Ülkelerin geçmişten günümüze sınır güvenliğini esas alan ve askeri güç kullanarak bu tür bir güvenliği sağlama girişimleri hep olagelmiştir.
Ancak bu yöndeki çabalar, aynı zamanda toplumsal refahı arttırma veya uluslararası güvensizliği giderme girişimlerini başarısız kılmıştır. Zira yüksek seviyeli askeri harcamalar ve bu harcamalardaki sürekli artış eğilimleri, askeri çatışmaları ve bundan dolayı gerçekleşen insan ölümlerini azaltmamıştır. Ayrıca, ülkeler sınırlarını dış tehditlere karşı güvenlikli kılsalar bile bu, o ülkede yaşayan insanların refah içinde yaşadıkları, siyasi baskı ve istikrarsızlıklarla karşı karşıya kalmadıkları, yeterli yiyeceğe, eğitim ve sağlık şartlarına sahip oldukları veya daha yaşanabilir bir dünya için endişe duymadıkları anlamına gelmeyebilir.
Bu doğrultuda yeni bir güvenlik anlayışı ve kavramı oluşturmak için ekonomi, iklim ve adil enerji paylaşımı gibi farklı alanlardaki gelişmeleri askeri güvenlik çabaları ile birleştirmeye artık giderek daha fazla ihtiyaç duyulmaktadır.
1990 yılı sonrası dönemde gerçekleşen farklı yöndeki gelişmeleri ekonomik ve siyasi yönleriyle değerlendirmek mümkündür.
Ancak bu çalışmanın iddiası, belirtilen dönemde gerçekleşen gelişmelerin en temel özelliğinin, güvenlik kavramının askeri temelden koparak, çok daha etkin bir şekilde ekonomik, demografik ve iklimsel sonuçlarla ilişkilendirilmesini mümkün kılan bir yöneliş takip ettiğidir. Buradaki yöntemsel sorun bu iddiayı ortaya koyabilmek için farklı alanlarda ortaya çıkan gelişmelerle insanoğlunun meydan okuyuşlarının yarattığı sonuçlar arasındaki ilişkilendirmedir.
Örneğin, Birleşmiş Milletler’in (BM) iklim değişikliği ile ilgili çeşitli tarihlerde yayınlanan verilerine bakıldığında, istatistikler karbon salınımları ile insan etkinliği arasında yakın ilişkiyi ortaya koymaktadır.
(İsmail Hakkı İşcan, tasam.org)
Makalenin tamamını okumak için tıklayın