İstanbul’da aklı başında herkes hırsızlık, yolsuzluk, liyakatsizlik ve görgüsüzlükten kurtulmak, yüksek kalitede bir belediye hizmeti alabilmek için 2019’dan beri yeni bir yönetime oy veriyor.
Bunun sonucunda da hayatını daha yaşanır bir kentte geçirmenin mutluluğunu duyuyor. Bir yandan kentin metro, deniz ulaşımı, su, kanalizasyon, drenaj, katı atık yönetimi gibi fiziki altyapısı geliştirilirken, bir yandan da sosyal belediyeciliğe önem veriliyor. Daha önce tarikatlar ve cemaatlere devredilmiş olan sosyal hizmetler de İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) ve bazı ilçe belediyelerince yapılıyor. Özellikle derin yoksulluk içerisinde yaşayan toplumun büyük bir kesimine destek sağlanıyor, öğrenci yurtları, kreşler açılırken, kentin kültür mirası restore edilerek halkın kullanımına sunuluyor. İçki yasağı başta olmak üzere, yaşam tarzı üzerindeki baskılar hafifliyor, kent yıllar önce olduğu gibi yine sanat etkinlikleriyle önem kazanıyor. Üstelik bunların çoğu Ankara’daki rejimin engellemelerine rağmen yapılıyor.
Ancak son zamanlarda, özellikle İETT’nin (İstanbul Elektrik Tramvay ve Tünel İşletmesi) faaliyet sahasına giren bazı konularda, ülkemizdeki yöneticiler arasında yer etmiş olan bazı kötü alışkanlıkların ortaya çıkmaya başladığı gözlemleniyor. Bunların bir an evvel önü alınamazsa, bu anlayış zamanla güç zehirlenmesine dönüşebilir ve İBB deneyiminden sonra ülke yönetiminde de görmeyi arzu ettiğimiz kişileri yıpratıp sorgulanabilir hale getirebilir. ‘Ben yaptım oldu’ diye tanımlayabileceğimiz bu yaklaşıma bu yazımda iki örnek vermek istiyorum.
Adalar’da ulaşım
Bildiğiniz gibi şu sıralar Adalar’da toplu taşıma konusunda şiddetli bir tartışma ve gerilim söz konusu. 2019 yerel seçimlerinden sonra, başta hayvan refahı ile ilgilenenler olmak üzere, pek çok kişi ve sivil toplum kuruluşu (STK) Adalar’daki eşeklerin ve faytonların kaldırılmasını istedi. Gerekçe olarak, fayton sahiplerinin atlara iyi bakmadığı, eziyet ettiği, her yıl 100 civarında atın hastalık ve bakımsızlıktan öldüğü gösterildi. Faytonla taşımacılık yapanların da mafyalaşması ve iki gruba ayrılarak birbiriyle çatışması, konuya ayrı bir boyut getiriyordu.
Sonunda eşekler ve faytonlarla yapılan taşımacılık kaldırıldı ve yerlerine Adalar halkının da benimsediği iki çeşit elektrikli aracın devreye girmesine karar verildi. Bunlardan büyük olanının yolcu kapasitesi 13’tü.
Ancak başta, bir İBB şirketi olan İstanbul’un en köklü toplu taşıma şirketlerinden İETT’nin yöneticileri olmak üzere, pek çok bürokrat ve politikacının yaptığı hatalar sonucu Adalar’da ulaşım içinden çıkılamaz bir hal aldı.
Hatalardan ilki, toplu taşımaya yönelik İETT’nin bu elektrikli araçlarına ek olarak, Adalar’da kullanılmaya başlanan özel elektrikli araçlara göz yumulması oldu. Bunda seçimler nedeniyle İBB ve Adalar Belediyesinin popülist bir yaklaşım benimsemesi rol oynadı. Çocuklar dahil her aklına esenin kullanmaya başladığı bu araçlar, Adalar’da trafiğin artmasına ve güvensiz hale gelmesine neden oldu.
Ardından, halen kullanılmakta olan ve halk tarafından da benimsenen 13 kişilik elektrikli araçların çalışmasının bürokratik nedenlerle seferden kaldırılması gereği ortaya çıktı. İETT ile Adalar Kent Konseyi’nin (AKK) yaptığı toplantılarda, Adalıların şiddetli karşı çıktığı ve elektrikli olmaları dışında İstanbul’un diğer semtlerinde belli hatlarda kullanımına izin verilen yine 13 kişilik minibüslerden bir farkı olmayan araçlar metazori bir şekilde devreye sokuldu. Üstelik İETT’nin Adalar’ın dar sokaklarında zorlukla hareket edebilen bu minibüslerin kullanılmayacağına en üst düzeyde söz vermiş olmasına rağmen… Bu araçları Adalar halkı “Azman” veya “Azmanbüs” olarak tanımlıyor. Anlaşılan bir yılı aşkın bir süredir gündemde olan konuyla ilgili yapılan toplantılar, amiyane tabirle, halkın gazını almak içinmiş.
İBB bu şekilde kendine oy vermiş seçmeni İETT üzerinden aldatmış oldu. Yetmedi, protestolarla karşılaşacaklarını bildiklerinden, polisten yardım talep ettiler. Sonuçta bazı Adalılar gözaltına alındı ki, bunların son seçimlerde Adalar Belediyesi ve İBB’yi yöneten kişilere oy vermiş olması kuvvetle muhtemel. Bu gelişmeler olurken, Adalar Belediye Başkanı ortadan kayboldu. İBB başkanı ise dilsiz şeytanı oynamayı tercih etti.
İETT’den ise bazı açıklamalar geldi. Bunlardan biri dikkat çekici. Yasa gereği, tüm kentte olduğu gibi Adalar’da da toplu taşıma hizmeti vermek zorunda olduklarından ve günübirlik ziyaretçilerin yoğunluğu nedeniyle bu araçları kullanmak zorunda olduklarını anlatıyorlardı.
Ben 69 yıldır, yani doğduğumdan beri İstanbul’da yaşıyorum. Ailemin İstanbul’a gelişi ise Lale Devri’ne dayanıyor. Bizden eski, büyük olasılıkla sadece Doğu Roma’dan arta kalan İstanbullular vardır ve bir kısmı da halen Adalar’da oturuyordur.
Bildiğim kadarıyla ne ben ne de 1710’lardan beri İstanbul’da yaşamış olan sülalem Adalar’da toplu taşıma yapıldığını gördü. Adalar’da ulaşım hep yaya olarak yapıldı. Gerektiğinde de fayton veya eşeklerden yararlanıldı. Son 40-50 yılda da, polis, itfaiye, çöp kamyonu gibi çok az sayıda motorlu araç devreye sokuldu. Adalıların söylediğine göre, kamu hizmeti gerekçesiyle müftünün bile motorlu aracı varmış. Hastalar da, yaşlılar da hep faytonlarla taşındı. Şimdi de faytonlar ve eşekler yerine küçük elektrikli araçlarla bu hizmet verilebilir. Dolayısıyla ‘toplu taşıma yasa gereği’ safsatası bir argüman olamaz. Üstelik Adalar’a gezmeye gelenler baştan yaya olarak dolaşmayı kabullenmelidir. Sonuçta hiçbirimiz anamızın karnından arabayla çıkmadık. Adalar’da ihtiyaç duyulabilecek tek motorlu araç türü ancak itfaiye olabilir.
Adalar’da İBB’nin yaptığı asıl hata, bayramlarda İstanbul ile ulaşımı sağlayan vapurları bedava yapmasıdır. Tam tersine bu dönemlerde ulaşımı kısıtlaması gerekir. Bu doğrudan sayı kısıtlamasıyla olacağı gibi gemi/motor biletlerinde yapılacak fiyat ayarlamalarıyla da gerçekleştirilebilir. Gerekli mekanizma da kolaylıkla oluşturulabilir. Bu konuda popülizme kaçmanın anlamı yoktur. Bedava teknelerle normal nüfusu 16,500 civarında olan Adalar’a bir günde 50 bin kişi getirmek anlamsızdır ve doğaya yük bindirmekte, Adalar halkını rahatsız etmektedir.
16,500 kişiye göre organize olmuş bir belediyenin bu kalabalığın çöpünü kaldırması, ormanlık alanları, sahilleri temiz tutması, çıkabilecek orman yangınlarını engellemesi de olanaksızdır. Örneğin Büyükada’da tek bir umumi tuvalet olduğu, o nedenle 50 bin kişi günübirlik Ada’ya geldiğinde, tuvalet gereksinimlerini ormanlık alanlarda, duvar diplerinde, hatta evlerin kapılarında giderdiği söylenmektedir.
Adalar’a girişlerin kısıtlanması dünyada tek örnek de olmayacaktır. Halen Avrupa’da Barcelona ve Venedik olmak üzere pek çok kentte uygulanmaktadır. Pek çok Ege adasında da motorlu araç trafiğine izin verilmemektedir.
Nostaljik tramvay
İkinci örneğim nostaljik tramvayla ilgili. İstanbul’da tramvayın en önemli ulaşım aracı olduğu dönemin son bölümüne ben de yetiştim. Kayıtlara göre 1956’da İstanbul’da 56 tramvay hattı ve 270 araçla hizmet verilirmiş. Birinci mevki kırmızı, ikinci mevki yeşil vagonlardan oluşan tramvay araçlarının, o yıllarda daha çok İstanbul’un sayfiye mekanı olan Anadolu yakasında yaz aylarında kullanılan bir de açık vagonlu modelleri vardı.
O zamanın anlayışıyla trafiği yavaşlattığı düşüncesiyle 1961’de Avrupa yakasından, 1966’da ise Anadolu yakasından kaldırıldı. Vagonların önemli bir bölümü yazın Silivri’de bulunan İETT kampında tatile gelenler için konaklama mekanı olarak kullanıldı.
1990 yılında bu vagonlardan geriye kalanların birkaç tanesi elden geçirilerek Taksim-Tünel arasında tek hat üzerinde tekrar sefere kondu. Bu tramvaylar, şehirdeki tarihi dokuyu ve eski İstanbul atmosferini korumak amacıyla kullanılmakta olup önemli bir turistik ve kültürel cazibe merkezi haline gelmiştir.
İstiklal Caddesi’ndeki tramvayların tüm dünyada popüler olması nedeniyle, 2003’te bu kez Kadıköy-Moda arasında ring yapan ve yine eski tramvayların kullanıldığı bir sistem daha kuruldu. Ancak, biz eski İstanbulluların hemen fark edeceği gibi, bu vagonlar İstanbul’da geçmişte kullanılan orijinal vagonlardan farklıdır; çünkü Almanya’dan Schöneeiche ve Jena’dan ikinci el olarak alınmıştır.
Şimdi İETT, İstiklal Caddesi’nde sefer yapan, artık şehrin ikonlarından biri haline gelmiş olan nostaljik tramvayı, katener hattı (tramvaya enerji sağlayan ve hattın üzerinden geçen doğru akım enerji kablosu) ve pantografı (vagonların üzerindeki, katener hattına değerek tramvay motoruna enerji sağlayan bağlantı teli), İstiklal Caddesi’nde görüntü kirliliği yaratıyor diye kaldırmaya karar vermiş.
Halbuki pantograf, nostaljik tramvayın otantik görüntüsünün ayrılmaz bir parçasıdır ve kaldırıldığında tramvayın nostaljik özelliği kalmaz. Bambaşka bir şey olur. Üstelik İstiklal Caddesi’nde görüntü kirliliği yaratan yüzlerce tabela vb. çirkinlik dururken, nostaljik tramvayımızın katener teli ve pantografı ile uğraşmak tam abesle iştigaldir.
Üretilmiş olan pantografsız vagonlar ise kentin başka bir köşesinde yine turistik amaçlı olarak değerlendirilebilir. Örneğin yeniden düzenlenen Üsküdar-Harem arasında veya Ortaköy-Bebek parkurunda…
Sonuç olarak lütfen halka danışıyor gibi yapıp, çok önceden almış olduğunuz kararları İstanbulluya zorla benimsetmeye kalkışmayınız. Bu tutum hem kentin korunması gereken özgün dokusuna zarar verir, hem de sizleri İstanbullu nezdinde yıpratır. Karikatürlere de konu olursunuz.
İETT yönetimine de son bir sözüm var. Adalar’da ulaşım ve nostaljik tramvayın sorumluluğu, her ne kadar sizlere verilmişse de, bu iki konu sadece ulaşım odaklı olarak değerlendirilmemeli, kent dokusuna, kültürüne ve toplumsal hafızaya katkı yapan özelliklere sahip oldukları unutulmamalıdır.
O nedenle bu iki konuyu İstanbul’un tarihi dokusunun korunmasında büyük katkıları olan İBB Genel Sekreter Yardımcısı Sayın Mahir Polat’a da danışmanız çok yararlı olacaktır.
Not: Bu yazım ilk olarak noktakibris.com sitesinde yayınlanmıştır.