“Türkiye, tarımda kendi kendine yeten yedi ülkeden biri.” Bu gurur verici cümleyi birçoğumuzun çocukluğundan beri duyduğunuza eminim.
Ders kitaplarında, haber bültenlerinde, siyaset kürsülerinde sıkça dile getirilen bu ifade, bir dönemin Türkiye’sinin tarım gücünü ve bereketini simgeliyordu. Peki, bu iddia bugünün Türkiye’si için hâlâ geçerli mi? Ne yazık ki, rakamlar ve sahadaki gerçekler, bu cümlenin artık bir nostaljiden ibaret olduğunu fısıldıyor.
Bir zamanların “kendi kendine yeten” ülkesi, bugün temel tarım ürünlerinde dahi dışa bağımlı hale gelmiş durumda. Buğday, mısır, saman, soğan, mercimek… Liste uzayıp gidiyor. Birkaç yıl öncesine kadar kendi üreticimizin ambarlarını doldurduğu bu ürünler için, şimdi döviz ödeyerek ithalat kapılarını çalıyoruz. Öyle ki, 2005’te yaklaşık 4-5 milyar dolar civarında olan tarım ithalatı, günümüzde 25 milyar doların üzerine çıkmıştır. Tarım ürünleri ithalatımız son 20 yılda 5 katın üzerinde artarak rekor seviyelere ulaşmıştır. Bu durum, gıda güvenliğimiz için ciddi bir alarm zilini çalıyor.
Peki, bu noktaya nasıl geldik?
Cevap, tarlada, bağda, bahçede gizli. Çiftçi, mazotun pahalılığından, gübrenin ithal olmasından ve tohumun dışarıdan gelmesinden dertli. Yüksek üretim maliyetleri, zaten kırılgan olan gelirlerini daha da düşürüyor. Üretmek yerine zarar etme riskiyle karşı karşıya kalan çiftçi, tarlasını ekmekten vazgeçiyor. Birçoğu için, banka kredisiyle üretim yapmak, daha büyük bir risk halini alıyor.
Bu durumun kaçınılmaz bir sonucu olarak, tarım arazileri her geçen gün küçülüyor. Tarım yapılan alanlar azalırken, köyler genç nüfustan yoksun kalıyor. Köyden kente göç, sadece bir istatistik olmaktan çıkıp, toprağın ve tarımsal üretimin kan kaybı anlamına geliyor. Gençler, toprağın zorlu koşulları yerine, kentlerde daha “kolay” ve “garantili” iş arayışına giriyor. Üretici sayısı azalırken, sofraları doldurması beklenen tüketici sayısı artmaya devam ediyor. Bu denklemde, tarımda kendi kendine yetmek bir hayalden öteye gidemiyor.
Bugün cevabını bulmamız gereken soru şu: Türkiye, gıda güvenliğini hâlâ koruyabiliyor mu? Yoksa sofralarımıza gelen her lokma, yurt dışından gelen gemilerle mi taşınıyor? Bu durum, sadece ekonomik bir sorun değil, aynı zamanda ulusal güvenlik meselesidir. Kendi gıdasını üretemeyen bir ülke, geleceğini de başkalarına emanet etmiş demektir.
Acil ve köklü politikalarla tarıma destek olmak, tarım arazilerimizin yok olmasını önlemek ve teknoloji destekli tarım üretimi için genç kuşakları toprağa dönmeye teşvik etmek, bugünün Türkiye’si için bir tercih değil, zorunluluktur. Aksi takdirde, “kendi kendine yeten Türkiye” hikayesi, sadece geçmişin tozlu sayfalarında kalmaya mahkum olacaktır.
***
Medya Günlüğü sosyal medya hesapları: