Mayıs sonunda İtalya’nın Bergamo kentini ziyaret ettim, iyi ki de etmişim…
İtalya’nın kuzeyinde, hem Alp Dağları’na hem de Milano’ya yakın bir konumda bulunan bu şirin kenti gezdiğim için kendimi şanslı hissediyorum.
Öncelikle belirtmek isterim ki, kentin doğası, havası insanın içini açıyor. Ne dondurucu soğuklar ne de bunaltıcı sıcaklar var, tam kıvamında bir iklim. Yeşillikler içinde, bolca kuş sesi duyulan bir şehir.
Buradaki kentsel yapının düzenli olması da insana iyi geliyor. Binalar bakımlı, çok katlı yapılar yok, ufuk çizgisi doğal kalmış. Şehirde her mahallede cömertçe dağıtılmış parklar, yeşil alanlar bulunuyor. Beton yığını değil de nefes alan bir şehirde yürüyormuşsun gibi hissedip, ferahlıyorsun.
İnsanları bir başka sıcak. Genellikle kurallara göre yaşıyorlar ama bunu sıkı kuralcı bir şekilde yapmıyorlar; aksine yüzlerinde hep bir gülümseme, neşe var. Yolda yürürken tanımadığın biriyle göz göze gelsen gülümsüyor, selam veriyor. Saygılılar, kimse kimseyi rahatsız etmiyor ama yardıma ihtiyaç olursa da hemen el uzatıyorlar.
Bergamo’nun tarihî dokuyu koruma konusundaki özeni insanı gerçekten hayran bırakıyor. Şehir, geçmişine tam anlamıyla sahip çıkmış bir açık hava müzesi gibi. Eski binalar restore edilmiş ama öylesine değil, adeta zarif bir dantel gibi işlenmiş. O binaların duvarlarına dokununca geçmişin nefesini hissediyorsun.
Özellikle Accademia Carrara Müzesi gezginler için kaçırılmaması gereken bir durak. Müzenin atmosferi de en az eserler kadar etkileyici. Geçmişin ihtişamını yansıtan salonlarda dolaşmak, zaman yolculuğu duygusu veriyor.
Şehir içinde ulaşım çok konforlu. Toplu taşıma hem düzenli hem de ekonomik. İstersen yürüyerek pek çok noktaya kolayca gidebilirsin, zaten burada dolaşmak ayrı bir keyif. Ben günde ortalama 8 kilometre yürüdüm.
Havaalanı merkeze yakın. Ryanair burayı Avrupa’daki en önemli merkezlerinden biri yapmış, neredeyse her 15 dakikada bir uçağını havada gördüm. Ryanair’den Köln-Bergamo biletim için yalnızca 30 euro ödedim. Türkiye’den de ulaşım kolay. Sabiha Gökçen’den AJet ve Pegasus her gün uçuyor. Yani hem Avrupa hem de Türkiye ile bağlantısı güçlü bir yer burası.

Fotoğraf: Halil Ocaklı
Ve tabii ki, Bergamo’da damak tadına hitap eden detayları atlamak olmaz..
İtalya’nın gastronomi tarihi ve zenginliği burada da kendini hissettiriyor. Sabahları bir espresso macchiato eşliğinde çıtır bir mandorla (bademli) kruvasanla güne başlamak çok keyifli.
Öğleye doğru pizzacılar, trattorialar kalabalıklaşıyor. İncecik hamuru, taş fırında odun ateşinde pişmiş bir Margherita pizzasının tadına doyum olmuyor. Ve elbette makarna severler için onlarca farklı seçenek sunuluyor.
Ben asıl Ombra Restoran’da yediğim fırın patatesi unutamıyorum. Yönetici Filippo önerdi, sağ olsun şef Samira pişirdi. Zeytinyağı, sarımsak, zerdeçal, kekik, biberiye ve karabiberden oluşan karışım, patatese bambaşka bir boyut kazandırıyor. Fırından çıkınca üzerine yoğun aromalı pecorino peyniri serpilip sıcak servis ediyorlar. Parmaklarını yersin.
Kısacası, Bergamo gezmesi ve yaşaması kolay, huzur veren bir şehir. Doğasıyla, iklimiyle, tarihi dokusuyla, insanıyla ve mutfağıyla gezilip görülecek ve tadına varılacak bir yer. Her köşesinde ayrı bir tat, bir güzellik ya da tarihten ilginç izler barındırıyor.
Bu güzellikleri yaşarken bana “özel rehberlik” yapan ve bilgilerini paylaşan Halil Ocaklı ağabeyime buradan tekrar teşekkür ederim.
Musa Negiz
Manşet fotoğrafı: visitbergamo.net
***
Medya Günlüğü sosyal medya hesapları: