Bir kediye rastladım dün. Üniversitenin bahçesinde, ağaçlık bir alanda, boşluğun tam göbeğinde yatıyordu.
Sabah güneşinin tatlı huzmeleri sapsarı, altuni bir ışık topu halinde onu adeta bir battaniye gibi örtmüştü. Öyle gamsız bir yatışı vardı ki yürüyüp geçemedim. Yanına gittim, kafasını nazikçe okşadım. Usul usul gözlerini açtı ve bana baktı. Kafasını elime sürterek memnuniyetini gösterdikten sonra bir güzel gerindi ve ayağa kalktı. Bir süre de ayakta şöyle geniş geniş, uzuun uzuun gerindi. Temizlik için diliyle göğüs tüylerine bir iki hamle yaptıysa da “Amaaan şimdi hiç uğraşacak halim yok” gibi bir edayla vazgeçti. Şaşkın ve kıskanç bakışlarım üzerindeyken poposunu devirip tekrar uykuya daldı.
Geçmişte insanlar da böyle bir lükse sahipti. O beğenmediğimiz avcı toplayıcı toplumlarında mesela. Gün boyu veya her gün av peşinde koşmuyorlardı. Zira amaç sadece karın doyurmaktı. İyi bir av kabileye bir hafta yeterdi. Dahası zaten küçük av hayvanları ve kökler, saplar bolca bulunuyordu. Bir iki kap kacak, avda kullanılan araçları hariç hiçbir eşyaları yoktu. Bir yerde yiyecek tükenince sadece kendilerini alıp başka verimli bir yere göç ediyor, oraya yerleşiyorlardı. Gün boyunca arka üstü yere yatıp gökyüzüne bakabiliyorlardı. Ritüelleri vardı; ad verme, ergenliğe geçiş, atalarının ruhlarına saygı sunma vb.
Endüstri Devrimi öncesinde de ihtiyaca dayalı üretim yapıldığı için hayat daha insaniydi. Genellikle evlerinde ya da köylerindeki atölyelerinde çalışan insanlar, terziler, dokumacılar, kunduracılar, hayvancılıkla, zeytincilikle vb. uğraşan insanlar için hayat çok daha sade ve doyurucu olabiliyordu. Karşılanması gereken şey “ihtiyaçlar”dı çünkü. Oysa bugün imkansız olanın peşinde kendini kaybetti insan.
Tüketime dayalı ekonomi modeli yani kapitalizm çarkını döndürmek için insanların arzularını kaşıdıkça kaşıyor. Teknoloji tam olarak buna hizmet ediyor. Oysa ihtiyaçlar sınırlıdır ama arzular sınırsızdır. Asla doyurulamazlar. Dahası o kadar hızlı, koşturmacalı bir düzende yaşıyor ki on binler, milyonlar doyup doymadıklarını hatta yaşayıp yaşamadıklarını bile fark edecek anlayıştan giderek uzaklaşıyorlar.
Anlamak düşünmeyi, düşünmek ise durmayı gerektirir. Durmamıza asla izin vermeyecekler.
İnsan kendi kendinin kırbaçlayıcısıdır geldiğimiz noktada.
***
Medya Günlüğü sosyal medya hesapları:
