Modern insan, kozmopolit şehirlerin karmaşasında ve dijital dünyanın kesintisiz gürültüsünde kaybolmuş bir figürdür.
Bir zamanlar dünya, küçük, basit köy temelli yaşamlarla doluydu. Bugün “ilkel” olarak adlandırılan o yaşamlar, insanlığın binlerce yıllık kültürel, toplumsal birikiminin sessiz ama sağlam taşlarıydı.
Küçük bir köyde yaşamak; doğayla iç içe olmak, toplumsal bağları derinleştirmek ve ritüellerle, ortak değerlerle örülü bir yaşam sürmek demekti. Modern insanın hayranlıkla andığı “ilerleme, modernlik”, o köylerin sunduğu kültürel, ruhsal zenginliğin yerini asla tutabilir mi? İnsan ruhu ve dünyası birbirine sıkı sıkıya bağlıydı. Köyler yalnızca taş ve toprak değildi; onlar duyguların, ritüellerin, toplumsal bağların şekillendiği kutsal mekânlardı. Her sabah güneşle uyanır, rüzgârın, yağmurun dilini çözer, mevsimlerin sessiz melodisinde kendi varlığını hissederdi. İnsan, doğanın ritmiyle nefes alır, aidiyetini toplumsal paylaşımlarla beslerdi.
Hayat, doğanın ritmine uyumlu, yavaş, derin bir melodiydi. İnsanlar mevsimlerle, geceyle gündüzle, doğanın sessiz senfonisiyle iç içeydi. Toplumsal bağlar güçlüydü; komşuluk, paylaşım, dayanışma yaşamın merkezindeydi. Her birey, toplumun bir parçası olarak kendine yer bulur, kültürel ritüellerle aidiyetini sürekli tazelerdi. Modern birey ise, bu derin gerçekliği dijital platformlarda arıyor ama bulamıyordu.
Fakat modern insan, kültürün bu köklü yapısını çoğunlukla unuttu. Hızla değişen teknolojiler, bireysel başarı odaklı yaşam tarzları, tüketim alışkanlıkları, köy yaşamının doğal bağlarını zayıflattı. İnsanlar artık topluluk yerine kalabalıklarda kayboluyor, derin iletişim yerine yüzeysel etkileşimlerle yetiniyor. Ritüellerin yerini anlık beğeniler, derin anlamların yerini geçici eğlenceler aldı.
İşte burada Bovarizm’in trajik etkisi baş gösterir. Bovarizm, Gustave Flaubert’in ünlü “Madam Bovary” eserindeki baş karakter Emma Bovary’e dayanan bir kavram. Modern insan, geçmişin ruhsal derinliğinden yoksun, hayalperest bir yaşam özlemiyle gerçekliği reddetmeye eğilimlidir. Bovarizm, insanın hayal dünyasında mutluluğu arayıp, gerçek dünyada asla bulamaması hâlini anlatır. Romantik hayallerle gerçek dünyadan kopan kişi, ulaşılmaz arzuların peşinden sürüklenir. Ne yazık ki en sonunda kendine zarar verir. Modern şehir hayatında, sosyal medyanın yarattığı sahte mükemmellikler, tıpkı Bovarizm’de olduğu gibi bireyleri tatminsizlik, hayal kırıklığı içinde bırakır.
Hayal ile gerçek arasındaki çatışmayı ve derin tatminsizliği barındıran bir psikolojik durum yalnızca insana özgüdür. İnsanlar kendi yaşamlarını kültürel, toplumsal, estetik normlarla ölçer; hayaller kurar ve bu hayalleri mevcut gerçeklikle karşılaştırarak içsel boşluk hissederler. Bu süreç, bilinçli öz farkındalık, soyut düşünme yetisi gerektirir; insanlar sadece hayatta kalmak veya ihtiyaçlarını karşılamakla kalmaz, aynı zamanda idealler, arzular peşinde sürüklenir.
Hayvanlar ise farklıdır. Onlar plan yapabilir, gelecek için yiyecek saklayabilir veya oyun oynayabilir; ancak bu davranışlar çoğunlukla içgüdüsel, dahası adaptif amaçlıdır. Hayvanlar yaşamlarından “tatminsizlik” hissetmez; romantik ya da idealize edilmiş hayaller kurmazlar; bilinçli olarak kendi hayatlarını eleştirme yetenekleri yoktur. Dolayısıyla, Bovarizm gibi hayal kırıklığı, düş dünyasına kaçışa dayalı psikolojik durum yalnızca insanların karmaşık bilinç, toplumsal yapılarıyla mümkündür.
Bovarist bir şekilde sürekli hayaller peşinde koşarken, insan kendi ruhunu ihmal eder. Kültürel çöküş, dijital yabancılaşma, içsel bir dengesizliğin göstergesidir: hayal ile gerçek, beklenti ile deneyim arasındaki uçurum, modern bireyi depresyon, kaygı, varoluşsal boşlukla yüzleştirir.
Belki de “cennet”, insanın doğayla, toplumla uyum içinde yaşadığı, ruhsal olarak doyduğu o eski köy yaşamıdır. Modernliğin yarattığı karmaşa ve yalnızlık, bu cennetin hatırlanmasını engelledi. Kültürün, dilin, geleneklerin, yüz ifadelerinin ve yaşam biçimlerinin tek tipleştiği bir dünyada, insan ruhu sessizce çığlık atıyor.
Bovarizm yalnızca bireysel bir trajedi değil, aynı zamanda kültürel bir felakettir. İnsan, kendisine sunulan cennet gibi bir dünya ile gerçek hayatın tekdüzeliği arasında sıkışmış durumdadır. Gerçek hayatta sıradan ve banal bir varoluş, hayallerde ise ulaşılmaz ideal bir yaşam ister… Ancak gerçeklikten kaçış, hayal kırıklığını derinleştirir; kişi ne gerçek dünyaya uyum sağlar ne de düş dünyasında tatmin olur.
Bu yüzden modern insanın, kendini ve toplumu yeniden anlamlandırması için yaşamının öğretilerine, doğayla uyuma, ideal olan kültürel köklere dönmesi şarttır. Teknolojiyi, modern hayatı reddetmeden, ruhsal dengeyi, toplumsal dayanışmayı yeniden kuracak bir bilinçle yaşamak gerekir. İnsanlık, Bovarizm’in yarattığı boşluğu fark edip, hayalperestlik ile gerçeklik arasında bir denge kurabildiğinde, kendi cennetini yeniden inşa edebilir.
Düşünmek gerekiyor “ İdeal yaşam, gözden uzak ama ruhumuzda hâlâ yaşıyor muydu” sorusu, modern insanın derin bir iç hesaplaşmasına ve kültürel uyanışına işaret eder. Kurtuluş, doğayla, toplumla ve kendimizle barış içinde yaşayacağımız bir yaşam tarzını yeniden inşa etmekten geçer.
Bu sessiz çığlığı duyabilmek, insanlığın en büyük sınavıdır. Kısacası Bovarizm, insanın hayal dünyasında özgür hissettiği, hayallerin büyüsüyle gerçekliğin ağırlığı arasında sıkıştığı, ulaşılmaz arzular peşinde sürüklendiği ve gerçek mutluluktan uzaklaştığı bilinçli bir unutuluşun trajedisidir.
***
Medya Günlüğü sosyal medya hesapları:
