Japon ev tasarımı, kendine özgü bir estetik ve felsefe sunan bir sanat formu ve doğayla uyumlu yaşam biçimi olarak kabul edilebilir.
İlk kez Japonya’ya giden ve bir Japon evinde bulunan ziyaretçiler, evlerin kompakt yapısı ve minimalist mobilya düzeni karşısında genellikle şaşkınlık yaşar. “Bu kadar zengin bir toplum neden büyük ve gösterişli evler yerine küçük yaşam alanlarıyla yetinir” diye düşünürler.
Japonya’da yaşam alanlarının boyutlarını etkileyen ve daha küçük yaşam alanlarıyla yetinmeye yönelten haklı nedenler vardır. Örneğin, ülkenin dünyanın en aktif sismik ve volkanik bölgelerinden birinde yer alması önemli bir etkendir.
Jeolojik yapının yanı sıra, Japonya’nın yüksek nüfus yoğunluğu ve buna bağlı olarak emlak fiyatlarındaki artış da küçük evlerin yaygınlaşmasında önemli bir rol oynuyor. Yaklaşık 37 milyonluk nüfusuyla dünyanın en yoğun nüfuslu kentsel alanlarından biri olan Tokyo Metropolü’nü incelemek ilginç olacaktır. Böyle bir bağlamda kompakt konutların gerekliliği apaçık ortada.
Japon evlerinde tanık olduğumuz yalınlık ve işlevsellik bir tasarım tercihi olmaktan öte, geleneksel yaşam biçiminin geniş bir yansıması. Bu anlayış, her nesnenin belirli bir amacı olması ve yaşam alanlarının akışını kesintiye uğratmadan pratik yararlar sunması gerekliliğine dayanır.
Japon ev tasarımı, yüzyılların deneyimiyle şekillenmiş ve derin düşünsel ilkelere dayanan bir anlayışla, ferahlığı korumayı ve sakinlerin günlük yaşamlarını kolaylaştırmayı temel unsurlar olarak benimser.
Japonlar evlerini döşerken “az ama öz” ilkesini benimserler. Her objenin anlamlı bir yeri, her mekânın anlamlı bir görevi vardır. İşlevi olmayan eşyaların evde tutulmaması ve odanın genel ambiyansını bozabilecek negatif alanların oluşmaması büyük önem taşır.
Sürgülü kapılar ve dolap kapakları (fusuma), alan esnekliğini ve verimliliğini artıran unsurlar olarak Japon evlerinin karakteristik özellikleri arasında yer alır. Sürgülü kapılar, odalar arasında kesintisiz bir geçiş sunarken, mekânın gereksinimlerine göre duvarsız düzenlemeler yapma olanağı sağlar.
Japon mimarisinde kullanılan malzemeler de Batı ile belirgin farklılıklar gösterir. Batı’da taş, tuğla, çelik, beton, alüminyum ve cam gibi endüstriyel yapı elemanları yaygınken, Japonya’da ahşap, samanlı sıva, bambu ve Washi kâğıdı gibi doğal ve sıcaklık hissi uyandıran malzemeler tercih edilir. Bu malzemeler, Japonya’daki yapıların fiziksel, estetik ve kültürel olarak doğayla uyum içinde olmasını sağlar.
Geleneksel Japon evlerinde yaygın olarak kullanılan tatami ve futon gibi malzemeler, çeşitli estetik ve pratik kullanım avantajları sunar. Tatami, sıkıştırılmış pirinç samanından üretilen dayanıklı bir zemin kaplama malzemesidir.
Tatami terimi “katlamak”, “kaldırmak” veya “üst üste koymak” anlamlarına gelen tatamu fiilinden türetilmiştir. Zaman içinde tatami hasırının işlevi basit bir zemin kaplamasından Japon evlerinin karakteristik özelliklerinden birine dönüşmüştür. Mat kalınlığı, genellikle 4-6 santimetre arasındadır ancak bu ölçü malzemeye, üreticiye ve kullanım amacına göre farklılık gösterebilir.
Farklı tatami türleri ve bazı bölgelerde farklı katlama teknikleri olsa da, katlama yerleri genellikle belirgindir. Bu sayede hiç bilmeseniz bile doğru katlama yaparsınız. Hafif ve kolay katlanan tatami matlar farklı alanlara taşınabilir, depolanabilir ve çeşitli amaçlarla kullanılabilir.
Futon ise, geleneksel olarak tatami üzerine serilen, kalınlığı ve tarzıyla geleneksel Anadolu yorganlarını andıran bir Japon şiltesidir. Sabahları Anadolu’da olduğu gibi katlanıp yüklük dolaplarına kaldırılır. Japonya’da uzun süre tatami ve futon kullanma fırsatı buldum ve Türkiye’ye dönünce de bu alışkanlığımı sürdürdüm.
Geçmişte, tatami ve futon yaygın olarak erişilemeyen lüks eşyalardı ve çoğunlukla saraylarda veya soylularla zenginlerin konutlarında kullanılırdı. İçinde bulundukları evin sakinlerine konfor, temizlik, estetik ve sosyal statü hissi verirlerdi.
17’nci yüzyılın başlarında başlayan Edo dönemi, Japonya’da önemli bir sosyal ve ekonomik dönüşümün yaşandığı bir dönemdir. Bu dönemde kentleşme artmış, alışveriş gelişmiş ve orta sınıfın büyümesiyle birlikte kendine özgü bir estetik anlayışı ve yaşam biçimi ortaya çıkmıştır.
18. yüzyılda pamuğun yaygınlaşması, tatami ve futonun toplumun geniş kesimlerine yayılmasını kolaylaştırdı. Zamanla tatami üretimi kolaylaşıp maliyetlerin düşmesi, orta sınıf ailelerin evlerine tatami döşeme yaptırabilmelerini sağladı. Modernleşmenin etkisine karşın, Japon evlerindeki geleneksel mobilya düzenlemeleri kültürel bir miras olarak kabul görmektedir.
Ev tasarımının düşünsel temelini oluşturan “Ma” felsefesi, Japon sosyokültürel dokusuna ve estetik anlayışına derinlemesine işlemiştir. Bu felsefe, nesneler arasındaki boşlukların da bir anlam taşıması gerektiğini savunarak, Batı’nın doluluğa dayalı iç tasarım anlayışından ayrılır.
“Ma” felsefesi, boşlukların bilinçli kullanımının mekânın bütünlüğünü ve uyumunu desteklediğini savunur. Japon evlerinde işlevselliği, dinginliği ve estetik dengeyi vurgulayan bu anlayış, kullanıcının yaşam kalitesini yükseltir. Ayrıca, bu yaklaşım insan ilişkilerinde de boşluk ve dolulukların olduğu ilişkilerde yalınlık ve açıklık üzerinde bir denge kurulabileceğini anlatır.
Japon mimarisinin dünyadaki diğer mimari akımlara olan etkisi de göz ardı edilemez. Örneğin, 20. yüzyılın başlarında ortaya çıkan Modernizm akımı, geleneksel Japon mimarisinden ilham alarak sadeliği, işlevselliği ve doğal malzemelerin kullanımını ön plana çıkarmıştır. Japon tasarım ilkelerinin bir uzantısı olan minimalizm 1960’lardan sonra Batı’da popülerlik kazanmıştır.
İnşaat sektörü Japonya’da bir dönem ekonomik kalkınmanın lokomotifi olmuş ancak ülke bir “beton cumhuriyeti”ne dönüşmemiştir. Doğaya saygı korunmuş ve insan etkinliklerinin doğadaki ayak izinin artmasına izin verilmemiştir.
Japon kültüründe doğaya duyulan derin saygı, Wabi-Sabi felsefesi ile örneklendirilmektedir. Bu felsefe, doğa ve insanlarla ilişkilerde ideal ve kusursuz olanı boşuna aramak yerine, saygıya öncelik verilmesi gerektiğini savunur. Kısaca, Wabi-Sabi’ye göre kusurlu güzellik vardır çünkü nesneler doğa döngülerinin ve zamanın izlerini taşır. Bir nesne nasılsa, öyle güzeldir.
Japon ve Türk kültürleri arasında yer sofrası, yer minderi, yer yatağı, yüklük, ayakkabı çıkarma, misafir terliği ve taharet musluğu gibi önemli paralellikler bulunmaktadır. Bazı paralelliklerin kökeni Orta Asya çıkışlı ortak kültürel mirasına dayanıyor olabilir. Kültürel miras ve benzer coğrafi koşullar, iki kültür arasında benzer yaşam biçimleri ve alışkanlıkların gelişmesine alan açmış olabilir.
Japonya, teknolojik açıdan son derece modern bir ülke olmasına karşın, tarihsel ve kültürel mirası ile derin bağlarını korumayı başarabilmiştir. Japonların eski ve yeni yaşam biçimlerini harmanlama konusundaki eşine az rastlanır başarısı, dünya için anlamlı bir örnek oluşturmaktadır.
halilocakli@yahoo.com
Japonya ile ilgili diğer yazılar:
https://medyagunlugu.com/gastronomik-bir-sanat/
https://medyagunlugu.com/kiriklari-onarma-sanati/
https://medyagunlugu.com/japonlar-neden-bu-kadar-temiz/
https://medyagunlugu.com/japonlarda-cay-toreni/
https://medyagunlugu.com/gunesin-ulkesine-yolculuk/
https://medyagunlugu.com/turkce-japonca-akrabaligi/