Son zamanlarda Türkiye’de en çok kullanılan kelimelerden biri liyakat. Sürekli olarak kamudaki liyakatsiz yöneticilerden konuşuluyor. Hem medya hem de halk arasında en çok eleştirilen konuların başında geliyor.
Başarılı devlet yönetimi liyakatli kadroların görev yapması sayesinde oluyor. Ne yazık ki son yıllarda gerek hükümetin gerekse bürokrasinin yetkinliği olmayan kişilerle doldurulduğunu görüyoruz. Liyakatin yerini biat almış durumda.
Yetkinliği olmayan bu kişiler ülkeye ciddi zararlar veriyor. Birkaç tanesini sıralayalım.
Zamanında gerekli tedbirleri almayan, yangın söndürme için gerekli planlama yapmayan, ormanlardan sorumlu liyakatsiz bir bakan nedeniyle, etkin bir yangın söndürme filosu kurulamamıştı. O nedenle döneminde Ege ve Akdeniz bölgelerimizde çıkan orman yangınlarında milyonlarca ağaç ve hayvan kaybımız oldu.
Türk Hava Kurumu’nun (THK) elinde bulunan ve yangınla mücadelede etkinliğini ispatlamış uçaklar bilinçli olarak bir kenara itilmiş, hurda oldukları uçamayacakları iddia edilmişti. Halbuki bu uçaklar engebeli olan ülkemizde orman yangınlarına müdahale açısından idealdir. Yeni ve daha gelişmiş modellerinden derhal ısmarlanmalıdır. Nitekim, belki dikkatinizi çekmiştir, deprem sonrası İskenderun Limanı’nda çıkan yangına günler sonra bu hurda denilen uçaklarla müdahale edildi ve başarılı olundu.
Liyakatsiz Bakan önce orman yangınlarını sadece helikopterlerle söndürebileceğini düşünmüştü. Etkin bir mücadele için helikopterler ve uçaklardan oluşan ve adetleri ve lokasyonları iyi planlanmış bir hava filosuna ihtiyaç olduğunun farkında değildi.
Sonradan uçak da gerektiği kendisine anlatılmış olacak ki o da Rusya’dan üç adet uçak kiralanması talimatını vermişti. Pilotluk brövesi dışında, ne havacılık ne de, son derece uzmanlık gerektiren yangın söndürme uçakları konusunda bir bilgisi olan Bakan Bey, kiraladığı üç adet uçakla sorunu çözebileceğini zannetmişti. Ancak, THK’nin elindeki uçakların yerine getirttiği kiralık üç uçak hem adet olarak yetersizdi hem de Türkiye şartlarına uymuyordu. Bu uçaklar Sibirya’da yazın taygalarda çıkan yangınları söndürmek için tasarlanmış olduğu için sadece dümdüz steplerde etkin operasyon yapmaya uygundu. Dolayısıyla Türkiye’de başarısız oldular ve uçaklardan bir tanesi de engebeli arazide dağa çarparak düştü, Rus ve Türk ekibi de öldü. Bu uçakların Türkiye’ye uygun olmadığı da Bakan Bey’e anlatılmıştı ama, o konuya büyük bir olasılıkla duygusal olarak yaklaşmıştı.
Yangınlar esnasında Türk Silahlı Kuvvetlerine ait hava, deniz ve kara gücünün sahip olduğu teçhizatın ve personelin devreye sokulmaması da ormanlardaki tahribatın artmasına neden oldu.
İkinci liyakatsizlik örneği korona ile yapılan mücadelede yaşandı. Ortada aşı yokken, toplumdaki hareketliliğe ekonomik nedenlerle yeterli kısıtlamaların getirilmemesi, daha sonra Sinovac gibi yetersiz bir aşının seçimi, on binlerce kişinin gereksiz ölümüne neden oldu. Gerçek rakam hâlâ bilinmiyor.
Turcovac gibi tüm test fazlarından geçip etkinliği bilimsel olarak kanıtlanmamış, sonunda kanıtlansa bile yeni virüs varyantlarına uyumlandırılması çok uzun zaman alacak olan bir aşı desteklenirken, Bilkent ve ODTÜ’nün geliştirdiği, gerektiğinde yeni varyantlara hızla uyumlandırılabilecek VLP (Virüs Like Particle= Virüs Benzeri Parçacık) aşısına destek kesildi. Koronadan dolayı gerçekleşen ölümlerin bilinçli olarak düşük gösterilmesi, Atatürk Havalimanı pistlerinin tahribi amacıyla, çalışmayacağı o günden bilinen bir hastanenin kasıtlı olarak pistlerin başına alelacele yapılması, korona salgınında yaşadığımız, skandal düzeyinde diğer olaylar oldu. Biat kültürü ve liyakatsizlik bizlere epey pahalıya mal oldu.
Üçüncü ve en korkunç liyakatsizlik ise, son Kahramanmaraş ikiz depreminde yaşandı. Deprem oluşur oluşmaz harekete geçmesi gereken AFAD’ın başındakilerin, endüstri mühendisliği, yöneylem araştırması veya lojistik konularında uzman olması gerekirken, ağırlıklı olarak ilahiyatçı oldukları anlaşıldı. Bu bölgede eninde sonunda depremin olacağı bilinmesine rağmen, hazırlık yapmamışlardı. Çadır battaniye gibi en kritik malzemeler bile bu bölgede depolanmamıştı. Enkaz kaldırma teçhizatı yoktu. Bir türlü mobilize olamadılar. İlk üç gün, bölge halkı ve AFAD’dan daha hızlı hareket eden sivil toplum örgütleriyle muhalefet partilerine bağlı belediyeler dışında sahada kimse yoktu. Kızılay ise geçmişinin gölgesi gibiydi. Aynı orman yangınlarında söz konusu olduğu gibi TSK göreve bir türlü çağırılamadı. Hükümetin ise, iş yapmaktan çok iş yapanları engellemeye çalıştığı ve “asrın felaketi” sloganıyla kendini temize çıkarmaya çalıştığı görüldü. Bir de aklımızda üniversitelerin kapatılması kaldı.
Toplumun ekonomik krizin ortasında büyük bir özveriyle bir araya getirdiği yardımlar, AFAD’ın yetersizliği nedeniyle, bir eşgüdüm içerisinde doğru yerlere zamanında yollanamadı. Bir bölümü heba oldu, bir kısmı ise yağmalandı. Yabancı arama kurtarma timleri saatlerce havalimanlarında yönlendirilmeyi beklediler. Kıymetli saatler boşa harcandı. Devlet bölgede talana bile engel olamadı. En sağlam binalar olması gereken hastaneler yıkıldı.
Uzmanların altı haneli olduğunu ısrarla vurguladığı insan kaybına rağmen, yönetimin en tepesindeki kişiden bürokrasinin en alt kademesine kadar bir tek istifa eden olmadı. Onlar felaketi örtbas etmek için internette bant daraltması yapmak, muhalefet belediyelerinin faaliyetlerini önemsizleştirmek, başarılı sivil toplum örgütlerine çamur atmak, topladıkları yardım paralarına göz koymakla ve herkese hakaret etmekle uğraştılar.
Bir şey daha yaptıklarını söylediler: Defter tutuyorlarmış, günü gelince açacaklarmış. Ancak toplumdan edinilen izlenim, bu kez halkın da defter tuttuğu ve ilk seçimde açacağı yönünde.