gösterirse, umut hakkının kullanımıyla ilgili yasal düzenlemenin yapılması ve bundan yararlanmasının önü de ardına kadar açılsın” demişti.
İç politikada dalgalanmalara yol açan çağrı sonrası önce DEM Parti Milletvekili, Öcalan’ın yeğeni Ömer Öcalan’a PKK lideri ile görüşme izni verilmişti. Ardından DEM Partili milletvekilleri Pervin Buldan ve Sırrı Süreyya Önder 28 Aralık’ta Öcalan’ı ziyaret ettiler. Bu ziyaretlerden sonra DEM Parti heyeti TBMM’de temaslara başladı. Temasların devam edeceği anlaşılıyor.
Gelişmeleri olumlu karşılayanlar da var, olumsuz, tepkiyle, kaygıyla karşılayanlar da. İYİ Parti ve Zafer Partisi sürece karşı çıkan partilerin başında geliyor… İktidar partisi açısından yönetilmesi zor bir süreç..”Çözerse Erdoğan çözer” denilen bir süreç… Çözerse, Erdoğan’ın arzu ettiği gibi ardından hayır duaları edilecek bir süreç.
Ülke gündemini yıllardır işgal eden, büyük maddi manevi ve can kayıplarına yol açan kangren olmuş, ekonomiyi olumsuz etkilemiş bir soruna TBMM çatısı altında çözüm aranmaya çalışılması olumlu bir gelişme. Sorun ülke millî güvenliğini yakından ilgilendiren bir sorun. Bölgemizdeki gelişmelerin ve bölge dışı aktörlerin bölgemize yönelik yaklaşımlarının çözüm arayışlarını etkileyebilecek bir sorun. “Bölünüyoruz travmalarının” yaşandığı, “Irak’tan, Suriye’den sonra sıra İran ve Türkiye’ye mi geliyor?” diye haklı kaygılara kapıldığımız bir sorun.
Bu itibarla, dar iç politik hesaplarla, beklentilerle değil, millî güvenliği öne alan bir yaklaşımla ele alınmasını gerektiren bir sorun. Türkiye üzerinde oynanan oyunları, planları boşa çıkaracak, tüm yurttaşları ayrım gözetmeksizin kucaklayacak, demokrasiyi, insan haklarını ve hukukun üstünlüğünü daha güçlendirecek, bölgeler arası ekonomik farklılıkları giderecek bir tutum benimsenmesi gerektiren bir sorun. Dış politikada stratejik ve sonuç odaklı bir yaklaşımla ülkemizin menfaatlerini ve bölgesel istikrarı, iş birliğini savunmaya devam etmemizi gerektiren bir sorun. Devletin ulusal güvenlik ile ilgili bürokrasisinin uzun yıllardır bu konuda yaptığı çalışmalar var. Eylem planları var. Benzer sorunları yaşayan ülkelerin konuya nasıl yaklaştıklarına ilişkin bilgiler var. Kısaca devletimizin konuya ilişkin arşivinde nice dosyası, raporu var. Önümüzde bir fırsat penceresi var. Zaman siyasi iradenin cesaretle, samimiyetle, sağduyu ile aklı selim ile konuya el atma zamanı. Tehditlerin ve fırsatların iç içe geçtiği bir dönemde vizyoner bir yaklaşımla en üst düzeyde siyasi irade koyma zamanı.
Tüm partilerin bu esaslar doğrultusunda konuya partiler üstü bir anlayışla yaklaşmaları arzu edilen, umut edilen bir sorun. Bu noktada özellikle iktidara talip CHP’nin takınacağı tutum önemli. İlgili sivil toplum kuruluşlarının, düşünce kuruluşlarının ve medyanın sürece yaklaşımları da kamuoyunun oluşmasında etkili olacak.
Sürdürülen süreç ve tarafların beklentileri ile ilgili çeşitli varsayımlar ortaya atılmakta. Bu beklentilerin, varsayımların ayrıntısına girmeyeceğim. Öcalan ve PKK’lı teröristlere af, PKK’nın silah bırakması, silahların teslimi, terör örgütünün artık ülkede eylem yapmaması beklentilerin başında geliyor. Ayrıca, iktidarın beklentisi olarak, DEM Partisi’nin anayasa değişikliğinde ve Erdoğan’a yeniden Cumhurbaşkanı adayı olması yolunu açacak TBMM kararının alınmasında Cumhur İttifakı ile birlikte hareket etmesi kamuoyunda bu çerçevede tartışılan konular arasında.
Tartışılan varsayımlar arasında, yenilir yutulur olanlar da var, yenilmez yutulmaz, insanın boğazına takılacak, midesine oturacak olanlar da. Hamasetten uzak, çok dikkatli adım atılması gerekiyor. Sürecin başarı veya başarısızlıkla sonuçlanması önümüzdeki yıllarda yapılacak seçimlerin sonuçlarını da etkileyebilecek nitelikte. Bu aşamada bekleyip, süreci yakından izleyip, konunun nereye evrileceğini görmek en iyisi…
Yılbaşı gecesi
Bu ciddi konuyu bu noktada bir yana bırakıp, yılın ilk yazısında yılbaşı gecesine döneyim.
Sizler ne yaptınız bilmem.Ben TV karşısında yılbaşını karşılayandanım. Ağırlıklı olarak da Halk TV’ye takıldım. Serhan Asker’in sunduğu uzun programda en ilgimi çeken kısmı Halk TV Kadın Korosu oldu. Halk TV’nin birbirinden güzel, başarılı ekran yüzlerinden oluşan koronun seslendirdiği şarkılarla keyifli anlar yaşadık. Onları hiç böyle görmemiştik. “Leylim ley”, “İşte öyle bir şey”, “Ah bu hayat çekilmez” ve “Kimse şah değil padişah değil” vs. büyük zevkle dinlediğimiz parçalardı.
Koroyu zevkle izlerken en çok yadımda kalan şarkı da, “O kadar da güvenme kendine bu devirde kimse şah da değil, padişah da değil, sultan da değil, hükümdar da değil” oldu. İçinde anlamlı, düşündürücü mesajlar içeren. Bu düşüncelerle dostlara bir paylaşımda bulundum sosyal medya üzerinden: “Bu devirde kimse şah değil, padişah değil” diye.
Paylaşım çok beğeni aldı. Bir dostum da yorumda bulunmuş: “Ama kendini öyle sanan çok” diye. Bir diğeri “Bizde hem şah hem padişah var” demiş. Bir diğeri de “YES” yazmış.”Bir kişi hariç” demiş bir dostum da.
Öyle görünüyor ki hâlâ kendini şah sanan, padişah sanan insanlar var içimizde. Kendine çok güvenen. Oysa şarkıda da seslendirildiği gibi bu devirde kimse şah da değil, padişah da değil. Kişiler oturdukları koltukların taht olmadığını bilmeliler. Er kişi günü gelince bu koltuğu bir başkasına devir edeceğini bilmeli. Zorlamalarla, gizli pazarlıklarla, hesaplarla koltuğa tutunma çabalarının sonuç vermeyeceğini bilmeli. Kimsenin yerinin doldurulmaz olmadığını bilmeli. Bilmiyorsa birileri hatırlatmalı…
Devir değişti artık. Şahlık, padişahlık devri bitti. Milletin egemenliği devri başladı.Devir demokrasi devri. Halkın devri. Kimse yadından çıkarmamalı bunu. Kendine çok güvenmemeli. Şahlığa, padişahlığa özenmemeli…
Fotoğraf: DEM Parti X hesabı