İki hafta evvel sizlerle gelişimime büyük katkıları olduğunu düşündüğüm Alman edebiyatı hocam Frau Dr. Hofmann ile ilgili bir anımı paylaşmıştım. O yazımda psikopat hocaların varlığından da bahsetmiştim. Bugün, ergenlik yıllarımda tam üç yıl mücadele etmek zorunda kaldığım ve bende bazı psikolojik yaralar bıraktığına inandığım bir hocamdan bahsedeceğim.
Daha önceki yazılarımda da belirttiğim gibi, ortaokul ve liseyi İstanbul’da Alman Lisesi’nde okudum. Lisede tarih, coğrafya, Türkçe edebiyat, askerlik vb bazı dersler dışında tüm dersler Almanca okutulurdu. İngilizce dahil tüm derslere Alman hocalar gelirdi.
Lise 2’de fizik hocası olarak sınıfımıza yeni bir Alman hoca gelmeye başladı. Aynı soyadına sahip başka kimseleri rencide etmemek için bu yazıda ondan Herr (Bay) Bock diye bahsedeceğim.
O zamanlar okulumuzda ikinci dönem notu iki ile çarpılır ilk devre notuyla toplanır, üçe bölünür ve sene sonu notu ortaya çıkardı. Yıl sonu geçebilmek için ise en az 4.5 almış olmak gerekirdi. Her dönem de normalde her dersten üçer yazılı sınav olurdu. Sözlü notu diye de bir şey yoktu.
O yıl ilk devre fizik dersinden on üzerinden dört alabildim. İkinci devre sınavlardan zar zor dört, beş ve beş aldım. Bu durumda bu dersten güç bela geçeceğim diye düşünüyordum. Ancak Herr Bock, okulun bitimine 21 gün kala dördüncü bir sınav yapmaya karar verdi. Bu durum beni çok endişelendirdi. Dört alsam durum kritik, ayrıca üç filan alma ihtimalim de var.
Sonuçta ailemi de ikna ederek bir devlet hastanesinden yirmi gün rapor alıp okula gitmemeye karar verdim. O zamanlar yirmi gün devamsızlığa izin vardı, o süreyi aşarsanız otomatik sınıfta kalıyordunuz. Benim ise o yıl hiç devamsızlığım olmamıştı.
Yirmi gün boyunca görülme korkusuyla iki kez dışında hiç sokağa bile çıkmadım. Her gün öğleden sonra sınıf arkadaşım Ahmet’i arayıp, benle ilgili tatsız bir durum var mı soruyordum; o da “yok” diyordu.
Yirmi birinci gün, yani okulun son günü okula gitmem gerekiyordu ve aksilik o gün de fizik dersi vardı. Herr Bock sınıfa girer girmez beni gördü, geçmiş olsun dedikten sonra sana sınav yapacağım dedi. Öğretmenler odasında girdiğim sınavdan iki alarak o yıl fizikten kaldım.
Bizim okulun sisteminde o zamanlar ikmal filan yoktu. Tek dersten başarısız olursanız bir sonraki sınıfa borçlu olarak geçerdiniz. Üst üste iki yıl aynı dersten borçlu geçmenize de izin verilmezdi. İki farklı dersten kalanlar ise sınıfı tekrarlardı. Aynı sınıfı de iki kez tekrarlamanıza izin verilmez, okuldan ayrılmak zorunda bırakılırdınız.
Daha sonradan sınav sorularımı bir fizik hocasıyla paylaştığımda, öğretmenler odasında önüme konan sınav sorularından üç sorudan ikisinin eksik bilgi içerdiğini, o nedenle çözülemeyeceğini söylediğini de vurgulamak isterim. Ancak soru kâğıdı elimde olmadığından ve ailem belayı daha da büyütmek istemediğinden itiraz da edemedim.
Lise 3’te Herr Bock’dan kurtulmayı ümit ederken bu sefer hem fizik hem de matematik dersine geleceğini öğrendim. Neyse ki İngilizce hocası olan eşi de bize gelmiyordu. O sene çoğu fizik ve matematik sınavında, kopya çekeceğimden şüphelendiğinden beni kürsüde tek başına oturttu. Sonuçta fizikten geçtim, fakat inanılmaz derecede çalışmama rağmen bu kez matematikten başarılı olamamıştım. Annem veli günlerine kendisiyle görüşmeye gittiğinde ‘matematik ve fizik sadece çalışmakla olmaz, zekâ da gerekir’ diye beni ve annemi aşağılıyormuş.
Bizde lise dört seneydi. Son seneye matematikten borçlu olarak geçmiştim. Lise 4’ün sonunda da Türk ve Alman müfredatından lise bitirme sınavına girilirdi. Yılın ikinci yarısı o nedenle herkes için kabus gibi geçerdi. Alman bitirme sınavına Abitur adı verilirdi. Her iki sınav dizisinden başarıyla geçmeden lise diploması alınamazdı.
Abitur’un o zamanlar bir özelliği vardı. Sınavda aldığınız notun yıl ortalamanız kadar ya da bir altı veya bir üstü olması gerekiyordu.
Örneğin yıl içi ortalamanız altı ise sizin için Abitur’da geçerli not beş, altı veya yedi olabilirdi. Kazara sekiz, dokuz veya harika bir performansla on alırsanız o sınavdan kalırdınız. O gün tesadüfen iyi bir not tutturduğunuz düşünülürdü. Tabii bunun tersi de söz konusuydu. Yıl içi ortalamanızın dokuz olduğu bir durumda yedi ile bile sınavda kalırdınız. Beş yıl önce Alman bir grupla yaptığım bir seyahatte özellikle Almanya’nın bazı doğu eyaletlerinde bu uygulamanın hala geçerli olduğunu hayretle öğrendim.
O yıl Türkçe verilen derslerin bitirme sınavlarından kolayca geçtim. Abitur, anlattığım nedenlerle çok daha zorluydu. Sınavların bazısı yazılı bazısı sözlü olurdu. Fizik sınavını sorunsuz olarak geçtim. Ancak matematikten ve sınavda olağanüstü yüksek not aldığım biyolojiden ikmale kaldım. Son yıl borçlu geçilemeyeceğinden ikmal sınavı söz konusuydu. Kıbrıs çıkarmasının yapıldığı 1974 yazını, biyolojiden kalmış olan arkadaşım Haluk ile birlikte, ders çalışarak geçirdik. 7 Temmuz’da da fazla hazırlanma fırsatım olmadan üniversite sınavına girdim.
Ağustos sonu ikmal sınavları başladı. Sınavlar sözlü yapılıyor, kürsüde kendi hocanızın yanı sıra iki branş hocası daha oturuyordu. Lise 4 matematik sınavından Herr Bock’un beni epey zorlamasına rağmen geçtim. Arkasından, önceki yıl üçüncü sınıftan dördüncü sınıfa borçlu geçmiş olduğumdan dolayı şimdi lise 3 sınavı dendi.
Sınavda Herr Bock beni bırakmak için elinden geleni yapıyor, yanında oturan ve son derece zorlu bir hoca olarak tanınan C şubesinin matematik hocası Herr Wolff ve ismini hatırlayamayacağım bir başka hoca izliyordu.
Bir noktada Herr Wolf’un Herr Bock’un kulağına ‘tamamdır’ diye fısıldadığını duydum ama Herr Bock beni zorlamaya devam ediyordu. Ben de vektörler vs. ile mücadeleye devam ediyordum. Sınav uzadıkça uzuyordu. O sırada arkamdan bir ses duydum: “Herr Bock, Alper sınavı geçti.”
Dönüp baktığımda sınıfa Alman müdür yardımcısı Herr Stolzenberg’in girmiş olduğunu ve konuşanın o olduğunu fark ettim. Herr Stolzenberg yıllarca bize Almanca derslerine gelmiş, daha sonra müdür yardımcısı olmuştu. Beni uzun yıllar sınıf temsilciliği de yaptığımdan çok iyi tanırdı. Anlaşılan Herr Bock’un benle yıllardır uğraştığının farkındaydı. Ve sınav gerçekten bitti…
Birkaç gün sonra da biyoloji sınavını başarılı bir şekilde verdikten sonra 6 Eylül’de mezun oldum. Ertesi gün mezuniyet mücadelesi nedeniyle iyi hazırlanamadığım üniversite giriş sınavında ilk tercihim olan Boğaziçi Üniversitesi Mühendislik bölümüne girdiğim bilgisi postacı tarafından bana iletildi. Arkasından Berlin Teknik Üniversitesi Endüstri Mühendisliği bölümünden kabul mektubu geldi.
Tercihim Boğaziçi oldu. İngilizce sınavını da vererek 1 Ekim 1974’de hazırlık sınıfını atlamış olarak üniversite eğitimime başladım. Toplamda sekiz yıla yakın Türkiye, İngiltere ve ABD’de üniversite eğitimi gördüm. Ardından oldukça başarılı bir iş yaşamım oldu. Ancak, yakın zamana kadar, hala ateşim çıkıp kabus gördüğüm zamanlar kabusumda Herr Bock belirir, bana “lise 3. sınıf matematik sınavlarından birinde sana yanlışlıkla bir puan fazla vermişim. Onu düzeltince o sınavdan beş yerine dört almış dolayısıyla kalmış oluyorsun. O nedenle lise ve üniversite diplomaların geçersiz” der ve ben kan ter içerisinde uyanırdım.
Son zamanlarda artık bu kabusu gördüğümde hemen rüya olduğunu fark edip, arkamı dönüp uyumaya devam ediyorum. Acaba psikolojik rahatsızlığım geçti mi dersiniz?
Evet, artık son yirmi yıldır bu kabusları görmüyorum ama, kendisini ölene kadar hiç affetmeyeceğim.
Not: Fotoğraf temsilidir.