Bundan önceki yazımda Diyarbakır gezimize dair paylaştığım notlarda rotamızın ikinci durağının Mardin olacağını belirtmiştim. Aslında Mardin ve Midyat’a 2018’de GAP turu kapsamında uğramış ancak çok uzun zaman ayrılmadığı için pek bir şey anlayamamıştık.
İşte o zaman hayran kaldığımız bu kente daha sonra kendi olanaklarımız ile gelmek ve daha uzun bir zaman ayırıp doya doya gezmek için karar almıştık. Ancak araya giren pandemi ve deprem gibi nedenler dolayısıyla ancak bu ay başında bu amacımızı gerçekleştirebildik.
“Gecesi gerdanlık gündüzü seyranlık“ derler Mardin için. Bunun sebebi Mardin’e gece tepeden bakıldığında gerdanlık şekli oluşması ve gündüz ise bütün tarihi güzelliklerin gözler önünde olmasıdır. Mezopotamya ovasını tepeden gören bu kentte Türk-Kürt-Arap-Süryani yüzyıllardır kardeşçe bir arada yaşıyor. Kentin her noktasında bu kültürlerin izlerini görmek mümkün. Camiler, kiliseler, medreseler, yokuşlu merdivenli dar sokaklar, kentin adeta simgesi olmuş çeşit çeşit abbaralar, sabah akşam güneşe göre renk alan taş yapılar hepsi size adeta tarihi bir film stüdyosu hissini yaşatıyor. Tüm eski yapılarda muazzam bir taş işçiliği ve süslemeciliği görmeniz mümkün.
Ancak kentin hemen girişine yapılmış ve henüz bitmemiş beton yığını bir katlı otopark var ki tam bir rezalet… Kentin kültürel dokusuna hiç yakışmıyor ve bu ucubeyi gören herkes şaşkın. Evet eski Mardin’de trafik gerçekten sorun oluyor ama çözümü bu ucube yapı olmamalı. Özellikle hafta sonları burada inanılmaz bir araç ve insan yoğunluğu yaşanıyor. Hani iğne atsanız yere düşmeyecek misali. O yüzden rahat gezmek istiyorsanız buraya mutlaka hafta içi gelmeye çalışın.
Bir eleştirim de temizlik konusunda var. Ne yazık ki ana cadde dışında, özellikle caddenin alt tarafında kalan sokaklar çok pis. Ekmek, yemek artıkları, inşaat moloz kalıntıları ve her türlü çöp görüntüleri inanın hiç hoş değil ve bu kente hiç yakışmıyor.
Zinciriye Medresesi
Merkezde gezilip görülecek yerler eski Mardin’de yani Artuklu ilçesinde toplanmış. O yüzden hem zaman kazanmak hem de daha rahat gezmek için burada konaklama yapmanız mantıklı olur. Ancak burada konaklama fiyatları Diyarbakır’a göre daha yüksek. Rahat gezmek derken bunu yakınlık anlamında söyledim. Yoksa burada her taraf merdiven olduğu için hayatınızda olmadığı kadar çok merdiven inip çıkacaksınız.
Aslında sadece konaklama değil, genel anlamda Mardin’de hayat Diyarbakır’a göre daha pahalı, özellikle turizm alanında… Bana göre Mardin bu bölgenin denizi olmayan Bodrum-Çeşme, Alaçatı’sı gibi olmuş… Geceleri de yakın çevreden eğlenmeye gelenler ile çok canlı bir gece hayatı oluyor. Mekanlardan taşan canlı müzikler, ışıl ışıl dolu sokaklar, kafeler ve yerli yabancı turistler ile tam bir turizm kenti durumunda…
Turistik yerlerde yeme içme ve eğlence mekanları fiyatları maalesef el yakıyor. Sanırım bunda bölgeye yatırım yapan İstanbul sermayesinin/girişimcilerinin payı var. 2018’de geldiğimizde turizm bu kadar gelişmemişken fiyatlar daha uygun ve kabul edilebilir bir seviyede idi. Böyle giderse Mardin, ne yazık ki sadece belirli bir kesimin gideceği bir yer haline dönüşür.
Ancak ana caddede değil de biraz daha alt ve üst sokaklarda daha uygun fiyatlar bulunabilir. Bunu esnafa sorduğumuzda, ana caddede dükkan kiralarının çok yüksekliğinden dolayı böyle olduğunu söylediler. Neyse, her koşulda herkes kesesine uygun yerler bulabilir diye düşünüyorum.
Bir de burada iki türlü esnaf olduğunu söyleyebilirim. Birincisi, sizi yürüyen para makinesi gibi görüp her fırsatta bir şeyler satmak isteyenler, ikincisi henüz bozulmamış, dostluğu ve konukseverliği ön planda tutup size yardımcı olanlar.
