Dışarıdan bakıldığında görülemeyen organları görünür hale getiren ultrason, bilgisayarlı tomografi, manyetik rezonans gibi teknolojik yöntemlerin baş döndürücü hızla gelişmesi ve yaygınlaşması şüphesiz ki modern tıbbın hastalıkların teşhisindeki performansını büyük ölçüde arttırıyor.
Bunların çoğunun acısız, süratle uygulanabilen, nispeten ucuz tetkikler olması son zamanlarda lüzumundan fazla kullanılıp kullanılmadıklarıyla ilgili tartışmalara zemin hazırlamış durumda.
Bu tartışmalar kadınlara mamografi uygulaması, yaşlı erkeklere prostat kanseri taraması, gereğinden fazla istenen tomografi, manyetik rezonans başlıklarıyla karşımıza çıkabiliyor. Her birisi için hangi durumlarda istenmesi gerektiğine dair bilimsel ölçütler olmasına karşın kimi zaman hekimin yoğun mesaisinde detaylı sorgulamaya ve muayene etmeye fırsat bulamaması kimi zaman da hasta ve yakınlarını tatmin edebilmenin güçlüğü gereğinden fazla görüntüleme yöntemi uygulanmasıyla sonuçlanıyor.
Oysa gereksiz tetkikler gereksiz teşhisleri, hatta kimi zaman gereksiz tedavileri beraberinde getirebiliyor.
Kalp hastalıkları alanında bunun en iyi örneği ekokardiyografi adını verdiğimiz yöntem.
Kalbin adalesinin, boşluklarının, kapaklarının, etrafını saran zarın, büyük damarların ultrasonla görüntülenmesi prensibine dayanan ekokardiyografi, donanımı kolayca temin edilebilen, ucuz, hastaya en küçük bir acı vermeyen bir görüntüleme yöntemi.
Ekokardiyografinin kullanımı neredeyse uzman hekim muayenesinin ya da check-up paketlerinin bir parçası olacağı ölçüde yaygınlaşmış durumda. Yapılmadığı zaman hastanın “ama ekomu çekmediniz” tarzı sitemine muhatap olmanız mümkün.
“Bunun ne sakıncası var?” sorusu akla gelebilir bir an için.
Ne var ki yöntem ekokardiyografi gibi acısız, radyasyonsuz, kısa süren, düşük maliyetli bir ultrason görüntülemesi de olsa gereğinden fazla istenmesinin sakıncaları yok değil.
Bunu anlayabilmek için uygulanmış bir miktar ekokardiyografinin raporlarına şöyle bir göz gezdirmek yeterli olabilir. Sonuç kısmında “normal ekokardiyografi incelemesi” tarzı bir ibareye nadiren rastlanabildiği görülecektir.
En sık rastlanan rapor sonuçları kişinin kalp kapaklarıyla ilgili başında “hafif” sözcüğü bulunan bazı bulgularla ilgilidir. “Hafif mitral regürjitasyonu”, “hafif derece triküspit kapak yetmezliği” bunun sık görülen örnekleridir.
Şüphe yok ki tetkiki değerlendiren uzman bu bulguların kapak hastalığı anlamına gelmediğini, sağlıklı bireylerde rastlanabilen “fizyolojik” kapak yetersizlikleri olduğunu bilmekte ve hastaya bir miktar izah etmektedir.
Gerçekten de ekokardiyografiyle insanların %80’inden fazlasında triküspit kapakta, otuz yaşın üzerindeki her üç kişiden ikisinde mitral kapakta, hatta her on gençten birinde aort kapağında bu tür kaçak akımları teşhis edilebilmektedir.
Bunun nedeni cihaz teknolojisinin günümüzde eriştiği düzeyin kapak hastalığı anlamına gelmeyen, takip edilmesi gerekmeyen, kişinin hiçbir şikayetinin ilişkilendirilemeyeceği bu çok hafif akımları saptayabilecek durumda olmasıdır.
Gelgelelim elinde hafif derece kapak yetmezliği raporu bulunan hasta, eğer kendisine çok tatmin edici bir açıklama yapılmadıysa, kendisini bundan böyle sağlıklı bir birey olarak değil, hafif derece bir kapak hastası olarak görerek yaşamaya başlamaktadır.
Artık hissettiği her tür göğüs ağrısı, çarpıntı, nefes darlığı aklına bunu getirecektir. Kendisine sorulduğunda “kapağımda kaçak var” yanıtını verecektir.
Oysa gerçek kalp kapak hastalığı bir ya da birden fazla kalp kapağının genellikle dokusunun bozulmasıyla, bazen de başka sebeplerle açılımının kısıtlanması veya kapanmasının kusurlu oluşu anlamına gelmektedir. Teşhisi hastadan alınan müşahede, ayrıntılı fizik muayene ve ekokardiyografi bulgularına dayanmaktadır.
Her görüntüleme yöntemi için geçerli olan durum için ekokardiyografi bir istisna teşkil etmiyor: Gereksiz tetkik gereksiz teşhisleri beraberinde getirebildiği gibi hasta hekim diyaloğu sağlık bilinci giderek artan günümüz toplumlarında belki de daha fazla önem kazanıyor…