Eylül, İstanbul için sadece sonbaharın başlangıcı değildir; bazıları için yaprak dökümü, bazıları için ise hafızalardan silinmeyen acıların ayıdır. Hele eski İstanbullular için eylül demek gözyaşı ve utanç demektir.
6 Eylül 1955 Salı sabahı, Rum vatandaşlarımız da diğer tüm İstanbullular gibi günlük telaşlarına başlamıştı. Kimi işine gidiyor, kimi okuluna hazırlanıyor, kimi de dükkânını açıyordu. Hiçbiri birkaç saat sonra hayatlarının altüst olacağını bilmiyordu.
Olayların fitilini ateşleyen şey, Kıbrıs’taki Türk-Rum geriliminin Türkiye’deki basın yoluyla sürekli körüklenmesiydi. 6 Eylül’de Selanik’te Atatürk’ün evine bomba atıldığına dair haber aslında büyük ölçüde manipüle edilmişti. Bu haber, İstanbul Ekspres gazetesinin binlerce nüsha fazladan basılarak şehre dağıtılmasıyla âdeta bir kışkırtma aracına dönüştü. Sokaklara çıkan kalabalığın öfkesi bilinçli olarak yönlendirildi.
O gün İstanbul Cibali Tütün fabrikasında kim oldukları belirsiz, ellerinde sopalarla gençler ve işçiler toplanmıştı.
Bu fabrika kadın işçilerin yoğun çalıştığı bir yer olmasının yanı sıra 1900’lü yıllarda İstanbul’da ilk feminist hareketin başladığı yer olarak bilinir ama o sabah bu fabrikada ellerine adres listeleri verilmiş insanlar şehrin farklı bölgelerine dağılacaklardı. Bir grup Şişhane’den İstiklal’e, bir grup Eminönü, Samatya ve Yedikule’ye, bir diğer grup ise Kadıköy ve Adalar’a yönlendirildi. Sözde amaç Kıbrıs’taki gerginliklere tepkiydi. Ama kısa sürede anlaşıldı ki, bu bir protesto değil, önceden hazırlanmış bir linç hareketiydi.
İlk cam kırıldı, ardından kumaş balyaları sokaklara savruldu. Kalabalık büyüdü, dükkânlar yağmalandı, kiliseler saldırıya uğradı. Papazlar işkence gördü, evlere zorla girildi, kadınlar tecavüz tehdidiyle karşılaştı.
Birkaç yüz metre ötedeki Ömer Hayyam polis karakolu ise sessizdi; telefonlara bakmıyor, sokağa çıkmıyordu; üzerine ölü toprağı serpilmiş gibiydi.
Sonuç yıkıcıydı: 4.214 ev, 1.004 işyeri, 73 kilise, 1 sinagog, 2 manastır, 26 okul ve toplamda 5.320 yer saldırıya uğradı. Tahrip edilen iş yerlerinin yüzde 59’u Rumlara, yüzde 17’si Ermenilere, yüzde 12’si Yahudilere, yüzde 10’u Müslümanlara aitti. Resmî kayıtlara göre 11 kişi öldü, yüzlercesi yaralandı. (*)

Yabancı arşivlere göre ise, onlarca kadın tecavüze uğradı. En ağır yara, komşuluğun, güvenin ve insanlığın bir gecede yok edilmesiydi.
O gece bir çocuğun en sevdiği oyuncağı kırıldı, bir annenin sakladığı çeyiz sandığı parçalandı, bir dedenin dua ettiği kilise yakıldı. Ve bütün bu küçük hayat parçaları, büyük bir utancın enkazına dönüştü.
Bu olay sadece birkaç gün süren bir linç hareketi olarak kalmadı. Onun ardından İstanbul’un çok kültürlü dokusu hızla çözülmeye başladı. Yüzyıllardır bu şehrin taşıyla toprağına emek vermiş Rum vatandaşlarımız, korkunun ve güvensizliğin gölgesinde göç etmeye zorlandı.
Bir zamanlar her sokağında Rumca, Ermenice, ladino (**) sesleri duyulan İstanbul, giderek tek sesli, tek renkli bir şehre dönüştü. Kültürel çeşitliliğin yerini derin bir sessizlik aldı.
Tarih yalnızca övünmek için değildir. Tarih, yapılan hataları hatırlayıp bir daha tekrarlamamak için vardır. Eğer bugün hâlâ birilerini kimliğinden ötürü dışlıyor, bu ülkenin asli unsurlarını yok sayıyorsak, 6-7 Eylül’ün gölgesinden çıkamamışız demektir.
Bugün de Türk, Kürt, Arap diyerek toplumun büyük çoğunluğunu kucaklayıp; Lazı, Çerkezi, Gürcüsü, Azerbaycanlısı, Süryanisi, Ermenisi, Rum’u, Yahudisi yokmuş gibi davranmak aynı körlüğü sürdürmekten başka bir şey değildir. Bu toprakların gerçek zenginliği farklılıklarımızdadır. Birini dışlamak, hepimizi eksiltir.
Şehirler yalnızca taş ve binalardan değil, hafızadan ve birlikte yaşam kültüründen oluşur. O hafıza kırıldığında, geriye sadece boş duvarlar kalır. O yüzden 6-7 Eylül’ü hatırlamak, geçmişi değil, geleceğimizi korumak için bir zorunluluktur.
(*) Dönemin Sıkıyönetim Mahkemesi Adli Müşaviri, Hâkim Tümamiral Fahri Çoker’in Toplumsal Tarih Vakfı’na hibe etmiş olduğu özel arşiv belgeleri.
(**) Ladino: Musevilerin kullandığı, 15. yüzyıl İspanyolcasını temel alan ancak içinde İbranice, Türkçe, Fransızca, Yunanca, Arapça ve Portekizce kelimeler barındıran, Latin kökenli bir Hint-Avrupa dili olan İspanyolcanın bir lehçesi.
İlgili yazılar:
***
Medya Günlüğü sosyal medya hesapları:
