Oturur denize doğru bir bankta, neden ve niçin sıkıldığını bilemeden düşünürsün.
Hep aynı insanlarla hep aynı konuları tartışmak… Sosyal medyada hep aynı şeyleri görmek. Yaşanan aynı gündelik olaylar, yıllarıdır aynı devletler arasındaki soğuk savaşlar, toplumlar arasında hep aynı çekişmeler. Dini, siyasi, ekonomik sıradan tartışmaların hiçbirinin çözüme ulaşmadığı gündelik can alıcı, sıkıcı problemler.
Bu his yoğunluğu içinde her şeyin boş, gereksiz, anlamsız, beyhude, insanların sahte olduğunu anlıyorsun, sonra bir bakıyorsun hayatın sıkıcı bir hal almış. Öğrendikleri, bildiği, düşündüğü, hiçbir şeyi bilmediği, kısacası bilinen hiçbir bilginin var olmadığı temeli üzerinde oluşturulmuş bir yaşamın karamsar insanlarıyız. Hayatın bu can sıkıcılığına ne yazsan geçmiyor, hem ruhun hem de kalbin kırık…
İnsan insana kırılır mı? Neden kırılmasın! Bir sebeple, sevdiklerine, sevmediklerine hatta nefret ettiklerine bile kırılır… Hayatın hiç bu kadar anlamsız olduğunu hissettiğin bir an yok. Amaçsız, durgun, bedenini kesseler acımayacak, kalp ritmin bile zaman zaman bozuluyor, beyin uyuşmuş şekilde. Öyle masum, öyle durgunsun, ruhun sanki seni terk etmiş vaziyette saatlerce uzaklardasın. Haykırır bir yalnızlık çöker içine. İsimsiz düşünceler sorgular, anlamsız duygularla yok olmuş gibi bir durum.
Denizi seyrederken geçen bir gemi sanki yaşayan ölüler dolu; ne var oluyor ne bilebiliyor ne de anlıyor yaşamayı. Çok anlamsız sularda yüzmek. Gökyüzünde anlamsız uçmak. Yeryüzünde şaşkın şaşkın dolaşmak. Hayattaki hazzın bir anlamı yok. Çünkü hiç tatmadığın için kaybedeceğin bir şey de yok.
Kim olduğunu merak ediyorsun, hiçbir şey bilmiyorsun. Gemi rotasından sapıyormuş gibi hissediyorsun… Bunun nedeni, kendinizin farkında olsanız bile anlamsız bir hayat fikri ürkütücü, hayatının sıkıcılığı; kendini kaybolmuş hissediyorsun.
Hayatın envanterinde anılar, yaşananlar değerli anlar, unutulan ve unutulmayan yaşadıklarımızdır. Yaşanan, yaşanmayan hayatın mal varlığı olan geçmiş ile günümüzde şimdiki an, bir de gelecekteki yaşanması muhtemel olaylar belirler yaşamın sıkıcılığını… Hayatı tek bir kriterde yaşayıp geçmişi ve geleceği düşünmeden anı yaşamak…
Tabii ki insan hep böyle yapması gereken çok şey olduğunu hissederek, hiçbir şey yapmak istemediği bir psikolojiye girebiliyor. Kişi kendini çaresiz, çıkmazda hissettiğinde ve bunaldığında umut ettiği hayatı yaşayamadığının farkında. Dahası insan ruhunu daraldığını, sığınabileceği bir hayal dünyasının olmadığı zaman yaşamın sıkıcılığını ruhunda bedeninde duygu, düşünce dünyasında dibine kadar yaşar.
İç dünyasındaki derin kırılma yaşayan insan kendisinden, yemekten hatta müzikten zevk almadığı bir ruh halinde olabilir. Yeni bir hayata ihtiyacı varmış gibi hisseder. Bu sebeple sıradan günlük işleri yapıp monoton bir hayatı yaşadığından, kendi kazdığı kuyuya düşüp ağlamaktan farksız bir psikolojiyi yaşar. Bu ruh ölümü gibi bir şey. İnsan yapı itibarıyla hayata karşı biraz tepkisiz kaldığı gibi, hiçbir duyguyu da tam anlamıyla yaşayamaz. Hayatın sıkıcı bir oyun halini aldığı, inanılmaz boş bir hayat sürdüğü bir psikoloji…
İnsanı böylesi büyük bir mutsuzluğa ve felâkete sürükleyen, hayatı için önemli olan birçok şeyin önemini kavrayamamasıdır. Ayrıca psikososyal açıdan güçlü, dirayetli, yüksek bilinç düzeyine ulaşmamış olduğundan, bilinçten uzak davranışlar içindedir. İnsan ister istemez düşük bir moral ile hayatın sıkıcılığını dibine kadar tecrübe edecektir. Hayatın gerçek anlamı hakkında düşünemez. Lanet bir kısır döngü! Hiçbir şey yapmak istememek, hiçbir şeyden zevk alamamak. İnsan kendi bedeni, ruhu ve zihni arasındaki iletişimi kaybedince olanlar oluyor. Kişi yasam sevincini ve hayatın anlamını yitirip kendini değersiz hisseder, boşluğa düşer.
Unutma, insan sürekli olarak kendini var eden ve var etme gücüne sahip tek canlı türüdür. İnsanın kendisini inşa etmesi için önünde azımsanamayacak seçenekler vardır. Hayattan zevk almak veya almamak tamamen kişinin bakış açısına bağlıdır. Şunun farkında ol, hayat kısa olsa da yaşanacak, yaşanması gereken çok güzel günler fırsatlar var. Bu sebeple enerjini verimli kullan, değerli zamanını, zihinsel huzurunu heba etmemeye çalış. Sadece seçtiğin bakış açısıyla mutlu olmak hayattan zevk almak senin elinde. İnsanın bütün bu sıkıntı ve tasaları atlatabilmesinin tek ilacı sevgi olmalı diye düşünüyorum. Sevgi tek çözümdür. İnsanın iç dünyasına huzuru, barışı getirir.
Son olarak, ruhunuza, bedeninize, zihin dünyanıza, davranışlarınıza Sertap Erener’in şarkısında söylediği gibi yeni bir duruş, yeni bir dokunuş, yeni bir keşif lazım. Kendime yeni bir ben lazım. Kısacası kendine iyi gelenin en iyisini yap. Yaşadığın hayatın başrolü sensin…
Unutma!..