Orta Amerika’da özellikle de Meksika ve Karayip Adaları’nda yetişen bir ağacın meyvası “mamey sapote” diğer adıyla “Poutria sapota.”
Bu tropikal meyvenin dışı pek bir şeye benzemese de kabuğunun altındaki turuncu renkli etimsi dokusu pek lezzetli. Ejder meyvesini filan boş verin, şöhret şimdi mameyde çünkü hazret bağırsak kanseri olmamak için kullanılmakta.
Sebze yemek yerine sandviçin içine konan bir dilim marul yaprağı ile yetinen, meyve dişlemeye üşendiği için makinede ezilmiş meyvelerin sularını içen, böylece posa içermeyen yiyecekler tükettiği için bağırsak kanseri oranları tepe yapan Amerikan halkına “bağırsaklar için iyidir” denmesi öyle işe yaramış ki mamey ufaktan moda olmuş, daha da ünleneceğe benziyor. Mamey çok lifli bir meyve olduğu için bağırsak sağlığına faydası tartışılmaz elbette.
Avuç içine sığacak büyüklükte olan mameyin pek çok farklı türü var ki kavun karpuz boyutunda bile olabiliyor. Sadece liften zenginliğiyle kabızlık, hemoroid, divertikül gibi bağırsak sorunlarına yararlı değil, bütün koyu renkli meyveler gibi içerdiği yoğun boyalar sayesinde bunun çok ötesinde de faydalı. Turuncu rengi veren karoten sayesinde gözlere çok faydalı örneğin. Kanser önleyiciliği bir diğer artısı. Potasyumu zengin olduğu için kalbe, antioksidanları ile cilde de faydalı. Kolesterolü ve şekeri dengelemekte de kilo vermekte de faydalı. İçerdiği diğer vitamin ve minerallerin bütün yararlarını saymaya bile gerek yok. Zaten meyvenin faydasızı mı olur?
Mamey sapote dokulu bir yapıda olduğu için dondurma pasta gibi dolgu gerektiren yiyeceklere de pek yakışıyor ama bununla da kalmıyor. Çekirdeğinden elde edilen yağ ile saç ve cilt bakımı da yapılıyor vs. Tadı da pek güzel. Sanki kayısıyı ballı kabak tatlısı ile karıştırmışşın da üstüne birazcık da tarçın eklemişsin gibi bir tadı var. Eh, üst üste binen bunca tat ve fayda meşhur etmesin mi haspayı?
Gelelim gilaburuya… Tıpkı mamey gibi değil yemek, adını bile duymamıştım onun da. mameyi bir Kolombiyalıdan Amerika’da öğrendiğim günlerde gilaburuyu da bir Kayseriliden öğrendim yine Amerika’da. Orta Anadolu’da, en çok da Kayseri’nin Bünyan Akkışla ve Gesi yörelerinde yetişen çalımsı bir ağacın meyvesiymiş gilaburu. Mamey kadar ünlü değilse de aşağı kalır yanı da yokmuş.
Gilaburu, mameye göre pek mini minnacık. Kırmızı parlak sulu tanelerden oluşan salkımları alışkın olmayanın seveceği gibi değil çünkü acımtırak. Mamey gibi lifli dolgulu değil ama o da kabızlığa bire bir yani bağırsak kanserini önlemek için o da ilaç sayılır.
Gilaburunun pek çok başka faydaları var. O da kıpkırmızı rengiyle doğal olarak çok faydalı insan bedenine. (Hiç unutulmaması gereken bilgi, bir meyvenin rengi ne kadar canlı ve koyuysa o kadar faydalı olduğu.) Kanamadan ülsere, migrenden adet ağrısına, veremden astıma pek çok farklı hastalıkta kullanılırmış halk doktorluğunda. Bütün bu hastalıkları iyi etmesi gerçekten mucize olurdu elbette ama takviye peşindekilerin aklının bir köşesinde olmalı gene de…
Gilaburu, bilimsel adıyla Viburnum opulus meyvelerinin içeriğinde valeriyanik asit, fosenik asit, viburnik asit, volatile asit ve kırmızı renk maddesi saptanmış. O nedenle antioksidan, antienflamatuar, antispazmodik, antinosiseptif, antiürolitiyatikmiş. Bunca lafın anlamı, hücre temizleyici, iltihap giderici, kasılma azaltıcı, ağrı azaltıcı ve taş eritici olduğu. Yani tam da idrar taşının ilacı.
İdrar yolu taşı deyip geçmeyin. Benim de yıllarca canıma okuyan bu dert her on kişiden birinin başının belasıdır. 10 milimetreden büyük olanları için ameliyat gerekse de daha ufaklarını tedavi etmek için kullanılan ilaçların hiçbiri bu derdi kökünden çözemiyor. Gilaburunun asıl marifeti işte burada. Sorunu o da kökünden çözemiyor ama diğer ilaçlar kadar da işe yarıyor.
“Uyanık tüccar” sıfatının hakkını veren Kayserililer tozunu şurubunu falan yapıp “Anadolu Mucizesi” etiketiyle çoktan piyasaya sürmüşler. Kayseri’nin ne özelliği var da bu bitki en çok orada yetişiyor diye meraklanınca öğrendim ki ana vatanı sadece Kayseri değilmiş. Kuzey Afrika, Avrupa ve Orta Asya gibi yaygın bir coğrafyanın doğal çalısıymış. Yerlisi olduğu her yerde de bilinip tüketilmekteymiş.
Bu Opulus türünün ait olduğu “Vibernum”gillerin 150- 160 kadar türü varmış. Kore ve Çin’de başka, Avrupa’da başka, Kuzey Amerika kıtasında başka alt türleri yaşarmış. En yaygın bilinen adı da Avrupa yaban mersini (European Cranberry) imiş. Top top bembeyaz açan çiçekleri yüzünden Hollandalılar kar ağacı da dermiş. Kar topu diye bilenler de varmış diye okuyunca birden İstanbul’daki bahçemizde de açtığını ama tanımadığımız kırmızı minik meyvelerini zehirli diye ağzımıza bile değdirmediğimizi hatırladım. Meğerse ben de çocukluğumdan bilirmişim bu bitkiyi de bildiğimi bilmezmişim.
Minik meyvelere bayılan kuşlar da yemezmiş gilaburuyu. İnsanların sevmemesi sadece acımsı tadı yüzünden değil, ezince kirli çorap ya da ıslak bez gibi kokmasındanmış. Ancak müdavimleri tatlandırarak şurubunu ve reçelini yaparmış. Sirkesi de yapılmaktaymış. İçerdiği maddeler yüzünden kan sulandırıcı ilaçların etkisini artırabilir, kanamalara neden olabilir, düşüklere neden olabilir, emzirenlerin bebeğinde de sorunlar yaratabilirmiş. Ayrıca fazla tüketilirse zehirleyerek kusma ve ishale neden olurmuş.
Zehirler deyince hemen bir parantez açmalıyım. Bıkmadan usanmadan yineliyorum ki “besin ilaç ve zehir” üçlemesi sadece miktar meselesidir. Aynı bitki hem yiyecek hem ilaç hem de zehir olabilir, ne kadar yendiğine bağlı olarak. Gilaburu da buna güzel bir örnek bence.
Gilaburuyu en çok da Ruslar bilirmiş. Adına “kalina” der, ulusal sembollerinden biri kabul ederlermiş. Şaman çağlardan beri kutsal kabul edilir, dünyanın oluşumu hatta ay güneş ve yıldızların oluşumu ile ilişkilendirilirmiş. Kadın güzelliğinin de sembolüymüş. Kalinka diye bildiğimiz meşhur Rus şarkısı da minik kalina yani kalinacık demekmiş. Zaten Rusçada kalina, kırmızı benek yapmak demek olan kalit kelimesinden türemiş. (Kalinayı karina diye telaffuz edenler de var.)
Ukrayna’da da aynı biçimde çok yaygın ve antik bir sembolmüş. Ulusal bağımsızlığın simgesi olarak kullanılır, askeri marşlarda adı geçermiş. Ukrayna bayrağının kenar süsü gibi görünen desenler de kalina meyvesiymiş. Ukraynalı kadınlar minik kırmızı top top meyveleri örgü hırkalarına falan motif olarak işlermiş. Romanya’da da Slav mirası olarak isim ve soyadı olarak çok kullanılırmış kalina.
1880 yılında ABD’de bataklık yerlerde yetişen kızılcığa benzer bir meyveden yerel halkın şurup yapıp içtiği keşfedilmiş. (Alkolü sert olduğu için şuruptan çok meyve likörü demek daha uygun olabilir bu içeceğe.) Ebruli damarlara sahip, kenarları tırtıklı ve üçgen biçiminde yaprakları olan bu çalı sulak bataklık yerlerde çok yaygın bulunurmuş. Çiçekleri bembeyaz açtığı için kartopu çalısı olarak adlandırılmış. Tarlaların, bahçelerin kenarına dikerek sınırlarını bu ağaçla çizenler oluyormuş.
İlginç isimli bu iki meyvenin insana faydalı olmak dışında başka da bir ortaklıkları yok. İkisini de Amerika’da aynı günlerde yeni öğrenince yan yana getiriverdim işte. Amerika’da her yeni tanıştığımla merak ettiğim gibi kim bunlar aslen nereliler diye merak edince öğrendim kimliklerini de kişiliklerini de. Mameyin dandik kabuğunun içinde gizlenmiş harikulade meyvesi ile gilaburunun parlak kırmızı saydam salkımlarının içindeki kötü kokulu acımsı meyvesini. Acısıyla tatlısıyla her ikisinin de hem şifa hem bela olma potansiyelini…
Meyveler da tıpkı insanlar gibiler. Tek bir yere ait sanılsalar da aslında karma kültürün son ürünüler. Hangi odaktan türemiş olurlarsa olsunlar farklı mekanlara yayılıyor, genişliyorlar. Her yeni yerleşimde çevrelerinden etkileniyor ve değişiyorlar. Değişimler genlerine işleniyor ve yeni türlere dönüşüyorlar. Genleri ne kadar çok karışmışsa da o kadar üstün değerler kazanıyorlar. Karıştıkça gelişiyor, geliştikçe daha yararlı hale geliyorlar. Genleri karışmayanlarsa zamanla güdükleşip tarih sahnesinden siliniyor.
Bu yalın gerçek “ari/saf ırk” peşinde koşan kabızlara müshil olsun.
Sizin de tatlı mameyiniz bol, acı gilaburunuz az olsun dostlar.