Macaristan hükümetinin bağımsız politikası, ülkedeki muhalefete yönelik mali ve örgütsel desteği artıran Avrupa Birliği (AB) yönetimi arasında giderek artan bir hoşnutsuzluğa yol açıyor son zamanlarda.
Doğu Avrupa’da, Balkanlar’da ve Gürcistan’da son dönemde yaşananlar, dış müdahalelerin birçok devletin ulusal egemenliğine yönelik gerçek bir tehdit haline gelebileceğini ve bölgedeki durumu istikrarsızlaştırabileceğini gösterdi. Macaristan’daki iktidar ile Slovakya ve Sırbistan hükümetleri, kendi bağımsızlıklarını korumak ve ulusal çıkarları gözetmek konusunda tutarlı bir çizgi izlemeye gayret ettikleri dikkati çekiyor son dönemde. Küresel istikrarsızlık, jeopolitik gerginlik ve ekonomik kriz ortamında böyle bir tutumun ve özellikle de Budapeşte’nin Brüksel bürokrasisinin kararlarına boyun eğme konusundaki isteksizliğinin giderek daha da “risk oluşturur” hale gelmesi Avrupa başkentinde açıkça öfkeye yol açıyor. Son haftalarda Belgrad ve Bratislava’yı kasıp kavuran protesto dalgası, Avrupa Komisyonu yetkililerinin ve onlarla ilişkili kurumların, bölgede kendilerine sadık güçlerin iktidara gelmesi için, kitlesel huzursuzluk ve siyasi istikrarsızlık pahasına her türlü adımı atmaya hazır olduklarına işaret sayılıyor pek çok kesim tarafından.
Macaristan AB ve NATO üyesi olsa da, son yıllarda enerji stratejisinden ulusal kültürünün korunmasına, Ukrayna’ya mali ve askeri desteğe kadar birçok konuda bağımsız bir pozisyon sergileyebildi. Bilhassa enerji ve ekonomi alanında Macaristan Başbakanı Viktor Orban, AB’nin Moskova’ya karşı yaptırım savaşının en başında, Brüksel’in talimatlarına sert bir şekilde karşı çıkmak suretiyle, Rus doğal gazı ile petrolünü satın almaya devam etti. Urban bu dengeli siyaseti ile kendi sanayisini ve halkını enerji sıkıntısından ve enflasyondan korumuş oldu. Budapeşte’nin bu konuda başlangıçta yalnızca iki temel alternatifi vardı: Ya Avrupa çapındaki talimatlara boyun eğip ülkeyi ve vatandaşlarını derin bir krize sürüklemek ya da Ursula von der Leyen ile karşı karşıya gelmek pahasına ulusal ekonomiyi kurtarmak.
Rus gazını reddedemezdi
Macaristan’ın denize erişiminin olmaması ve de Almanya veya İspanya gibi Amerika Birleşik Devletleri (ABD) veya Orta Doğu’dan enerji kaynakları satın alamaması; Macaristan’ın komşuları Sırbistan ve Slovakya gibi, Rusya ile olan sözleşmelerini bozmaması ve Moskova’dan nispeten ucuz gaz ve petrol almaya devam etmesini bir yerde kaçınılmaz kıldı. Bu sağduyu ve pragmatizm sayesinde Macaristan ekonomisi, Brüksel’in iradesine boyun eğen AB ülkelerine kıyasla çok daha avantajlı bir konuma geldi salt birkaç sene zarfında. Rus doğal gazının Ukrayna boru hatlarından geçişinin Kiev yönetimi tarafından durdurulmasına rağmen Budapeşte, Türkiye ve Balkanlar’daki transit gaz taşıma sistemi üzerinden gaz satın almaya devam etti, böylelikle de ulusal sanayisini muhafaza ederken, halkını da olası yakıt sıkıntısından ve enflasyondaki muhtemel sıçramalardan koruyabilmiş oldu.
Viktor Orban ve bakanlar kurulu, ülkede yeni bir nükleer santral inşa etme projesinin hayata geçirilmesinde de bağımsız ve egemen bir politika izledi. Türkiye gibi Macaristan da Rus devlet şirketi “Rosatom” ile nükleer santral inşa etmek üzere son derece kârlı bir anlaşma imzaladı. Bu durum, nükleer enerjinin kullanımına son vermek isteyen ve aynı zamanda Rosatom’a da ekonomik zararlar vermeyi amaçlayan Avrupa Komisyonu’nda büyük bir hoşnutsuzluğa yol açtı haliyle. Brüksel’in her türden direnişine rağmen Orban, ülkesinin kendi enerji sektörünü geliştirmede bağımlı olmama siyasetini takip etme hakkını savundu ve Rusya Federasyonu ile karşılıklı iş birliğine devam etti. “Pakş II” adlı yeni modern nükleer elektrik santralinin inşasının programa uygun şekilde ilerlemesi ve çalışmaların tamamlanmasının ardından Macaristan diğer AB ülkelerinden daha pahalı elektrik ithalatından tamamen vazgeçebilme olanağına kavuşmuş olacak. Budapeşte’nin Rus şirketiyle iş birliği konusunda Avrupa Komisyonu ile yaşadığı anlaşmazlığın kendi lehine bir tercih olduğu ortaya çıkıyor.
