Yaşam nehrinin bu kıyısındaki konukluğum 66 yılı buldu. Öteki kıyıya nasıl ve ne zaman göçerim, bilemiyorum. Buna, bu hayatı bana hediye eden karar verecek.
Ama o tarafa geçmeden önce, bu kıyıyı paylaştığım dostlarıma, benden sonra bu kıyıdaki misafirliği devam edecek olan kuşaklara bir borcum var.
Hem bilgi ve deneyimlerimi aktarmak…
Hem de geleceğe dair ümitlerimi ve öngörülerimi paylaşmak.
Gönül isterdi ki, gelecek kuşaklara gökkuşağının bütün renkleri ile süslenmiş paylaşımlar bırakayım. O kuşakları, geleceğe bir an önce ulaşmak için heyecanlandırayım.
Çok zor. Özür dilerim ama çok zor.
Vahşi bir açgözlülük ile kuruttuğumuz ve zehir saçan göller… Fabrikalardan hiçbir vicdani rahatsızlık duymadan boca edilen atıklarla hayattan kopan nehirler..
Yaşam alanlarını yok ettiğimiz ve bu nedenle soyu tehlikeye giren türler..
Karbona boğduğumuz gökyüzü.. Ormansızlaşan dağlar.. Hormonlu gıdalar ile direnci düşürülmüş kuşaklar.. Isınan atmosfer… Sistemin metalaştırdığı bütün değerler..
Gelecek 30 yılın dehşet verici tarihi
Çok zor zamanlarda yaşıyoruz. Dünya paralize oldu ve insanlık şoka girdi. Ekranlarımız tam bir asılsız bilgi çöplüğüne döndü.
Ya hayatın kendisi bize son bir uyarı verdi ve bizim gerçek anlamda korkmamızı istiyor.
Ya da bu dehşet sürecini planlayan ve yöneten ahir zaman deccalları var. Onlar bizim korkmamızı istiyor. Panik içinde yaşamaya zorluyorlar.
Biraz sakinleştirici bir yaklaşımla söze başlayalım. İnsanoğlu Covid-19 kabusunu atlatacaktır. Tıp, insanlık tarihinde hiç olmadığı kadar güçlüdür. Donanımlıdır.
Başarılı tıp insanları son hızla çalışıyorlar. Güzel bir haber yakındır.
Gelelim önümüzdeki birkaç 10 yıla. Yani dünyanın-eğer böyle devam edersek-birkaç 10 yıl içinde yaşaması kuvvetle öngörülen kıyamete…
Yıl 2019. Kasım. Çin’in Wuhan kentinde birkaç insan yarasa yedi. Ardından mikroskobik bir canlı çıktı. Bütün dünyada sistemler çöktü. Yaşam durdu. İnsanlar vahşi bir ölüme kurban gitme korkusu ile evlere kapandı.
İnsanoğlunun tarihine kıyasla bu bir an gibi görünen duraksama, sıradan bir anormallik ya da bir tuhaflıktan çok daha ötesi idi. Bu bir anlık duraksamaya dönüşü olmayan bir nokta ya da en tehlikeli viraj da denilebilir.
Bu duraksama, bilinen anlamdaki kıyametin başlangıcı idi.
Covid-19 başladı ve bitti. Ama bu, insanın dünyadaki varoluş hikayesinin yeni ve çok karanlık bir sayfasının giriş bölümü idi. Gelmekte olanın S.O.S. işareti de demek mümkün.
Aslında gelmekte olan felaketi birçok bilim insanı ve yazar haber verdi. Hepsi de somut işaretlerle yaklaşmakta olan süreci tanımladı. Ama umursamazlık ya da kızgınlık dışında hiçbir tepki gelmedi. Gülüp geçenler oldu.
Derken beklenen geldi. Tarihin en stresli zamanlarından birisi dünyanın tepesine çöktü. İnsan ırkı, bitik bir küresel ekonominin kazanında kaynamaya başladı. Bitik bir politikanın ve hayattan süpürülüp atılmış sosyal çöplerin baskısı altında çöküşe doğru savruldu.
