Kötüye düşünmeye eğilimli olmak, insan zihninin evrimsel bir yanıdır.
Bu eğilim, hayatta kalma içgüdüsünden beslenir ve bizi olumsuz senaryolara karşı hazırlıklı olmaya iter. İlkel çağlarda, yırtıcıların, doğal felaketlerin veya diğer tehditlerin farkına varmak, hayatta kalmanın anahtarıydı. Bu yüzden, insan zihni kendini güvence altına almak için daha çok tehlike, risk ve olumsuz sonuçları düşünmeye eğilimlidir. Ancak modern dünyada, bu eski içgüdüler, çoğu zaman gereksiz kaygı ve endişelere yol açar. Günümüzde, fiziksel tehlikeler yerine sosyal ve psikolojik korkular ön plana çıkmaktadır. İş kaybı, yalnızlık, reddedilme korkusu veya başarısızlık gibi soyut tehditler, zihnin olumsuz düşünceleri sürekli olarak beslemesine neden olur. Bu düşünceler, aslında bir nevi zihin tarafından, gelecekteki olası zararları önceden tahmin etme çabası olarak ortaya çıkar.
İnsanın olumsuzu düşünmeye eğilimli olmasının kökeninde hayatta kalma içgüdüsü yatıyor. Atalarımız, tehlikeleri önceden fark edip önlem alabildikleri için hayatta kaldılar. Ormanda bir hışırtı duyduklarında, “Bu sadece rüzgar” demek yerine, “Ya bir yırtıcıysa?” diye düşündüler ve kaçmaya hazırlandılar. Bu refleks onların hayatta kalmasını sağladı ve bize miras kaldı.
İlkel insanın olumsuz düşünceleri, doğrudan hayatta kalmayla ilgiliydi. “Ya bu mağarada yırtıcı bir hayvan varsa?” veya “Ya yiyecek bulamazsam?” gibi korkular, gerekli tedbirleri almayı sağlıyordu. Bu düşünceler, somut ve dış dünyaya odaklıydı çünkü tehlikeler gözle görülebilir ve anlık tepkiler gerektiriyordu. İlkel insanın zihni, çevresindeki tehlikeleri hızla fark etmeye ve buna göre harekete geçmeye programlanmıştı.
Modern insanın olumsuz düşünceleri ise daha soyut ve karmaşık. Fiziksel tehlikeler yerine, sosyal ve psikolojik kaygılar ön plana çıkıyor. “Ya başarısız olursam?”, “Ya insanlar beni yargılarsa?” veya “Ya işimi kaybedersem?” gibi düşünceler, modern insanın zihnini şekillendiriyor. Artık yırtıcı hayvanlardan kaçmak zorunda değiliz ama ekonomik belirsizlikler, sosyal reddedilme korkusu ve geleceğe dair endişeler peşimizi bırakmıyor.
İlkel insanın korkuları somut ve anlık çözümler gerektirirken, modern korkular soyut ve sürekli bir belirsizlik hissi yaratıyor. Fiziksel tehlikelerle yüzleşip kaçabilir ya da savaşabilirsiniz; ancak zihninizde yarattığınız soyut tehditlerle nasıl başa çıkarsınız?
Sosyal boyutta ise ilkel çağlarda kabileden dışlanmak, hayatta kalmayı tehlikeye atardı. Topluluk içinde kabul görmek, hayatta kalmanın anahtarıydı. Bugün ise sosyal medya beğenileri, toplumda kabul görme ihtiyacının modern bir yansıması olarak karşımıza çıkıyor. Kabileler değişti, fakat kabul görme ihtiyacı değişmedi.
Zihin, belirsizlikten hoşlanmaz ve geleceği kontrol edemediğinde endişelenmeye başlar. Kötü senaryoları düşünmek, durumu kontrol ediyormuş hissi verir çünkü kötü senaryolara hazırlanmak, belirsizlikten daha az korkutucudur. Bu kontrol ihtiyacı, zihnin koruma mekanizmasıdır. Potansiyel tehlikeleri önceden sezmek ve onlara karşı hazırlıklı olmak, evrimsel olarak hayatta kalmamızı sağlayan bir işlevdi. Ancak modern dünyada bu mekanizma kaygı ve stres kaynağı haline geliyor.
Ayrıca zihin, kötü olayları anlamlandırarak onlardan ders çıkarmaya çalışır. “Neden böyle oldu?” ve “Bu olayın anlamı ne?” gibi sorular, kötü düşünceleri sürekli tetikler. Zihin, benzer bir durumla karşılaştığında hazırlıklı olacağını düşünerek olumsuz senaryoları gündemde tutar.
İnsanın kötüyü düşünmeye eğilimli olmasının bir diğer nedeni, sosyal ilişkilerde kendini koruma güdüsüdür. Başkalarının niyetlerini sorgulamak, hayal kırıklığına uğramamak ve incinmemek için geliştirilmiş bir savunma mekanizmasıdır. Ancak bu güvensizlik hali, zamanla yalnızlığı beraberinde getirir. Sürekli kötü ihtimalleri düşünmek, etrafımıza duvarlar örmemize ve sonunda bu duvarların içinde hapsolmamıza neden olabilir.
Olumsuz düşüncelerin ağırlığı altında ezilmemek için zihnin bu mekanizmasını anlamak ve ona karşı bilinçli bir duruş sergilemek gerekir. Zihin, kötü senaryolarla bizi korumaya çalışırken aynı zamanda güzellikleri ve huzuru gölgeleyebiliyor. Belki de insanın gerçek özgürlüğü, zihnin bu oyununu fark etmek ve onu yönlendirebilmekte gizlidir.
Kötüye eğilimli düşünmek, evrimsel bir miras olsa da, bu mirası doğru anlamak ve korkularımızı dönüştürmek, gerçek özgürlüğe ulaşmamızı sağlar. Çünkü huzur, karanlık düşüncelerin ötesinde, belirsizliğe ve anın gücüne teslim olmaktadır. Olumsuz düşünceler kaçınılmaz olsa da, onlara takılıp kalmadan geçmişin izinden özgürlüğe doğru ilerlemek, gerçek büyümenin yanında, huzurun ve özgürlüğün kapılarını aralar.