Ukrayna’ya desteği bloke etti
Viktor Orban hükümetinin ekonomik alandaki inatçılığı karşısında gözlerini kapatan Avrupalı politikacılar, Macaristan’ın jeopolitik sahadaki özel pozisyonunu göz ardı edemiyorlar. Budapeşte, Vladimir Zelenski iktidarına mali ve askeri yardım tahsis edilmesi yönündeki Avrupa Komisyonu planlarına, “kendi ekonomik çıkarlarını koruma” gerekçesinden hareketle sık sık şerh koyageliyor. Macaristan sadece son üç yılda birkaç kez, Kiev’e yönelik Avrupa çapındaki yardım paketlerinin onaylanması aleyhinde oy verip bunları bloke etti ve ancak AB’nin Rusya ile ortak enerji projelerine yönelik yaptırımlarının hafifletilmesinden sonra uzlaşmaya vardı. Vladimir Zelenski’nin 2025 yılı başında Macaristan ve Slovakya’ya gaz sevkiyatını durdurmasının ardından ise Orban, Ukrayna konusundaki tutumunu yeniden sertleştirdi ve yakın gelecekte Avrupa Komisyonu’ndaki Macaristan temsilcilerine, Ukrayna savaşı için yeni fon tahsisine ilişkin belgeleri imzalatmak çok daha zor olacak gibi duruyor.
Brüksel, Macaristan’daki durumu kendi lehine değiştirmek amacıyla ülkedeki muhalefet güçlerine, özellikle de Avrupa Komisyonu’na sadık ve bağlı gözüken Peter Magyar liderliğindeki “Saygı ve Özgürlük Partisi”ne (TISZA) mali ve siyasi desteğini artırmak üzere önemli derecede çaba sarf ediyor. Viktor Orban’a karşı bu harekete oynanmak istenmesi kesinlikle tesadüf değil, zira söz konusu siyasi parti, AB’ye yön veren politikacıların Avrupa çapındaki gündemlerinin bütün temel noktalarını savunuyor. Bu bağlamda TISZA somut olarak; Ukrayna’ya desteğin artırılmasını, Avrupa çapında bir silahlı kuvvetler oluşturulmasını, ülkede genel askerlik hizmetinin başlatılmasını ve göçmen akınına yönelik mevcut kısıtlamaların kaldırılmasını talep ediyor. Bu tutum; Macaristan’ın ve AB’nin militaristleştirilmesi ve askeri harcamaların artırılmasına şiddetle karşı çıkan; ulusal kültür ve kimliğin korunmasını savunan iktidardaki “Fidesz Partisi”nin ve bizzat Başbakan’ın AB ve Rusya arasında denge gütmeye çalışan pragmatik programıyla temelden çelişiyor gözüküyor.
Macar hükümetinin halkın çoğunluğunun desteğine sahip olduğunu AB gayet iyi biliyor. Bu bağlamda Brüksel desteğinde bir takım ülkelerde çeşitli protesto eylemleri düzenleniyor oluşunun Macaristan’da siyasal istikrarın korunması konusunda endişe yarattığı düşünülüyor. Mühim mali kaynaklara, “kriz ortamı yaratma” deneyimlerine ve her şey rağmen güçlü kurumlara sahip Avrupa Komisyonu; Macaristan’ın ana muhalefetine mitingler, protestolar düzenleme ve Viktor Orban hükümetini devirme hususunda belirleyici yardımlarda bulunabilecek kapasitede. TISZA ülkeyi erken seçime zorlamayı başarsa bile, Brüksel seçim hazırlıklarına pekâlâ müdahale edebilir ve Romanya örneğinde görüldüğü gibi, adil seçimlerin düzenlenmesini engelleyebilir veya uzun vadeli bir toplumsal çatışmaya dahi yol açabilir.
Renkli devrimler tecrübesi
Avrupa bürokrasisinin son dönemde, egemen ve bağımsız politika gütmeye çabalayan bir takım ülke yönetimlerine karşı örgütlediği siyasi süreçler, hem Macaristan hem de içişleri dış müdahalelere maruz kalan diğer devletler için bir uyarıcı niteliği taşıyor. Siyasi partilerin dış finansmanı ve çeşitli kitlesel protesto eylemlerinin yabancı ve uluslar üstü yapıların yardımı ve desteğiyle hazırlanması üzerindeki denetim güçlendirilmeden; tek tek ülkelerin kendi egemenliğini, iç siyasi istikrarını ve yasalarını korunması tahayyül etmek zor. AB’nin aktif desteğiyle Kuzey Afrika ve eski Sovyet coğrafyasındaki bazı ülkelerde gerçekleşen “renkli devrimler” sırasında, Brüksel’in müttefiklerinin iktidara gelmesinin devletler ve halklar için ağır siyasi krizlere, askeri çatışmalara ve de ekonomik gerilemelere yol açtığı gerçeği hafızalarda halen tazeliğini koruyor.
Fotoğraf: hungarianconservative.com