Uluslararası iş ve ticaret, finans ve bankacılık, bilgi teknolojileri ve turizm alanlarındaki büyüme gençler için kariyer fırsatlarını genişletirken, yabancı dil öğrenmek şimdilik önemini koruyor.
Eğitim, bilim ve teknolojide İngilizcenin dünya çapında tercih edilmesi, dijitalleşme ve yapay zekânın yaygınlaşması ile birleştiğinde İngilizcenin önemini artırmakta ve daha fazla bireyi bu dilde yeterlilik kazanmaya zorlamaktadır. Bu durum, İngilizcenin gelecekte ‘küresel ortak dil’ haline gelmesinin önünü açmaktadır.
Gramer (dil bilgisi), seslerin, sözcüklerin, çekimlerin, anlamın ve söz diziminin yapısını ve işleyişini inceleyen bir dil bilim dalıdır. Özetle, gramer dilin sözlü ve yazılı kullanımına ilişkin kuralları içerir.
Gramer olmadan dil olmaz ve aslında grameri olmayan bir dil, taşıyıcı kolonları olmayan bir binaya benzer. Gramer bilgisi yabancı dil öğrenmeye yardımcı olur ve bu nedenle de gereksiz değildir, ancak herkes için aynı derecede gerekli olmayabilir.
Diller, insanların iletişim ihtiyaçlarını karşılayacak biçimde ve bilinçli bir plan olmadan gelişmiştir. Bu değişim dillerin ses yapısı, söz varlığı ve gramer kuralları, dilsel yalıtım, sanat, işlevsellik, kültürel ve sosyal faktörlerin etkisiyle karmaşık fakat rastlantısal bir biçimde gerçekleşmiştir.
Dil bilimciler, benzer dillerin gramerleri arasındaki bağlantıları karşılaştırmak ve dil ailesi örüntüsü hazırlamak için çeşitli analitik çalışmalar yürütür. Bu çalışmalar, aynı dil ailesi içindeki dillerin gramerlerinin zaman içinde kuzen dillerden ayrılıp bireyselleştiğini ve plansız bir şekilde farklılaşabildiğini anlamamıza yardımcı olur.
Dil kurallarının oluşumu ve gelişimi, her dilin kendi özel kullanım koşullarına göre gerçekleşen iki ayrı süreçtir. Bu nedenle, diller özgün gramer yapıları geliştirdikleri için aynı nesnenin farklı dillerde farklı adlarla anılması doğal bir durumdur. Örneğin, Türkçede “köpek”, İngilizcede “dog”, Yunancada “gargálisma” ve Japoncada “İnu” olarak anılır.
Sözcüklerin tarihsel gelişimi, genellikle kökenleri ve anlamları incelenerek açıklanabilir. Ancak bazen, özellikle sayıların adları gibi durumlarda, neden belirli bir terimin seçildiği açıklanamayabilir. Örneğin, Türkçedeki “yedi” sözcüğünün kökenine ilişkin bağlayıcı bir bilgi bulunamaması, dilin gelişigüzel gelişebileceğini gösteren bir örnek olabilir.
Okullarda İngilizcenin gramer odaklı bir yaklaşımla etkili bir şekilde öğretilebileceğine dair yaygın bir inanç vardır. Bu yaklaşıma göre, öğrenciler önce gramer kurallarını öğrenirler, ardından bu kuralları kullanarak cümleler oluşturmayı ve böylece dili kullanmayı öğrenirler. Eminim ki, pek çoğumuz bu yöntemin başarısız olduğunu kendi deneyimlerinden biliyordur.
Öte yandan, gramerin konuşma ve dinleme becerilerini geliştirme sürecini zorlaştıracağı ve dil öğrenmeyi sıkıcı hale getireceği argümanı da mevcuttur. Oysa her birimiz sıkıcı gramer dersleri görmeden ana dilimizi neşe içinde öğrendik, değil mi? Hiçbir anne bebeğiyle konuşurken ona yüklem, bağlaç ya da fiil çekimlerini anlatmayı düşünmez. Düşünmez çünkü bebek onlar olmadan da dili öğreniyor.
Bebek, kendisiyle konuşan kişinin ağız hareketlerini dikkatle izler ve çıkarılan sesleri taklit etmeye çalışır. Yaklaşık 1 yaş civarında olduğunda da çekinmeden konuşma çabası içinde olur ve ilk cümlelerini kurar.
Hepimiz ilk dilimizi çevremizdeki insanlarla düzenli etkileşim kurarak ve pratik yaparak öğrendik. Esasen bebekler dili bilinçli olarak öğrenmezler, farkında olmadan “edinirler”. Dil ediniminin doğal süreci, okul ortamındaki yapay öğrenmenin aksine, beynimiz tarafından desteklenir. Bu nedenle “acıktım” bile diyemeyen bir bebek, gözlem ve taklit yoluyla mükemmel bir şekilde dil edinir.
Dil edinimi, yaşla sınırlı olmayan ve gramer kurallarının bilinçli olarak öğrenilmesini gerektirmeyen bir süreçtir. Bebekler nasıl dinlemeye odaklanır ve farkında bile olmadan dil ya da dilleri öğrenirse, yetişkinler de benzer bir yol izleyebilir. Ancak yetişkinler için biraz daha fazla öz disiplin, çaba, pratik yapma gerekebilir. Ayrıca dil öğrenimi yaşlılarda demans riskini azaltan bir etkinliktir.
Egoları ve dünyevi kimliklerinden etkilenen yetişkinler hata yapmaktan çekinebilirler fakat bebekler asla çekinmezler. Bunun bir nedeni, bebeklerde dil edinme sürecinin yetişkinlere oranla çok daha seri olmasıdır. Hayatının daha ilk yılında kocaman bir dili öğrenen bebeğin böylesine hızlı öğrenirken yanlış yapmaktan çekinecek zamanı yoktur.
Belgelenmiş en eski gramer kitabı milattan önce 4. yüzyılda Hintli bilgin Panini tarafından yazılmıştır. Bu kitabı öğrencilere kuralları öğretmek için değil, Sanskrit dilinin işleyişini anlatmak için yazmıştır. Benzer şekilde, Antik Yunan, Roma ve Orta Çağ’da yapılan çalışmalar da öğrencilere gramer öğretme amacı taşımıyordu.
İnsanoğlu gramer dersleri almadan binlerce yıldan bu yana yedi binden fazla dili konuşuyor. Sümer tabletleri, Hitit ticaret yasaları ya da Orhun Yazıtları gramer bilgisine sahip olmadan başarıyla yazılmıştır. Gayet anlaşılır bir dille yazan Yunus Emre’nin yedi yüzyıl önce gramer dersi aldığını düşünemeyiz.
Bu yazıda vurgulamak istediğimiz nokta, herkesin gramer eğitimi almadan İngilizce veya herhangi bir dili öğrenebileceğidir. Bir dil bilimci, çevirmen, edebiyat eleştirmeni, editör veya iletişimci olmayı planlamıyorsanız, kapsamlı bir gramer öğrenmenize gerek yoktur.
İngilizceyi günlük yaşamda kullanmak için gereken gramer bilgisini zaten konunun dâhilinde farkında olmadan öğreniyorsunuz. Yabancı dil öğrenmek için en uygun yöntem, bebeklerin ve atalarımızın yaptığı gibi hayatın akışı ve iletişimin doğal bağlamı içinde dili yaşayarak öğrenmektir.
halilocakli@yahoo.com