İnsan olmanın bir psikolojisi vardır. Yani insan olmaklığımız vardır. Nedir o?
Duygularımızla açığa çıkan, maddi bir varlığı olmayan, görülmeyen, gösterilemeyen bir atmosferdir. Biz sadece bunların sonuçları olan ifade ve davranışları gözlemleyebiliyoruz ki onu da başkalarında görebiliyoruz. Kendimizde ise eğer ağzımızdan çıkanı kulağımız duymaz, yüzümüzdeki ifadeyi görmek için aynaya bakmazsak bunu da gözlemleyemeyiz. Kendimizi görebilmek için başkalarına ihtiyacımız vardır yani. Kendilerini görebilmeleri için başkalarının da bize.
İnsan duygusal bir atmosferle çepeçevre kuşatılmış olarak yaşar. Deyim yerindeyse insan duygusal bir aura ile sarılmıştır. İki kişi arasında iletişim bu duygusal alanların birbirine teması ile başlar, sürer ya da sürmez. Yani konuşma dediğimiz şeyin duygudan sonra geldiğini söyleyebiliriz. Peki, duygular mı önce gelir, düşünceler mi? Mahatma Gandhi’nin popüler new age inanışlarla popüler olmuş dizelerine bakalım:
Söylediklerinize dikkat edin; düşüncelere dönüşür. Düşüncelerinize dikkat edin; duygularınıza dönüşür. Duygularınıza dikkat edin; davranışlarınıza dönüşür. Davranışlarınıza dikkat edin; alışkanlıklarınıza dönüşür… Alışkanlıklarınıza dikkat edin; değerlerinize dönüşür. Değerlerinize dikkat edin; karakterinize, karakterinize dikkat edin; kaderinize dönüşür.
Bu dizelere göre sözler düşünceleri, düşünceler duyguları, duygular davranışları ortaya çıkarır. Peki ama duvara çivi çakmaya çalışırken çekici parmağınıza indirdiğinizde önce ‘’Ahh!’’ sesi mi yoksa acı duygusu mu gelir. Ahh! Dedirten acı değil midir? Belki de ilk sestir acının sesi. Öyle ya ‘’Doğarken ağladı insan’’. Doğarken ağlar insan. İlk duygu acı ilk ses de aaaa sesidir o zaman. Ah olmuştur, olmuştur sonra. Büyüdükçe. İlkel insan henüz konuşamadığı zamanlarda da duygulara ve seslere sahipti. Ayağına kıymık batınca canı yanıyor ve çığlık atıyordu. Acının ve sevincin sesi aynıdır bütün dillerde. Yüze yansıyan ifadesi de aynıdır. Bir yabancının, başka kabileden bir bireyin bıçak darbesinin acısı ile kendi kabilenizden birinin bıçak darbesinin acısı fiziksel olarak aynıdır ama duygusal olarak aynı değildir. Modern dünyada da böyledir. İkinciye şaşkınlık ve ihanete uğramışlığın acısı da eklenir. Ve son bakışta sonsuza kadar sabitlenir o ifade.
Birçok şeyi açıklayamayız belki ama hissederiz ve hissedebildiğimiz, bir nevi sezebildiğimiz için de açıklayamasak da biliriz. İnsan teknoloji yerine iç sesine, duygularına, sezgilerine yaslansaydı belki de başka türlü bir dünyada yaşıyor olurduk ve kim bilir belki de Avatar filminde olduğu gibi haberleşmek için telepati geliştirirdik. Uçağa binmez, düpedüz uçardık belki. Belki kartalların kanatlarıyla uçardık. Kendi türümüze insan deyip onu yüceltirken geri kalan tüm türlere insanın kölesi muamelesi yapmasaydık kim bilir neler öğrenirdik canlılar dünyasından. Aslında bildiğimiz her şeyi onlardan öğrendik. Ancak bu bilgileri onları köleleştirecek teknolojiyi geliştirmek için kullandık.
Neyimiz varsa içinde var olduğumuz dünyadandır, biz dünyadan olduk başka diğer her şey gibi. Ne hazindir ki bunun idrakine varabilen insan ile dünyayı talan etmeyi kendine hak gören insan aynı türün üyeleridirler: İNSAN. Ki bir çeşit hayvandır…
Görsel: Marc Chagall’ın “I and the Village” tablosu
***
Medya Günlüğü sosyal medya hesapları: