Bazen duygusal, zihinsel ve düşünsel olarak o kadar yoruluyor ki insan, sadece huzur, dinginlik ve sakinlik arzu ediyor.
Kimsenin kimse üzerinde baskı yapmadığı, kırmadığı, üzmediği sohbetler, yapıcı tartışmalar kavgasız, zarif konuşmalar olmalı. Birbirimize karşı ön yargısız, çok sıradan bir hayat istiyorum. İnsanların doğrudan, gerçekten yana tavır koymalarını, güçlüden değil zayıf olandan yana olmaları gerektiğine inanıyorum.
Çok boyutlu bir varlık olan insan, çok boyutlu bir dünyada yaşadığından olsa gerek güçlüklerle karşılaşınca tavır alır. İnsan bazen kendisini bir boşlukta hissedebiliyor, adını koyamadığı bir boşluğun içine sıkışıp kalmış olabiliyor. İnsanın çevresindeki olaylara, varlıklara karşı tutumu kendine özgü bir benliği oluşturur. İnsanın, diğer bireylere benzerlikleri, bağlılıkları, ilişkileri, konuşma biçimi tavırlarının iz düşümüdür. Bu izdüşümü, zihnin algıladığı çevresine uyum biçiminin özelliklerini kapsar. Bu anlamıyla kişilik, bir insanın kendine özgü gayriresmî kimlik özelliklerinin ortaya koyduğu durum, duygu, düşünce ve davranışlardır.
Tarihinin ilk zamanlarından beri birlikte yaşayan insan önceleri toplayıcılık ve avcılık yapmış, daha sonra yerleşik hayatla tarıma geçmiş. Kentleşme döneminde de sosyal bir yapıya sahip olduğundan sürekli bir etkileşim, değişim ve dönüşüm yaşamış ama aynı zamanda hem bireysel hem de toplumsal anlamda diğerlerine karşı tavır sergilemiş.
Bunun yanı sıra insan geçmişe, bulunduğu ana ya da gelecekteki olay ve olgular karşısında tutum sergiler. Bir toplumda sistemli yaşam sürmeye başlamasıyla bireylerin birbirleri üzerinde etkide bulunma çabası da arttığından insan bulunduğu çevreden bağımsız düşünülemez. Birey sürekli etkileşimde, iletişimde bulunduğu kişilerden ya da toplumun bütün enstrümanlarından etkilenir. İnsanı en çok etkileyen ailesi, dini inancı, siyasi görüşü, aldığı eğitim, yetiştirilme koşulları, ekonomik statüsü, bulunduğu sosyal çevre ve coğrafya, bireysel yetenekleri, kitle iletişim araçları ve en önemlisi de kişiliğidir.
Bireysel anlamda insanın tavrı diğerlerininkiyle birleşince toplumsal bir tavra dönüşür. Devletler ya da dinler arasındaki tavırlar da bazen savaşlara neden olur.
Hollandalı filozof Spinoza’nın ifadesi ile “tavırlar, gerçeğin geçici olarak büründüğü herhangi bir özel nesne ya da olay, özel biçim ya da kalıptır. Bütün bunlar, nesnelerin ardındaki ve altındaki sonrasız değişmez bir gerçeğin biçimleri ve kılığıdır. Tavırlar, ne yanılsama ne de gerçek dışıdır. Bizzat gerçekliğin kendisini ifade etmesinin biricik yoludur. Tavırlardan soyutlanmış bir töz (cevher) var olamaz. Ama onlar tözün kısımları değil, onun halleri, tavırları ve işlemleridir.”
***
Bir profesör Zen ustasını görmeye gider ve öz güvenli, şımarık bir edayla, “Zen öğretilerini öğrenmek istiyorum” der.
Zen ustası, “Olur, bunları çay içerek konuşalım…” diye cevap verir.
Profesör gülerek yine küçümseyen bir tarzda, “Ben senden bir şeyler öğrenirken sen de benden bir şeyler öğrenirsin” der.
Zen ustasının hizmetçisi çay yapıp getirir.
Usta çaydanlığı alır, çayları kendisinin koyacağını söyleyerek hizmetçiyi gönderir. Çayı doldurmaya başlar ama bardak taştıktan sonra bile koymaya devam eder.
Profesör şaşırır, ne yapacağını bilemez, ”Üstadım kör müsün? Bu bardak doldu, daha fazla çay almaz” diye kızar.
Zen Ustası sakin bir şekilde cevap verir:
“Sen de tıpkı bu fincan gibi kendi tavırlarınla, kibirlerinle, ön yargılarınla dolusun. Eğer bardağındaki tavırlarını, düşüncelerini boşaltmazsan sana hiçbir şey öğretemem. Git bardağını boşalt öyle gel.”
Her insan ben benim, sen sensin diyebilmeli. Felsefi tavır içinde hayatı ve hayata dair her şeyi sorgulamalı, görünenlerin ve görünmeyenlerin ardındaki gerçeği aramalı. Kendini tanımlayan, kendisine ait olan, benimsediği, kendisini kendi yapanı hayatına rehber etmeli.
Doğru, bilinçli bir tavır yoksa kişi hedefi olmayan bir gemi, rotasını kaybetmiş bir kuş, dalından kopmuş havada uçan yaprak olur.
Kısacası kişiliğiniz tavrınız, tavrınız da kişiliğinizdir.