Bugün ekonomik büyümeden, teknoloji üretiminden ya da ihracatın çeşitlenmesinden bahsediyorsak, bütün bu dinamiklerin ardında görünmeyen ama belirleyici bir faktör vardır: Eğitim.
Türkiye’de eğitim hâlâ çoğunlukla sosyal bir mesele gibi algılanıyor; çocukların okula gitmesi, diploma alması ve bireysel başarı sağlamasıyla sınırlı bir anlayıştan söz ediyoruz. Oysa bu bakış açısı eksiktir. Daha doğrusu: ekonomik olarak yanıltıcıdır.
OECD’nin 2023 raporuna göre, eğitim seviyesi yüksek olan ülkeler, uzun vadede kişi başı milli gelirde daha istikrarlı artış göstermekte; inovasyon ve teknoloji üretiminde dünya ortalamasının üzerinde yer almaktadır. Eğitim sadece bireylerin değil, ülkelerin ekonomik kaderini belirler.
Örneğin Güney Kore… 1960’larda kişi başı geliri 100 doların altında olan bu ülke, 30 yılda dünyanın teknoloji devlerinden biri oldu. Bunu nasıl başardı? Eğitim reformlarıyla. 1970’lerden itibaren uygulanan ulusal eğitim stratejisi, temel bilimlere, teknik eğitime ve üniversite-sanayi işbirliğine öncelik verdi. Bugün Samsung, Hyundai gibi markalar sadece özel girişimcilikle değil, bu yapının sonucu olarak doğmuştur.
Türkiye ise genç ve potansiyelli nüfusuna rağmen, üniversite mezunu işsizliğinde OECD ortalamasının üzerindedir. Eğitim sisteminin iş gücü piyasasıyla olan bağları zayıf; müfredatlar çağın gerekliliklerine göre güncellenmemiş; öğretmen yetiştirme sistemleri yenilikçi pedagojiden uzak.
Peki ne yapmalı?
- Üniversite ve meslek liseleri, sektörlerle doğrudan işbirliği içinde çalışmalı.
- STEM (bilim, teknoloji, mühendislik, matematik) eğitimi güçlendirilmeli.
- Yükseköğretim sonrası iş garantili, uygulamalı eğitim programları geliştirilmeli.
- Eğitimde “ölçme-değerlendirme” sistemleri ezbere değil, analiz ve üretime dayanmalı.
İnsan sermayesi en değerli kaynak
Bir ülkenin zenginliği, doğal kaynaklarında ya da fabrika sayısında değil; insanında gizlidir. Dünya Bankası’nın 2019 raporuna göre, bir ülkenin uzun vadeli ekonomik büyümesinde fiziksel sermayenin payı yüzde 16, doğal kaynaklarınki %20 civarındayken, insan sermayesinin payı yüzde 64’tür. Bu da demektir ki bir ülkenin eğitim politikaları, doğrudan ekonomik performansını belirler.
Güney Kore ve İrlanda örneği
Güney Kore, 1960’larda kişi başı geliri 100 dolar civarında olan, yoksul bir tarım ülkesiydi. Ancak uyguladığı kapsamlı eğitim reformları sayesinde 30 yıl içinde yüksek teknoloji ihracatçısına dönüştü. İlkokuldan itibaren matematik ve fen bilimlerine ağırlık verildi, teknik eğitime yatırım yapıldı, üniversitelerle sanayi arasında yapısal bağlar kuruldu.
Benzer bir dönüşüm İrlanda’da da yaşandı. 1980’lerde işsizlik ve yoksullukla boğuşan ülke, 1990’larda eğitime yaptığı yatırımla bilişim ve finans merkezi haline geldi. Bugün Avrupa’nın en yüksek kişi başı gelirlerinden birine sahip olan İrlanda, başarısını doğrudan insan kaynağının niteliğine borçlu.
Türkiye: potansiyel var dönüşüm eksik
Türkiye ise genç ve dinamik nüfusuna rağmen, eğitimi ekonomik kalkınma stratejisinin merkezine koymakta gecikti. Yüksek okullaşma oranlarına rağmen işsizlik, özellikle gençler ve üniversite mezunları arasında yüksek seyrediyor. TÜİK verilerine göre 2024 itibarıyla üniversite mezunu işsiz sayısı 1 milyona yaklaştı. Bu, hem bireysel emeğin hem de kamu kaynaklarının israfı anlamına geliyor.
Sorun, yalnızca okula gitmek değil; doğru şeyleri, doğru yöntemle öğretmek. Türkiye’nin eğitim sistemi hâlâ ezbere, sınav başarısına ve teorik bilgiye dayalı. Oysa çağın ihtiyacı; eleştirel düşünen, problem çözen, ekip çalışmasına yatkın bireyler.
Eğitim olmadan inovasyon, inovasyon olmadan kalkınma olmaz
Yüksek katma değerli üretimin yolu inovasyondan geçer. İnovasyon ise eğitimle başlar. Merak eden, sorgulayan ve yaratıcı bireyler olmadan Ar-Ge, tasarım, marka ve teknoloji üretilemez. Bu nedenle eğitim politikaları, sadece sosyal bir alan değil, ekonomik rekabet stratejisinin temel parçası olarak ele alınmalıdır.
Stratejik bir yatırım olarak eğitim
Eğitime yapılan her yatırım, geleceğe yapılan en stratejik ekonomik yatırımdır. Okullara ayrılan bütçe, müfredatın güncellenmesi, öğretmen niteliğinin artırılması ve iş dünyasıyla eğitim kurumları arasında köprüler kurulması, uzun vadede yüksek verimlilik, istihdam ve ihracat artışı olarak geri döner.
Unutmayalım: Kalkınma fabrikada başlamaz. Kafada başlar. Eğitilmiş, düşünen, üreten bireylerle büyür. Bu nedenle eğitim, sadece sosyal bir mesele değil, stratejik ve ekonomik tercihtir.
***
Medya Günlüğü sosyal medya hesapları: