Ülke milli gelirinin oluşmasında önemli katkısı olan toplumumuzun aydın, bilinçli, dış dünyaya açık, ekonomik açıdan nispeten kendine yeterli kesimleri genelde yıllardır iktidarda olan AKP’ye karşı mesafeli bir tutum içindeler.
Cumhuriyeti, devrimleri özümsemiş, çağdaş yaşam felsefesini benimsemiş bu muhalif kesim, siyasi iktidarın demokrasiden uzak, otoriter yönetiminden rahatsız, kaygılı.
Bu rahatsızlığın, kaygıların toplum içinde giderek yaygınlaşması ise, siyasi iktidarı huzursuz etmekte ve antidemokratik uygulamalarını yoğunlaştırmasına yol açmakta. Siyasal iktidarın güç kaynakları olan dar gelirli, az eğitimli, dünyaya kapalı toplum kesimleri ile mevcut iktidardan nemalanan kesimleri muhalif seçmenlerin tepkilerine bir anlam veremiyorlar, yersiz buluyorlar..
İktidarın en büyük travmalarından biri muhalif kesimin Anayasa’da belirtilen hak ve özgürlükleri kullanarak kitlesel demokratik eylemlere girişmesiydi. İktidar, geçen yılki yerel seçimlerde uğradığı yenilginin ardından, seçimlerden başarıyla çıkan CHP’ye ve onu destekleyen bu kesimlere gözdağı vermek amacıyla son bir yıldır akıl almaz adımlar atmaya başladı. Gezi eylemlerinden sorumlu gördüklerini yıllardır demir parmakların ardında tutan iktidar, siyasi parti liderleri ve belediye başkanlarının yanı sıra muhalif gazetecileri ve sanatçıları, iş insanlarını vs. baskı altına alma, sindirme politikasını uygulamaya koydu. Yıllar önceki Gezi Olayları ile irtibatlı olarak bazı sanatçıların ve gazetecilerin ifadeleri alındı.
Yıllardır siyasi iktidarın politikalarını endişeyle, kaygıyla izleyen muhalif kesimlerde umutsuzluk diz boyu olmakla birlikte sokağa çıkıp iktidarın baskı politikalarını protesto etmek yoluna gitmediler 19 Mart’a kadar. Bu kesimler, çoğu kez umutsuzluklarını ve tepkilerini sosyal medyada ifade etmekle yetiniyorlardı. ” İnanın artık hiç umudum kalmadı. Baksanıza insanlar perişan durumda, ancak ülkenin yöneticileri, yandaşları ve halkımızın bu yöneticileri seçen kesimi, sürekli suçlayacak birilerini buluyor. Mevcut hükümetin ve onları destekleyenlerin yaptıkları bu davranışlar yüzünden bu ülkedeki adalete yönetime, ekonomiye, ahlaka, sağlık sistemine vb. hiç ama hiç umudum kalmadı” türü yakınmada bulunuyorlardı.
İktidarın, bürokrasinin fabrika ayarlarını bozduğu, tarikat ve cemaat mensuplarıyla liyakatsiz kişilerin devletin kılcal damarlarını sızdığı, kamuda bir göreve atanmak için aranan temel kriterin siyasal iktidara sadakat olduğu, liyakatin geri plana itildiği bu çerçevede dilendiriliyordu..
AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, Cumhurbaşkanlığı görevini 2028’den sonra da sürdürme arzusu da muhalif kesimde hoşnutsuzlukla karşılanıyordu. Son dönemde atılan kimi adımlar ve girişimler de esas itibarıyla bu çerçevede değerlendiriliyordu. Erdoğan’ın, “Benim iktidarımı sürekli kılın, girişimlerde, atılacak adımlarda bu konuya odaklanın” minvalinden bir yaklaşım içinde olduğu ileri sürülüyordu.
AKP’nin önümüzdeki süreçte iktidarı devredeceği hususunda da pek çok insanımız umutsuzdu. “Büyük bir yandaş zengin kesim yarattılar talanla, ülkemizin bütün kaynaklarını yandaşlarına peşkeş çektiler. Bu soygun, talan ortaya çıkmasın diye de iktidarı bırakmak istemiyorlar. Hesap vermek istemiyorlar” görüşü giderek destek topluyordu.
Bu ortamda, CHP’nin Cumhurbaşkanı adayı İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun üniversite diplomasının iptali, ardından İmamoğlu, İBB ve bazı ilçe belediyeleri ileri gelenlerinin “terör” ve “yolsuzluk” suçlamalarıyla 19 Mart’ta gözaltına alınarak tutuklanmaları bu zamana kadar yakınmadan gayri tepkide bulunmayan, sokağa çıkmayan muhalif kesimin İmamoğlu’na sahip çıkmasına yol açtı. “Uyuyan dev uyandı” yorumları yapıldı. “Bugün bir seçim yapılsa İmamoğlu Cumhurbaşkanlığını kazanır” düşüncesi yaygınlaştı.
AKP’nin kaleleri dahil pek çok şehirde yurttaşlar İmamoğlu’na destek yürüyüşleri, mitingler düzenlediler. Bu desteğin giderek büyümesi bekleniyor.” İktidar, kendi eliyle bir kahraman yarattı. Dip dalgası tsunami oldu. Teşekkürler AKP” deniliyor. Protestolar “Erdoğan’a meydan okuma” olarak niteleniyor.
Bu protesto eylemlerinin en dikkat çekici yanı ise, başta Türkiye’nin en gözde üniversitelerine mensup öğrenciler, üniversite öğrencilerinin de eylemlere katılmaları. Politika dışı bilinen Z kuşağının protestolarda ön saflarda yer alması sürpriz ve şaşkınlıkla karşılanıyor. Gençlerin eylemlerinin salt İmamoğlu’nun diplomasının iptali ve tutuklanmasına tepkiden kaynaklanmadığı, başka nedenleri de olduğu belirtiliyor.
Üniversiteli gençler adına yapılan açıklamalarda, partisizlik vurgusu dikkat çekiyor. “Bizim isyanımız geleceksiz kalan bir gençliğin, gençliğini yeniden elde etme isyanıdır” deniliyor. Öğrencilerin Saraçhane’ye İmamoğlu için değil, demokrasi, özgürlük ve adalet için gittikleri belirtiliyor. Öğrencilerin gösteriler boyunca attıkları “Hak, hukuk, adalet”, “Hükümet istifa”, “Mustafa Kemal’in askerleriyiz”, “Türkiye laiktir, laik kalacaktır” sloganlarına işaret ediliyor. Sıklıkla Atatürk içeren sloganlar atan gençlerin, gelecek kaygısı taşıdıkları, ekonomik güçlüklerden yakındıkları, Erdoğan’ın görev süresini 2028’den sonra da sürdürmek istemesini eleştirdikleri bu çerçevede ifade ediliyor. Gençlerin protestolarının CHP’nin tutumundan bağımsız olduğu ve eylemlerin devam edeceği söyleniyor.
Polisin gençlere yönelik tutumu, tutuklamalar ve iktidar yandaşlarının propagandasına rağmen, hareketin büyüklüğünü gören, iç politikada kaynayan kazandan habersiz gençlerin hükümetin geri adım atacağı umudunu taşıdıkları, “protestoları sürdürürsek bir şeyleri düzeltebiliriz. Belki yarın değil, ama sonunda karşılığı alacağız” düşüncesine sahip oldukları belirtiliyor.
Öte yandan, iktidara yakın kimi kişilerin, “İmamoğlu ve ilgili diğer kişiler hakkında yapılan adli soruşturmaların hukuk zemininde yürütülmediği” şeklinde eleştirilerde bulundukları gözlenmekte. Ülke mevzuatının ilgili hükümlerinin ve Türkiye’nin taraf olduğu insan hakları ile ilgili uluslararası sözleşmelerin hükümlerinin göz ardı edildiğine dikkatler çekiliyor. Bu eleştirileri önemseyen kimi gözlemciler de “‘Usul esastan önce gelir’ prensibi dolayısıyla usulde bir yanlışlık yapıldıysa bu yanlışlık bir yerden muhakkak dönecektir” demekteler. İktidarın bu uyarıları ne ölçüde dikkate alacağı belirsiz.
AKP toplumdan böyle bir tepki beklemiyordu. İnsanların ülke çapında sokaklara döküleceği düşünmüyordu. Gelişmeleri kâh öfke, kâh şaşkınlıkla izliyorlar. Ancak bu tepkinin nedenlerine ilişkin öz eleştiride bulunmadıkları, CHP ve gençleri suçladıkları görülüyor.”Nerede yanlış yaptık?” gibi bir soru sormak akıllarına gelmiyor.
İktidar izlediği politikadan önümüzdeki süreçte geri adım atar mı? Kuşkulu. RTÜK ‘ün 4 muhalif TV kanalına verdiği cezalar geri adım atmayacağının bir işareti. Protestoların bir süre sonra hafifleyeceğini düşünüyor olmalılar. Bayram tatilinin uzatılması da bu çerçevede değerlendirilebilir. AKP’nin saldırılarıyla “serseme dönen” CHP’nin de kendi iç sorunlarına odaklanması öngörülüyor olmalı. Diğer muhalif kesimlerin tepkileri de pek önemsenmiyor.
Adalet Bakanı Yılmaz Tunç, “Milletimiz adına karar veren hâkimler ve savcıları hiç kimse baskı ve tehditle korkutamaz, sindiremez. Yargı mensuplarımız sokak çağrılarından, yalan ve çarpıtmalardan etkilenmez. Kararını dosyaya bakarak verir” diyor.
Anayasamızda da benzer hususlar vurgulanır. Bu itibarla, hiç kimseden baskı görmemesi, tehdit edilmemesi, sindirilememesi gereken ve yalanlardan, çarpıtmalardan etkilenmeyen hâkim ve savcılarımızın dosyaya bakarak verecekleri kararları kamuoyumuz merak ve ilgiyle bekliyor.
Halkın nabzını sürekli test ederek, ön hazırlığını yapan Erdoğan’ın önümüzdeki süreçte de bu tutumunu sürdürmesi bekleniyor. Belki önümüzdeki dönemde kamuoyunu meşgul edecek başka krizler gündeme gelebilir. Temel hedef “Erdoğan’ın her koşulda vazgeçilemez lider olduğu ve ülke sorunlarının ancak onun üstesinden gelebileceği” algısını toplumun önemli bir kesimince benimsenmesini sağlamak. Bu hesap tutar mı, evdeki hesap çarşıya uyar mı zamanı geldiğinde göreceğiz.
Avrupa’nın İmamoğlu krizinde, bir iki cılız eleştiri dışında sessizlik içinde olması, ABD Başkanı Trump’ın, Erdoğan’dan “iyi bir lider” olarak söz etmesi bu süreçte Erdoğan’ın eline güçlendiren faktörler arasında. Demokrasi ve insan hakları savunucusu Batı’nın Erdoğan’a karşı bu olumlu yaklaşımın nedenleri ayrıca üzerinde düşünülmeye değer bir konu.
Fotoğraf: Cumhurbaşkanlığı