Lale Devri’nde Nevşehir’den (O zamanki adıyla Muşkara) İstanbul’a gelen bir ailenin soyundan geliyorum ve o nedenle İstanbul’un azınlıklar dışında en eski Müslüman ailelerinden birinin ferdiyim.
İstanbul doğumluyum. 1995’te ise KKTC vatandaşı oldum. 1979’da evlendiğim eşim ise Lefkoşa doğumlu. Uzun yıllardan beri de senenin büyük kısmını KKTC’de geçiriyorum.
Doğal olarak Ekim’de yapılacak KKTC Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde benim de oy kullanma hakkım var. Kendimi bir Atatürk milliyetçisi ve sosyal demokrat olarak tanımlarım. Dolayısıyla Türkiye’de veya KKTC’de oy kullanırken bu felsefeyle seçimimi yaparım. Kişisel özgürlükler, ekonominin yönetimi, adalet sisteminin nasıl çalıştığı, eğitim sistemi ve dış politika gibi konular oy verirken değerlendirdiğim konuların başında gelir.
Türkiye’de yaşayan ve KKTC devlet yapısını fazla tanımayan okuyucularım için de bu bölümde kısa bir açıklama yapayım. KKTC, anayasası gereği yarı başkanlık sistemiyle yönetilir. 50 üyeden oluşan bir parlamentosu vardır. Mahkemeler eski Türkiye’de olduğu gibi bağımsızdır. Ülkenin günlük işlerini başbakan ve onun seçtiği bakanlar kurulu yönetir. Cumhurbaşkanının iç politikada etkisi ve yetkisi oldukça sınırlıdır, ancak dış politikada geniş yetkileri vardır. Türkiye dışında hiçbir ülke tarafından tanınmayan ve tanınması için pek de çaba gösterilmeyen KKTC’nin cumhurbaşkanı uluslararası toplumda Kıbrıs Türk Toplumu’nun yasal temsilcisi olarak kabul edilir ve Rum kesimiyle olan toplumlar arası görüşmelerde Kıbrıs Türk heyetine başkanlık eder.
KKTC Cumhurbaşkanı ve toplumlar arası görüşmeci halen Sayın Ersin Tatar’dır. Toplumlar arası görüşmelerde Türkiye Cumhuriyeti’nin son yıllarda gündeme getirdiği, ancak uluslararası toplumda kabul görmeyen Kıbrıs’ta yan yana iki bağımsız devlet tezini savunmaktadır.
İç politikada, aşırı sağdan ortanın sağına uzanan bir yelpazede yer alan üç partinin koalisyonu iktidarda ve dış politikada da Sayın Tatar’la benzer görüşleri savunmaktalar. Sayın Tatar ve Hükümet iç politikada da Ankara’daki rejiminin Kıbrıs şubesi gibi hareket etmekte. Zaten Türkiye Büyükelçiliği de iç politikada her zamanki gibi son derece etkin. Maalesef bazı Kıbrıslı Türkler bu durumu İngiliz dönemindeki genel valinin tutumuyla benzeştirmekte.
KKTC’de ekonomi Türkiye’deki gibi çökmüş, ahlaksızlık yaygınlaşmış durumda. Ülkede kumar, fuhuş gibi eskiden beri var olan sektörlerin yanına uyuşturucu kullanımında artış, sahte diploma skandalları, laik Kıbrıs Türk toplumunda çok tepki çeken ve gittikçe şiddetlenen din baskısı, Türkiye’den çok iyi tanıdığımız bazı yüklenicilere verilen ihalesiz işler, toplumda hoşnutsuzluğu her geçen gün artırmakta. Tüm bunlar eskiden büyük saygı duyulan Türkiye’ye karşı ciddi bir tepki oluşmasına neden oluyor. Bunda Güney Kıbrıs ve AB’nin kışkırtmaları ve propagandalarının da önemli bir payı var. Türkiye’nin KKTC’deki propagandası züccaciye dükkanına giren fil benzetmesini anımsatırken, AB ve Rumların etkileme çabaları daha sofistike ve planlı.
Kuzey Kıbrıs’ta Türkiye’deki düzeyde olmasa da, ateşli silah kullanımında da artış var. Pek çok Kıbrıslı dostum ülkenin Türkiye’nin foseptik çukuruna dönüştüğünden şikayetçi ve bu bağlamda sık sık Falyalı cinayeti örnek veriliyor. Ülkede yabancı nüfus artışı korkunç boyutlarda. Türkiye’den gelip Ada’ya yerleşenleri saymasak bile, Rusya’dan Ukrayna’dan, Türkmenistan başta olmak üzere Orta Asya cumhuriyetlerinden, İran’dan, Arap ülkelerinden, Pakistan’dan Bangladeş’ten ve sayısız Afrika ülkesinden gelen nüfusun olağanüstü boyutlara ulaştığı, sokakta gezerken bile hemen fark edilmekte. (KKTC nüfusu devlet sırrı olarak görüldüğünden Kıbrıs’ta doğmuş, Türkiye’den göç etmiş Türk nüfus başta olmak üzere ülkenin toplam nüfusu bilinmemektedir.)

