Hukuk herkese hakkının olabilecek en adil şekilde, vicdanları yaralamadan teslim edebilme gereğinin sonucu olarak ortaya çıkmıştır.
Hukuk şiddetin egemen olduğu toplumların var olamayacağı, varlığını sürdüremeyeceği anlaşıldığı için insan tarafından yaratılmıştır. Hukuk, siyasal gücü ele geçirenin zalimleşmesine, toplumu adil olmayan, zulme dayanan bir düzene mahkûm etmemesi içindir.
Hukuk demokrasiyle birlikte modern devletin en kapsamlı, en güven verici dayanağı olmuştur. Hukukun üstünlüğü kavramının özü budur. Evet hukuk her türlü düzende üstün olmalı, üstün kılınmalıdır. Siyasal düzen kurucuların yozlaşmasını, şirazeden çıkmasını, devleti kendi çıkarları için kullanamaması, bunu yapmak için muhalif olanları ezememesi dolayısıyla kendi diktatörlüğüne yol açamaması içindir.
Ancak açıktır ki zor oyunu bozar. Hukukun üstünlüğüne olan inanç bir şekilde zayıfladı mı güç her şeye egemen olmaya başlar. Demokrasi, adalet, hak hukuk, özgürlük, devlet vs. bunların tümü ancak inançla var olabilen, maddi gerçekliği olmayan şeylerdir, kavramlardır. O yüzden bu kavramların topluma hâkim olması için toplumun onlara inanıyor olması gerekir. Bilerek, isteyerek inanmaktan söz ediyorum. Çünkü inanç bilmekten önce gelir. Bilim insanları da önce bir şeyin, bir durumun, bir gerçekliğin varlığına inanırlar. İkna olup inandıkları içindir ki bunu başkalarına da kabul ettirmek için kanıtlama çabasına girerler. Kanıtlayabilirler veya bazen bu ‘’inancın’’ bilgiye dönüşmesi için kanıtlanması birkaç nesil sürer. İlk inanan bilim insanı, inancını kanıtlayamadan ölür. Onun inancına inanan, sahip çıkan başka bilim insanları ortaya çıkar ve bunlar yeni teknolojiler, düşünsel açılımlar sayesinde ilk inananın inandığı şeyi kanıtlamaya muktedir olurlar.
Her şey inançla başlar. İnanç kanıtlanırsa bilgi ortaya çıkar. Her inancın kanıtlanması gerekmez elbette. Ben kocamı seviyorum ve bunu kimseye kanıtlamak zorunda değilim. Siz eşinizin sizi çok sevdiğine inanıyorsunuz ve bunun kanıtlanması gerekmiyor. Bunların bilgiye dönüşmesi gerekmiyor.
Ancak, toplumsal hayatta asgari düzeyde bir adil düzen kurmak isteniyorsa açıktır ki bu düzenin olabildiğince adil olması bu ihtiyaç nedeniyle de hukuk sistemine dayanması gerekmektedir. Bu bir bilgidir. İnsanlık tarihinde bu gerçeklik yeterince çeşitli şekillerde ve yeterince çeşitli coğrafyalarda sınanmıştır. Hal böyleyken bugün dünyamızda hukuktan kaçış gözlenmektedir. Hukuk sisteminin muhalif olanı cezalandırma aygıtına dönüştürülme çabası görülmektedir. Kimiz zaman tek tek protestocular üzerinde kimi zaman da kapsamlı bir şekilde muhalefet odakları üzerinde.
Bu yönelim insanlık için vahim bir durumdur. Birincisi hukuktan kaçışın sonu muhakkak şiddettir. Ki hukuktan kaçmanın yolu da ancak şiddetle açılır. Yaşıyoruz. Dolayısıyla bu sürecin sonu dünya için şiddetin, çatışmanın, savaşların olduğu, terörün, anarşinin gölgesinin bütün aydınlıkları soldurduğu, giderek insanlıktan uzaklaşılan, itaat ve boyun eğme, olanı kabullenme kültürünün kısırlaştırdığı bir insanlığa varır. İkincisi bunca tecrübeden sonra insanın demokrasi ve özgürlüğün teminatı olan hukuktan uzaklaşarak ‘’modern ilkelliği’’ tercih etmesi veya ona zorlanması insan varlığının gelişimi açısından tam bir trajedidir. Hayal kırıklığıdır.
‘’Ağaçlara kıymayın efendiler’’ dedirtenler yol alıyor. “Kimsenin burnu kanamasın” diyenler istemeden, muradı bu olmadan, insanlıklarından kendi neslinin ve belki de insanlık tarzının sonunu hazırlıyor.
Görsel: Ünlü sokak sanatçısı Banksy’nin, Londra’daki Adalet Sarayı’na yaptığı resim.
***
Medya Günlüğü sosyal medya hesapları: