Bugüne kadar yaşadığınız ama aslında boşa harcanan, hiçbir işe yaramadan yok olan, üzerinde düşünülmemiş bir hayatın, havaya savrulan ve yaşamı ıskalayan zamanlarla dolu olduğunu hiç düşündünüz mü?
Mesela, hayatı ıskaladığınızı düşünerek boşa yaşadığınız duygusuna kapıldığınız oldu mu?
Eminim olmuştur.
Caddeler o kadar kalabalık ki herkes bir telaş içerisinde, sanki insanlar anlaşılma duygusunu, düşüncesini yitirmiş durumda hayatlarına devam ediyor. Herkes bir telaş, bir koşuşturma içinde. Zaman kum taneleri gibi parmaklarımızın arasından kayıp gidiyor.
Baktığı denizi, gökyüzünü göremeyen, seyrettiği manzarayı kavrayamayan, rüzgarı hissedemeyen, doğayı sindiremeyen, çiçekleri sevmeyi öğrenmeden ıskaladığımız bir çağın insanıyız.
Hep bir telaş ile bir yerlere yetişmeye çalışıyoruz, adeta bir yarış atı gibiyiz. Hiç vaktimiz yok! Öyle hızlı yaşıyoruz ki iki paragraflık yazıyı bile okuma zahmetine katlanamıyoruz. Her şeyi hızlı, basit bir şekilde tüketmek istiyoruz. Sosyal medyada yüz kırk karakterle anlatılan dört cümlelik bir yazı bile uzun gelmeye başladı. Okumuyoruz. Kısa, özlü mesajlar, sloganlar, fikirler istiyoruz. Kısa şeyler seviyoruz.
Hep koşuyoruz ama nice insan koştuğu halde istediği yere ulaşamadı, bir yerde tıkanıp kaldı. Çok koşuşturan insan, evrende, doğada, resimde, sinemada, fotoğraflarda, şiirlerde, şarkılardaki görselliği, derinliği anlayamadan çekip gitti. Oysa insanın hayatta olan ve olacak her şey hakkında aklına takılanları, okuduklarını, öğrendiklerini, seyrettiklerini, yakaladığı anları sorgulaması gerekir. Şimdi kimse bakmadan hayatı ıskalayarak yaşıyor. Hayatın anlamı ne düşünceyle ne de duyguyla örtüşüyor.
Her şey o denli hızlı değişiyor ki yaşamın hızına yetişemiyor, güzellikleri fark edemeden sürüklenircesine yaşıyoruz. Kafes içinde hareketsiz yatan ya da yalpalayarak yürüyen, hızla koşan deney faresine döndük. Nereye gidiyoruz, nereye yetiştiriyoruz, neden hiçbir yere yetişemiyoruz, sebebini bile bilmiyoruz. Sonuç olarak mutsuz, umutsuz, yorgun, stresli, depresif ve kızgınız. Arzuların peşinde koşarken yorulan bedenin, ruhu düş bahçelerinde bir başına mutsuzluğa dönüşüp, hayatı yakalayamadığını, yaşamı ıskaladığını anlamanın zamanı geldi de geçti.
Dijital dünyanın, teknolojinin, her tarafı ele geçirdiği bir ortamda, herkesin boynuna vurulmuş elektronik bir pranga, insanların hem ruhunu hem de bedenlerini istila etmiş durumda… İçinde bulunduğumuz bu merdiven altı kültürünün bizi nasıl gizliden gizliye modern bir köleliğin içine sürüklediğinin farkında bile olmuyoruz. Bu sırada hayatımızın, çok kısa bir zaman içinde, çabucak bir anda nasıl akıp gittinin farkına varamıyoruz. Durum böyle olunca, kaos içinde yaşayan, depresif, geleceğin çıkmazına, girdabına giren insanlar kimlik bunalımı yaşıyor, hayatın anlamını anlayamayacak şekilde boşluğa düşüyor. Bu kör kuyular derinleştiğinde insan kendisini değersiz ve yetersiz görüyor. Bu durum insanın kendisini değersiz hissetmesine, öz güven ve öz saygıdan mahrum kalmış bir kişiliğin ortaya çıkmasına sebep oluyor. İnsan öyle aptallaşıyor ki hep gittiği bir yere hiç gidememiş, sanki koşuyor da hedefine ulaşamamış gibi.
Görülecek, işitilecek, tadılacak, okunacak, yazılacak, yapılacak o kadar çok şeye insan yetişmeye çalışırken, kendisine ve topluma iyi gelecek şeylere çok geç kalıyor. Hayatın anlamını ıskalamamak için öncelikle çok okumak, çok gezmek gerekiyor. İnsan önce duygularını, düşüncelerini, tanımalı, kendisinin zayıf, güçlü olan taraflarını kabul etmeli. Hayallerini, hedeflerini ertelememeli. Kendisine değer verip, kendi arzularını ve isteklerini her şeyin önüne koymalı. Kısacası sadece ve sadece kendisine yatırım yapmalı. Özgür bir birey olduğu sürece hiç kimsenin kendisine bir şeyi zorla yaptırmasına izin vermemeli. Kendi sevdiği, istediği şeylere emek vermeli. İstemediği şeyleri yapmadığında yaşamı ıskalamasına sebep olan birçok şeyi bertaraf etmiş olur.
Can Yücel’in şiirin söylediği gibi, yeri geliyor yemek, içmek her şey boş, tam zamanında öpmeli insan, sevgisini sevdasını, duygularını söyleyebilmeli. Zamanında açmalı insan kapısını evrene, doğaya, başkalarına; sana iyi gelmeyenleri çıkarmalısın hayatından, yeri geldiğinde affedip unutmalısın onları. Duygularını, düşüncelerini, kendi olacağın durumdan korkma, haydi şimdi kalk bakalım. Silkin şöyle, bir at üzerinden hayatın yorgunluğunu, vakit zannettiğinden daha az.
Haydi kalk bakalım, şimdi hayatı ıskalamadan yaşamak zamanı. Hayatı izlerken, bir yere baktığınız sürece unutmayın kaçırdıklarımızdan ibaret bazen hayat. Unutmayın evrende, doğada hiçbir şey vakti şaşırmaz, vakti şaşıran, hayatı ıskalayan sadece insandır. Eğer hayatı boşa yaşayı ıskalıyorsanız, daha yaşayıp ne yapacaksınız?
Ölün daha iyi…
Fotoğraf: vecteezy.com