Dr. Nevin Sütlaş
Ülkemizin uzak yol kadın gemi kaptanlarının ilklerinden olan Seda Turhan ile uzak yol kadın gemi başmühendislerinin ilklerinden olan Derya Yenice, birkaç yıl önce Amerika’ya yerleşmeye karar verdiklerinde bambaşka bir iş yapmaya başladılar.
Yük gemilerin mal taşımasında kullanılan konteynırları konuta çevirme işiydi bu. Yoksul ve kazazedelere dayanıklı barınak oluşturan bu kocaman kasalar zamanla lüks konutlara bile dönüştü. Alanlarında öncü olan bu kızlarımızla ne kadar övünsek azdır. Konteynırların geri dönüşümü de bütün geri dönüşümler kadar önemli bir konu elbette. Hele konut gibi gelmiş geçmiş en önemli insanlık sorununa az da olsa bir çözüm olacaksa. Konut gibi beslenme sorunu da insanlığın başat sorunu. Üstelik bu sorun giderek daha da çetrefil bir hal alıyor…
Amerika’da tarlaya dalıp istediğini toplayıp sonra parasını ödeme işine “U pick” diyorlar. U harfi yu şeklinde okunduğu için “you pick”, kendin topla anlamına geliyor. Amerikalılar bayılıyor böyle egzantrik kısaltmalar yapmaya. Oradan çıkışlı genç uşağın internet aleminde geliştirdiği benzer dil de almış başını gidiyor. Amerikalılarca pek bilinmediği için olsa gerek semizotunun böyle kestirme bir adı yok. Ama semiz adı yakışıyor yabanın haspasına.
Semizotu bizde ekilip biçilen ve dolayısıyla pazarlarımızda bolca bulunan bir ot. Kum kumul Florida tarlalarında kendiliğinden yetiştiği halde satışta yok. Üstelik bizdeki gibi tarıma girmediği için hâlâ yabani ot verimine ve değerine sahip. Besin değeri çok yüksek olan bu otu sadece bölgelerin asıl sahipleri olan Meksikalılar biliyor. Dün bir “U pick” tarlasından domates toplarken, etrafta kendiliğinden yetişen semizotlarını görünce saldırdık. O nedenle de bu yazıya sızıverdi kendileri.
Burası bir tarım ülkesi sayılmaz ama isterseniz şehirden yarım saat mesafedeki bir tarlaya gidip istediğinizi toplayıp satın alabiliyorsunuz. Çok yaygın değilse de mümkün bu. Ancak kendiniz topladığınız, depolama, nakliye, mağazacılık gibi ek giderleri de olmadığı halde marketten aldığınızdan daha fazlasını ödüyorsunuz. Yoksul harcı değil yani “U pick”ten beslenmek.
Ancak Kuzey Caroline’da yaşayan Benjamin adındaki gencecik bir adam tersini düşünüyor. İlginç bir şekilde soyadı yeşil (Greene) olan bu çiftçinin Kaliforniya eyaletinin başşehri olan Sakromento’nun “tarladan çatala” sloganına çok uyan bir fikri var. Zenginlere olduğu kadar yoksullara da uyar bu iş diyor. O da bizim kızlar gibi konteynerları dönüştürüyor. Ancak eve değil de tarlaya. Hem de dikine tarlaya.
Tarla sahibi olmak, enlemesine ve boylamasına epeyce bir alana sahip olmayı gerektiriyor. Arazi fiyatlarının yüksekliği yüzünden şehirlerin içinde ve yakınında tarla olamıyor. Ancak bir konteynerın duvarlarını tabandan tavana tarlaymış gibi kullandığınızda ufacık bir alanda muhteşem bir çiftlik sahibi olabiliyorsunuz. Onun fikri bununla sınırlı da değil. Konteynerın tepesini de dükkana dönüştürmüş. Böylece ürünü doğrudan yetiştiği yerden satın alıyorsunuz, hem de kendi yaşam alanınızın çok yakınından.
Bu fikrini yaşama geçirebilmiş olan Bay Yeşil,” Şimdiki hedefim bu uygulamanın Amerika’nın her mahallesine yayılmasını sağlamak” diyor. Kızıl saçlı koyu sarışın Benjamin’i izlerken, koyu sarışın bir başkasını, Bünyamin amcamı anımsadım. Dünyanın iki ayrı aleminden olan bu iki insanın aynı isme ve benzer görüntüye sahip olmaları dışında benzerlikleri yok. Amcam, köyde doğmuş ve şimdi ihtiyarlığında da bir köyde yaşıyor ama ömründe tarımla ilgisi olmamış biri. Birinci ve ikinci kuşak şehirlilerimiz gibi toprağa ve ekip biçmeye yabancı, kendini köylü saymayan bir adam. Amcam çakmasından değil tam bir şehir beyefendisidir. Toprakla ve hayvancılıkla uğraşmayı aklına bile getirmemiştir. Tarım ve hayvancılık bizde hep küçümsenerek yaklaşılan alanlardır ya Benjamin’in dikey tarlaları yaygınlaştırma hayali üstünde düşünürken, hedef neden Amerika’yla sınırlı kalsın da bütün dünya olmasın diye düşündüm. Asıl düşündüğümse neden benim ülkemde de olmasındı. Tek gereken köylü olmayı küçümsemekten vazgeçmek. Köy ile ilkel kavramının yandaşlığını silmek.
Niye “köylü milletin efendisidir” demek zorunda bırakmışız ki tarihi liderimizi?
Atadan gelen bir şehirliliğe sahip olamamak yüzünden, şehirli olmanın gereklerine bunca öykünürken, insanlarımız marketten almak yerine tarladan almayı tercih eder mi acaba diye düşündüğümde önce domates toplar ve semizotu yolarken yaşadığımız sevinci sonra da çocukluğumu anımsadım. Kızıltoprak gibi bir şehir merkezinde yaşarken bile, burnumuzun dibindeki Kuyubaşı’ndaki bir tarladan öte beri aldığımızda nasıl sevindiğimizi anımsadım. Erişebilecek mesafede bir tarla olsa ve fiyatları marketten yüksek olmasa, elbette herkes alır diye kendi kendime yanıtladım sorumu. Hele şimdilerde organik adı ile doğal yaşama merak salma modası hızla yayılırken. Yanılıyor muyum?
Yeni bir fikrin yaygınlaşması için bazı koşullar var. Bu listenin tepsinde “icat çıkarma şimdi” şeklinde dile gelen ön yargı var. Alışıldık olana güvenme, yeni olanı reddetme alışkanlığıdır bu. Hem insan beyninin hem de yerleşik kültürlerin yaygın alışkanlığıdır bu. Bu tutuculuğun amacı varlığın devamını sağlamak olduğundan kötü bir şey de değildir aslında. Ancak tutuculuk madalyonunun değer yüzü de gelişimin önünü tıkamaktır. Köklü bir geçmişi olmayışın neden olduğu sınırsız özgürlük yüzünden icat çıkarmanın şahı olan Amerika’nın asıl başarısı da buradan gelir; yeniliklere direnç göstermemesinden.
Yeniye ve farklıya yönelik direnç aşılabildiğinde her şey başkalaşıyor. Sonrasındaki gelişme, temel bilgiye sahip olmaya ve gereken çabayı göstermeye dayanıyor ki orası daha kolay. Çabalar olumlu sonuç verdiğinde başkalarını ikna ederek aynı yola sokmak daha da kolay…
Greene adlı delikanlı tarım arazisi bulma konusunda devrimi yapmış. Bize yeniliği keşfetme derdi de kalmadığına göre, onu taklit etsek olmaz mı? Neyimiz eksik, duvarda ekim yapmayı becerecek tarım uzmanlarımız mı? Bence aşağıda paylaştığım Benjamin Greene’nin videosunu izleyen herhangi bir çiftçi başarıyla gerçekleştirebilir bunu.
İsteyenin başaramayacağı şey mi var?
Yoksul Benjamin sadece fikrine ve gücüne güvenip sıfırdan başladığı halde başarıyı yakalamışsa, Derya ve Seda, gemilerdeki erkek egemenliğine çomak sokup öncü patronluklar elde etmişlerse ve sonra da bu tahtı terk edip konteynerları yaşanacak evlere dönüştürmeyi başarmışlarsa, bütün hayatını hekimliğe adamış, ülkesi ve mesleği dışında bir yaşamı aklına bile getirmemiş olan ben 60 yaşında Amerika’ya göçüp ikinci kariyer olarak yazarlığı seçip 3 yılda 3 kitap yazmışsam, isteyen herkes istediği her şeyi başarır. Topraksız ve yoksul bir köylü bile köhne evinin dış duvarını dikey bir tarlaya çevirebilir. Şehrin boğuntusundan illallahı çeken köylerin terk edilmişliklerini vahaya çevirebilir…
Yeter ki gönülden istesin ve kendine güvensin insan. Üstü sadece nasıl yapılacağını öğrenmeye ve de sıkı çalışmaya bakıyor. Tembel ve öz güvensiz olanlara da yakınmak kalıyor.