Okurlarımdan bilmeyen olabilir. Ben tıp doktoruyum. Meslek hayatımda en zorlandığım şeylerden biri, ciddi sağlık sorunu olup üstüne düşeni inatla yapmayan hastalardı. Mesela boğulurcasına soluk yolları darlığı olduğu halde ısrarla sigara içmeyi sürdürenler gibi…
İçimdeki şeytan, “artık yardımı hak etmiyor, kendi düşen ağlamaz, yardım etsen de neye yarar?” gibi şeyler söylerken, içimdeki melek onu hep payladı: “Ama o hasta! Senin görevin yalnızca buyurmak değil, ikna etmek. Her halükârda sonuna kadar elinden geleni yapmalısın!”.
Şimdiye değin, neredeyse hep melek kazandı…
***
Kurtarıcılık misyonu öylesine içime sinmiş ki, bir türlü yakamı bırakmıyor. Üstelik doktorluk maceramdan bile çok daha eskiye dayanıyor. Ta ortaokul yıllarından beri ülkeyi kurtarmaya çalışıyorum.
Son yıllarda hastanın, pardon ülkenin ağırlaştığını düşünüp onunla yatıp kalkmaya başladım.
Ama ikide bir kendimi, o inatla bildiğini okumaya devam eden umutsuz hastayla yaşadıklarıma benzer iç konuşmaları yaparken buluyorum.
***
Aslında durum, umutsuz hastanınkinden çok daha vahim!
Hastalarla ilişkimde, hasta, kendisinin hasta, benim doktor olduğumu biliyor. Tavsiyelerime uymasa, beni takmasa da benim bir otorite olduğumun farkında.
Oysa ben ülkeyi kurtarma çabalarımda “kendi kendime doktor” oluyorum!
Üstelik benim hasta yerine koyup, tedaviye kalkıştığım muazzam kalabalıklar benden habersizler. Yani doktorluğum bir hüsnü kuruntudan ibaret.
Daha da kötüsü, farkıma varanların çoğu, tam tersine, benim hasta olduğum kanaatindeler. Bunu pek azının dillendirmesi gerçeği değiştirmiyor.
***
Belki de haklılar.
Hayır hayır, kesinlikle haklılar! Bunca kalabalık ve de çoğunluk her zaman haklıdır.
Başkalarını kurtarma hezeyanından kendimi kurtarmalıyım. Şu kısa ömrün kalan son demlerinde, -biraz geç de olsa- ben de herkes gibi kendimi kurtarmaya bakmalıyım. Hiç olmazsa gözlerimi kapamalı, kulaklarımı tıkamalı, dilimi tutmalıyım…
***
Allah kahretsin! Beceremiyorum…
Dr. Ömer Dönderici
Yazının orijinalini okumak için tıklayın