Dünyanın ateşi yükseldi. Uzun zamandır haber verilen kapıyı çaldı ve küresel hayatın tam ortasına daldı. Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı.
Koronavirüs çok açık olarak gösterdi ki, uygarlığımız çöküyor.
Çöküş kaderi aslında sistemin kendi çekirdeğinde yazılmış durumda.
Yapısal tehditler temelleri çürütüyor.
Endüstriyel kapitalist sistemin gezegene, hayata, sağlığa, ekonomilere ve demokrasiye oluşturduğu tehditler, son birkaç 10 yıla göre kat be kat arttı.
İşin kötüsü ortadaki manzaraya ve sinyallere rağmen insanlar bu tehlikeyi anlamıyor.
Koronavirüs depresyonunun etkileri 2020’ler boyunca azalarak geçti. En zengin ekonomilerin bile iyileşmeye başlaması on yılı buldu.
Pandemi 2020 başında dünyanın bütün çarklarını durdurmuştu. Ekonomilerin düzelme belirtileri göstermeye başladığı zamanlarda bile, toparlanma çok uzak bir olasılık olarak kabul ediliyordu.
İnsanlar hem kendilerini korumak hem de dünyaya özen göstermek konusunda tamamen çaresiz haldeydiler.
Bu nedenle arka planda, kimi zaman sessizce, kimi zaman da bağıra bağıra gelmekte olan gerçek tehlikeye karşı kimse bir hazırlık yapmadı.
2030’lar için öngörülen gerçeklik, bu dönemin bir “İklim Afeti” olacağı idi.
Bilim insanlarının çok önceden uyardıkları üzere, bu iklim değişikliği, yıkıcı, ani ve kaçışın mümkün olmadığı boyutlara vardı.
2030’a kadar bu felaketin bir ön denemesi birkaç kez yapıldı. 2020, 2023 ve 2028 yıllarındaki dev yangınlar.
Deniz seviyeleri, en kötümser tahminleri bile alt üst eden noktalara kadar yükseldi. Afetler günlük yaşamın korkuları arasına girdi. Ya koronavirüsün ölümcül ekonomik yıkımı? Aslında her yıl yaşanan yangınlar, seller ve kıtlıklar bu felaketin provası idi.
2030’larda insanları sarsan olaylar, 2020’lerin aslında bir tür ısınma turu olduğunu gösterdi. 2020’lerde insanlık evlere kapanmak zorunda kalmıştı.
2030’larda ise, insanlar evsiz kaldı. Zira evler ya dev yangınlarda yandı, ya da sellerde kayboldu. 2020’lerde insanlar işlerini kaybetti.
Akabinde yeni işler kazanabilmek için mücadele ettiler. 2030’larda ise, ortada mücadele edilecek bir iş de kalmamıştı.
Kentler, eyaletler, ülkeler kumdan kaleler gibi çöktü
Bütün kentler, eyaletler ve devletler tsunamiler, seller ve yangınlar ile yok olmuştu. 2020’lede ekonomiler birden bire durmuştu.
Bunun akabinde devletler ekonomileri kurtarmıştı. 2030’larda ise durum çok daha vahimdi. Ülkelerin ekonomileri hiçbir kurtarma planına cevap veremedi.
Çöktü.
Ekonomiler tam bir çöküşe doğru sürüklendi. Bankalar, sigortalar ve fonlar portföylerindeki holdinglerin korkunç değer kaybetmelerini dehşet içinde izlemekle yetindiler. Ardından küçük işletmeler battı. Geride devasa bir işsizlik dalgası bırakarak battılar.
Biraz da kara mizah yapalım. Kuru temizlemeciler de battı. Kullandıkları kimyasallar aşırı derecede zehirli idi. Kasaplar ve biracılar da kapandılar.
Bu saatten sonra kim et satın alacak kadar paraya sahipti ki? Ya da dev yangınlar için su gerekirken, kimler o suyu keyif için tüketmeye cesaret edebilirdi? Dükkanlar? Onları kim sigortalayabilirdi ki?
Kiralama işleri de tamamen kontrol dışına çıkmıştı. Zarar görmeyen hiçbir sektör kalmamıştı. Endüstriyel kapitalist uygarlık artık hiç kimseye iş sağlayamazdı.
Dünya gittikçe batıyordu.
Bütün gezegen bir istikrarsızlık fırtınasına tutuldu
2020’lerde insanlar koronavirüs depresyonunu borçlanarak ve varlıklarını, evlerini, hisse senetlerini, emeklilik fonlarını satarak aşabildiler.
2030’larda durum çok daha vahimdi. Bu kez ne satacak bir varlık kalmıştı ne de bunları satın alacak gerçek alıcılar.
İnsanların ne evini alacak bir müşterisi ne de bu satın almayı finanse edecek bir kuruluş vardı. Finansal sistem iklim değişikliğinin riskleri ile başa çıkamadı. Sigorta şirketleri, bankaları ve fonları da yanlarında sürükleyerek battılar.
Toplumların bütün tasarrufları ve yatırımları da eridi. Ortada ne borç verecek bir kurum ne de istihdam sağlayacak bir yapı kalmadı. Tek güç nakit idi. İnsanlar sadece ellerinde kalan nakde güveniyordu. Eğer varsa.
Ne su, ne gıda, ne de ilaç…
2030’lardaki iklim felaketinin bir sonucu olarak insanların hayatı çöktü. Barınma, ilaç, eğitim gibi temel gereksinimlere erişim imkansız hale geldi.
Üniversiteler ve bazı okullar açık kalabildi. Geçmişin endüstriyel kapitalist uygarlığının temel birimleri olan işyerleri de harap oldu.
Birbiri ile alakasız ofisler, dükkanlar, mağazalar. Ama hepsi işlevsiz kalmıştı.
İnsanlar bulabildikleri kısa süreli işler ile idare ediyordu. Birbirleri ile mal ve hizmet değiş tokuşu yapıyor ya da zenginlerin hizmetine giriyordu. Ama insanların aslına bir tek görevi vardı, o günün ekmeğini kazanabilmek.
2030’ların iklim değişikliği, 2020’lerde koronavirüs tarafından başlatılan görevi tamamlamıştı.
Endüstriyel kapitalizmin finansal ve ekonomik sistemlerini dümdüz etmek ve tamamen işlevsiz bırakmak..
Ekonomik hayat infilak ederken, sosyal ve kültürel hayatı da beraberinde sürükledi.
İnsanlar, tükenmekte olan insan uygarlığına bakarak, bir aile kurmanın artık mümkün olmadığını düşünmeye başladılar.
Her insan kişisel ayakta kalma kavgasına girmişken, bir başkasının hayatının sorumluluğunu almaya asla cesaret edemiyordu.
Derken insanlar birkaç 10 yıl öncenin izole, bireysel yaşam tarzını hızla terk edip, tekrar komünal yaşamlara döndüler. Sağ kalabilmek için kayıtsız şartsız bir arada olmanın şart olduğunu nihayet fark edebilmişlerdi.
En öncelikli gereksinim güvenlik, su ve kırıntı da olsa, yemekti.
Herkes kişisel güvenliğini modern aşiretlerde buldu. Bunlar olurken, doğum oranları da dip yaptı. Mutluluk, güven, anlam ve amaç gibi bütün değerler doğal olarak kayboldu.
İnsanlar, yükselen tsunamilere ve dev yangınlara karşı güvende olabilmek için bir araya geldikçe, aile kurumu da kayboldu. Yerini devasa topluluklara bıraktı.
İşin kötüsü, bunların hepsi daha başlangıçtı..
Adil Gürkan
Fotoğraf: Mad Max Fury Road filminden.