Sabahları Mezopotamya Ovası’nı seyrederken kahvaltı yapabileceğiniz birçok teras mekan mevcut. İsterseniz çeşit çeşit peynir, zeytin, reçel, yumurta vb. ile zengin bir kahvaltı ya da sadece Süryani çöreği ve çay ile bir çay bahçesinde kahvaltı yapabilirsiniz. Çay demişken burada bizim bildiğimiz klasik çay yerine “kaçak çay” diye tabir edilen daha keskin bir aroması olan yaprak çay kullanılıyor.
Yemek konusuna gelirsek; genellikle menüler et ağırlıklı olduğu için fazla alternatifiniz olmuyor. Diyarbakır sonrası burada da önce yöresel tatlar denedik ancak bir süre sonra et dışında bir şeyler ararken imdadımıza Tülay Lokantası yetişti. Belki de buranın tek sebze yemekleri lokantası olabilir, üstelik etli yemekleri de mevcut. Buraya gelmeden Mardin’de bamya, taze fasulye yiyeceksin deselerdi inanmazdım. Sürekli et türü yemekleri sonrası insan sebze yemeklerini özlüyor.
Kaburga dolması-içli köfte-ciğer-lahmacun ve Mardin tabağı denilen karışık bir menü burada ilk planda yiyecekleriniz arasında…”Sultan Sofrası” hem menü hem de fiyatları bakımından son derece uygun bir mekan… Fiyat bakımından en uygun mekanlardan biri de “Yasemin Pide ve Lahmacun” ile az önce bahsettiğim “Tülay Lokantası”…Daha önce de yazdım, bu tür yerlerde yerel halkın ve esnafın gittiği lokantalar hem fiyat hem de lezzet açısından ilk tercihim olur.
Bunun dışında gezerken attığınız her adımda karşınıza, size Süryani çöreği veya renkli badem şekeri ikram eden esnafla karşılaşacaksınız…Mardin yöresine özgü mavi renkli olan badem şekerine bu rengi veren Lahor ağacından elde edilen kök boyaymış… Ancak fiyatlara bakınca gerçek kök boya ile yapılan şekerin gıda boyası ile yapılanlardan 2 kat fazla olduğunu ve ucuz olanların içinde badem yerine kayısı çekirdeği kullanıldığını öğreneceksiniz.
Mardin Kalesi
Süryani çörekleri de yöreye özgü olan ve içinde çok çeşitli baharatlar ile hurma ezmesi kullanılan bir çeşit kurabiye. Bu anlamda üretilen çöreklerin tadı da farklı oluyor çünkü kullanılan baharatların, hurmanın çeşidi ve miktarları farklı. Süryani çöreği almak isteyenlere müzenin üst sokağında yer alan İstanbul Pastanesi’ni tavsiye edebilirim. Adının pastane olduğunu bakmayın, sokak arasında küçük bir fırın aslında. Hem fiyatlar uygun hem de çok lezzetli. Reyhan şerbeti ve yöresel Harire tatlısını da farklı lezzet arayanlara önerebilirim.
Peki buraya gelenler en çok ne satın alıyor derseniz, tespih, bakır işleri, Süryani şarabı, çeşit çeşit sabunlar, kahve ve çerez çeşitleri, badem şekerleri, Süryani çörekleri, kaçak çay, cevizli sucuk, renk renk şal ve yazmalar en başta gelenler diyebilirim. Bir de çok fazla kuyumcu var, özellikle ana cadde kuyumcudan geçilmiyor.
Yeme içme işini sanırım çok uzattık, biraz da gezilecek yerlerden bahsedeyim. Merkezde Cumhuriyet Meydanı’nda kalenin fotoğrafını çekip Arkeoloji Müzesi’ni gezebilirsiniz. Kasımiye-Zinciriye-Hatuniye ve Şehidiye medreseleri de gezilecek yerler arasında. Tepeye/kaleye en yakın olan Zinciriye medresesine çıkarsanız kente daha hakim bir manzara ile karşılaşır çok güzel fotoğraflar çekebilirsiniz. Kale demişken Mardin Kalesi ziyarete kapalı ve radar üssü olarak hizmet veriyor.
Hatuniye Medresesi ise biraz uç noktada olduğu için gelenlerin çoğunun görmeden gittiği bir yer oluyor. Mardin Sakıp Sabancı Kent Müzesi’nin hemen alt tarafında yer alan bu küçük medresede mihrabın yanındaki bir camekân içinde Hz. Muhammed’e ait olduğu söylenen ayak izi görülebilir. Cami haline getirilmiş medrese içinde kubbeli kare bir türbe mekanı da yer alıyor. Artuklu Hükümdarı Kutbettin İlgazi ve annesi Sitti Raziye’nin yaptırdığı bu medreseye gömülmüş olduğu biliniyor.
Ulu Cami
Ayrıca başta Mardin Ulu Cami ve Latifiye Cami olmak üzere birçok tarihi cami ve kilise ziyaret edebilirsiniz. Süryani, Keldani ve farklı inançlara ait Ortodoks kiliselerinin bir kısmı ziyarete açık olsa da bazıları ya tadilatta ya da kapalı…
İbadete açık olan kiliseler içinde en önemlisi Kırklar Kilisesi (Mor Behnan) ve cemaatleri çok kalabalık değilmiş. Ancak burada gördüğüm en ihtişamlı dinsel merkezler öncelikle Mor Gabriel ve Deyrül Zafaran manastırları oldu. Midyat’a yaklaşık 25 kilometre (km) uzaklıkta olan Mor Gabriel Manastırı dünyanın en eski ve halen faal olan en önemli manastırı olarak kabul ediliyor. Mardin’e 4-5 km mesafede olan Deyrül Zafaran Manastırı da bölgeye gelen ziyaretçilerin en fazla uğradığı yerlerden.
Midyat, Mardin’in en tanınmış ve en çok turist çeken ilçelerinden biri. Taş işçiliğinin en güzel mimari örneklerini görürken çok güzel gümüş takılar, Süryani şarapları, çeşitli markalara ait saat ve parfümleri uygun fiyatlara satın alabilirsiniz.
Ayrıca merkezde, Yaşayan Müze, Olgunlaşma Enstitüsü binası ve giriş kapısı, bir kısmı butik otellere dönüştürülmüş tarihi konaklar, Bakırcılar çarşısı, Kayseriye çarşısı, Tellallar çarşısı, iki insanın zor geçebileceği daracık sokaklar, abbaralar da görülmesi gereken yerler arasında sayılır.
Peki buraya kendi olanaklarınız ile gelip yakın çevredeki tarihi ve turistik yerleri gezmek isterseniz ve bizim gibi arabanız yoksa ne yaparsınız? Kolayı var, burada 8-10 kişilik tur düzenleyen firmalar ile buraları da gezip görebilirsiniz. Örneğin biz, Mor Gabriel ve Deyrül Zafaran manastırlarını, Dara Antik Kenti’ni, Nusaybin Beyazsu (manşet fotoğrafı) ve Midyat’ı bu şekilde gezdik. Nusaybin’den geçerken Suriye sınırında mayınlardan temizlenmiş ve halen mayınlı bölgeleri ve sınırda kilometrelerce uzayan duvarı da çok yakından görmüş olduk.
Mor Gabriel Manastırı
Farkındayım yazı yine uzadı ama son olarak buradaki bir anımı yazmadan geçemeyeceğim.
2018 GAP turu ile ilgili yazımda, Ulu Cami’nin hemen yanındaki bir kafede dinlenip kahve içerken beni Tara Jaff gibi harika bir sesle tanıştıran o kafenin sahibi bir gençten bahsetmiştim. İşte 5 yıl sonra adının Yusuf olduğunu öğrendiğim o arkadaşı bulup yazımı okuttum, kendisi de çok sevindi ve şaşırdı. Hani “dağ dağa kavuşmaz, insan insana kavuşur” derler, doğruymuş… Mardin ve Tara Jaff sayesinde Yusuf gibi sıcakkanlı ve konuksever bir kardeşimle dost olduk, bize güzel bir ev sahipliği yaptı.
Mezopotamya kafenin sahibi olan bu arkadaş aynı zamanda turizmci ve gerçekten misafirperver bölge insanının güzel bir temsilcisi. Bölgede hizmet veren İshakoğlu Turizm adlı bir tur şirketi ile de çok güzel turlar düzenliyorlar… Kendisine buradan teşekkür ediyor ve selamlarımı iletiyorum.
Yine konakladığımız Artuklu Üniversitesi Uygulama oteli personeline yakın ilgileri ve dostlukları için de minnettarız. Ayrılırken onlar da biz de çok üzüldük.
Dara Antik Kenti
Bu tür gezi yazılarımda ne yazarsam yazayım hep bir şeyler eksik kalıyor ama okuyanları da sıkmamak adına fazla uzatmak istemiyorum…
Sonuç olarak gerek Diyarbakır, gerekse Mardin insanı gerçekten yardımsever, sıcakkanlı ve paylaşmaya hazır…
Yeter ki siz art niyetsiz, ön yargısız ve samimi olun, onlara gerçekten değer verdiğinizi hissettirin…