Halil Ocaklı (halilocakli@yahoo.com)
Amerikalılar dünyanın en meşgul insanları olduklarına inanırlar. Gerçekten de Amerikan filmlerinde görüldüğü üzere, kariyer baskısına alışmış işkolikler gibi sürekli bir telaş içinde yaşarlar. Zamanı idareli kullanma girişimleri sabah odaklıdır, geç kalma korkusuyla işler yıldırım hızıyla yapılır. Duş almak, giyinmek, odayı toplamak, çantayı hazırlamak, makyaj yapmak vb.
1990’ların ilk yarısında San Francisco bölgesinde yaşadım, oradan biliyorum: Evsizler dışındaki çoğu Amerikalı o zaman bile yemeğini hızlı yer, kahvesini ayaküstü içer, iyi dinlenemez ve uyku hapı almadan uyuyamazdı. Şimdilerde durum daha fena. Direksiyon başında atıştırmanın yanlış olduğunu bilen kişinin de bahanesi hazırdır; başka zamanım yok.
Yalnız Amerika ve Avrupa’da değil, iş temposunun hızlı olduğu her yerde paketlenmiş mikrodalga yemeklere olan yönelim artıyor. İnsanlar evde taze, sıcak yemek hazırlamaktan o denli uzaklaştı ki, mutfağa girmek artık bir hobi etkinliğine dönüşmüş durumda.
Kahvaltıda mısır gevreği ve yulaf ezmesi yiyen gençler, taze yiyeceklerle renkli bir kahvaltı yapmanın nasıl bir şey olduğunu belki de hiç bilemeyecek. Çalışan nüfusun önemli bir kısmı ise öğünü bir büfeden ya da kafeden aldığı “TO-GO” ile geçiştirmeye çalışıyor. Çalışma maratonu içinde bu şekilde yaşayan ve beslenen kuşakların fiziksel ve ruhsal açıdan sağlıklı olması beklenemez.
Ekonomik-teknolojik ilerlemeler ve tüm modern gereçlerin insanlara giderek daha fazla zaman kazandırması beklenirken, sonuç öyle olmuyor. Özellikle gelişmiş ekonomilerde genç-yaşlı, kadın-erkek herkes fazlasıyla meşgul ve aşırı yoğun olmaktan yakınıyor.
Modern insan, bu dünyadaki sınırlı zamanını nasıl anlamlı biçimde yönetebileceği konusundaki arayışlarını sürdürüyor. Çok sayıda zaman yönetimi kitabı okuyor, videolar izliyor, seminerlere katılıyor ama doyurucu yanıtlar alamıyor. Alamıyor çünkü biz zamanı değil ancak kendimizi yönetmeyi öğrenebiliriz.
Bir nehrin suyunu barajda biriktirdiğimiz gibi zamanı biriktiremeyiz. Ne yaparsak yapalım, zaman akmaya devam eder. Gerçekte zamanı asla yönetemeyiz, sadece içinde bulunduğumuz zaman diliminde kendi yaşantımızı yönetebiliriz. Zamanı yönetmeye ne kadar odaklanırsak, anın farkındalığından o kadar uzaklaşırız.
Evrenin görünür olguları, algılanamayan neden-sonuç ilkelerine bağlı olabilir. Neden görünmez veya algılanamaz olabilirken, sonuç algılanabilir. Örneğin, bir elmanın ağaçtan düşmesinin nedeni, görünmez bir yasa olan yerçekiminin etkisidir.
Buna göre zaman, iki somut etkinlik arasında geçmişten bugüne ve geleceğe ilerleyen fakat tek başına algılanamayan anların, günlerin, haftaların, ayların ve yılların toplamıdır. Her birey için en önemli birinci etkinlik doğum, en önemli ikinci etkinlik ise ölümdür.
Sivas Sünnetçi Sokak’tan komşumuz Rabia Hanım teyze, evlerinin girişindeki terasta kollarını gökyüzüne açmış haykırarak kocasının öldüğünü komşulara duyuruyordu. Başörtüsü omuzuna düşmüş, çığlık çığlığa yardım istiyordu. 7-8 yaşındaydım, ilk kez böyle bir olayla karşılaşıyordum. Hemen anneme koştum ve Rabia teyzenin “kocam öldü” diyerek ağladığını söyledim.
Anneme insanlar neden ölür ve öldüklerinde ne olur gibi sorular sordum. Bana çok mantıklı bir şekilde “ölüm, ömrün son bulmasıdır, yaşayan herkes bir gün ölür” dedi. Anneme “sen ve babam da ölecek misiniz” diye sorduğumda “evet” yanıtını alınca tuhaf oldum. “Peki ya ben” diye sorduğumda “sen daha çocuksun, böyle şeyleri aklına getirme” dedi. Ama maalesef aklıma gelmişti ve işte ne yazık ki ben de bir gün öleceğimi öğrenmiştim. Çok sonra anladım ki, her çocuk bu garip yüzleşme deneyimini bir gün arkada bırakıyor ve her şeye rağmen yaşamın sürdüğünü kavrıyor.
Kadim Vedik bilgeliğe göre, insan yaşamı kadın ve erkek için farklı olmak üzere yedi potansiyel evrede gelişir:
1- Korumasız ana kucağı
2- Fiziksel dünyayı tanıma ve taklit etme
3- Duygusal ve cinsel bireyselleşme
4- Toplumda yerini arama ya da yer açma
5- Aile ve mesleki yaşamda kendini gerçekleştirme
6- Olgunlaşma ve deneyimleri aktarma
7- Yaşamla hesaplaşma ve bedenden özgürleşme evresi
Başarının gerçek anahtarı zamanı yönetmek değil, yaşamın her evresinde ‘şimdiyi’ yani “tam bu anı” öz farkındalıkla yaşamaktır. Uzay-zaman sürekliliğinde ömür ‘üç gündür’, evvelsi gün, dün ve bugündür. Yalnızca biz insanlar benliğimizi tanıma ve yaşam amacımızı gerçekleştirme kapasitesine sahip olduğumuzu bilerek yaşarız. Bu, onurlandırmaya değer bir ayrıcalıktır.
Carpe momentum, carpe vitam (anı yakala, hayatı yakala).