KKTC seçimlerinde kime oy vereceğim benim için eskiden beri bir sorun olmuştur. Atatürk milliyetçisi ve de sosyal demokrat eğilimli biri olarak hep ikilem içerisinde kalmışımdır.
Ümmetçiliğe prim veren Ankara rejimine yakın olan bir adaya mı, yoksa Türkiye’nin dış politika önceliklerine fazla önem vermeyen ama Kuzey Kıbrıs’ı yukarıda değindiğim rezilliklerden kısmen da olsa kurtaracağını bildiğim, namuslu ve aydın kişilerin adayına mı? Aynı ikilem nedeniyle önceki Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ikinci turunda oy kullanmamayı tercih etmiştim. Bu yılki seçimlerde ise oy sandığına hiç gitmemeyi düşünmekteydim. Ancak bazı gelişmeler bu tutumumu değiştirmeme neden oldu. Bu değişikliğe neden olan en önemli iki olayı hemen sıralayayım:
1-Her ne kadar Türkiye Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan bir açıklamasında Kıbrıs’ta kim seçilirse seçilsin onunla çalışırız dediyse de sonradan fikrini değiştirdi. Yerli ve milli ama Alman Milli Takım forması giymiş olan Sayın Mesut Özil propaganda çalışması için Kıbrıs’a geldiğinde Sayın Erdoğan kendisini telefonla aradı ve herkesin duyabileceği şekilde ‘bu seçimi mutlaka kazanmalıyız’ dedi. Yani seçimlerde pozisyon belirledi ve adayları, dolayısıyla Kıbrıs seçmenini Türkiye’de yaptığı gibi “biz ve siz” olarak ikiye ayırdı. Bu sohbet de sosyal medyada dolaşıma sokuldu.
2-Her seçim Türkiye’den Kıbrıs’a seçmeni etkilemek için politikacılar gelir ve propaganda konuşmaları yapar. Bu faaliyetlere ek olarak Büyükelçi’nin de köy köy dolaşıp kahvehanelerde seçim faaliyetlerine katıldığı bilinir. Bu yıl da Gaziantep Belediye Başkanı Sayın Fatma Şahin, Zafer Partisi Genel Başkanı Sayın Ümit Özdağ gibi politikacılar seçim vesilesiyle Kıbrıs’ı ziyaret ettiler. Özdağ’ın Kıbrıs’a Türkiye dışından gelen on binlerce göçmeni getiren bir zihniyeti desteklemek için Ada’ya gelmesi büyük bir çelişki ama neyse. Bir de Sayın Hulusi Akar gelmiş, o da enteresan. Acaba cami inşa etme sözü mü verecek diye düşünmeden edemiyorum. Yine de bu ziyaretler benim oy verme eğilimimi değiştirecek olaylar değil.
3-Ancak ziyaretçilerden birini duyunca bir anda kararım değişti ve seçimlerde sandığa gidip oy vermeye karar verdim. Zira gelen kişinin soysuzun teki olduğunu Türkiye’den çok iyi biliyordum. Türkiye’nin başına uluslararası uyuşturucu mafyasını tebelleş eden, kara para belasını başımıza saran bu kişinin kahvehane kahvehane dolaşıp oy istemesinin fotoğraflarının sosyal medyada yayınlanması bende anlık bir değişikliğe neden oldu. Sonuçta 19 Ekim’de ben de sandığa gitmeye ve oyumu kullanmaya karar verdim. Bu tür kişilerin propaganda için Türkiye’den KKTC’ye gelmesi eminim pek çok Türkiye kökenli seçmeni de benim gibi olumsuz etkilemiştir.
Bitirmeden biraz da KKTC’deki seçim atmosferinden bahsedeyim. Burada seçmenler hangi görüşten olurlarsa olsunlar aralarında uygarca tartışabiliyorlar. Kavga gürültü olmuyor. Her aday kendi tanıtımını huzur içerisinde yapıyor. Sayın Trump’ın büyük bir sitayişle bahsettiği seçim hileleri şimdilik yok. Mühürsüz oy da kullanılmıyor
Seçmenlerin/milletvekillerinin daha sonra oylarını korumak için nöbet tutmasına, milletvekillerinin oy torbalarının üzerinde uyumasına gerek yok. Tıpkı eski Türkiye’deki gibi. Kimse kimsenin seçim çalışmalarına müdahale etmiyor, bilboard’lara konulan propaganda materyallerini yırtmıyor. Hatta geçen gece mutat yürüyüşümü yaparken bir reklam ajansının çalışanlarının hem Sayın Tatar’ın hem de Sayın Erhürman’ın yeni billboard reklamlarını astıklarını keyifle gözlemledim.
Kıbrıs Türk halkına bu demokrasi sınavında da başarılar dilerim. Belki de Türkiye için de yeni bir başlangıcın kıvılcımı burada atılır. Sonuçta kurtuluş yok tek başına, ya hep beraber ya hiçbirimiz!
Not: Bu yazım ilk olarak noktakibris.com sitesinde yayınlanmıştır.
***
Medya Günlüğü sosyal medya hesapları:
