12.9 C
İstanbul
19 Nisan 24, Cuma
spot_img

Gazetecilik, temas ve mesafe

Çoğu gazeteciyle politikacılar arasındaki mesafenin kalktığı, koltukların ve şapkaların değiştiği bir dönem yaşıyoruz.

Asıl konumuz politikacılar olmadığı için onları bir kenara bırakalım, biz gazetecilere bakalım…

Herkes gibi gazetecilerin de bir siyasi görüşü vardır, bu doğaldır.

Doğal olmayan, siyasi görüşün gazeteciliğin önüne geçmesi, bir ideolojiyi ve onun temsilcilerini önlerine kalkan olarak cengâver gibi savunmaktır.

Oysa, “mesafe” konusu gazeteciliğin temel taşlarındandır.

Le Monde’un kurucusu Hubert Beuve-Mery’nin (fotoğrafta), “Gazetecilik temas ve mesafe mesleğidir” sözü gazetecilik okullarında okutulur.

Peki, bu ifade ne anlama gelir?

Gazeteci haber kaynağı ile dengeli bir ilişki kurmak zorundadır yani haber alabilmek için kaynağına yakın olmak zorundadır ama bu yakınlıkta ölçü aşılırsa kaynak tarafından kullanılma tehlikesi doğar.

Diğer yandan, kaynak tarafından kullanılmamak kaygısıyla ona çok uzak durursa bu kez de haber alamama riski doğar.

Bu nedenle gazeteci kaynağıyla ilişkisini ondan bilgi alacak kadar yakın ama aynı zamanda onun tarafından kullanılmayacak uzaklıkta tutacak şekilde ayarlamak zorundadır.

Elbette, gazetecilik okullarında okutulanla gerçek hayat aynı değil.

Sadece Türkiye’de değil bütün ülkelerde kaynakla nasıl ilişki kurulması gerektiği her gazeteci için çözmesi gereken bir sorun.

İster politikacı olsun, ister sanatçı, ister iş adamı, isterse de sporcu hemen hemen herkes gazetecileri kullanmak ister.

Aslında iki tarafın da birbirine ihtiyacı vardır, kaynak olmazsa gazeteci haber yapamaz, gazeteci olmazsa kaynak kamuoyuna ulaşamaz, adını, sesini duyuramaz.

Mesafenin ayarlanamadığı yani ölçünün kaçtığı alanların başında siyaset, spor ve magazin geliyor.

Elbette istisnalar var ama spor kulüplerinin kimi yöneticileri ve teknik adamlarıyla muhabirler arasındaki ilişkinin “cılkı çıkmış” durumda.

Bu kişiler sürekli olarak muhabiri kullanmaya, reklamını yapmaya ya da kamuoyuna yalan haber yaymaya çalışıyor.

Genç muhabir şu ikilemle karşı karşıya kalıyor: Ortada bir kullanılma, kişisel reklam ya da yalan haber olduğunu biliyor ya da hissediyor ama “hayır” deme cesaretini gösteremiyor.

Çünkü biliyor ki, yöneticiyle ya da teknik adamla ilişkisini iyi tutmazsa o kulübün kapıları yüzüne kapanacak.

Böylece olması gereken mesafe ortadan kalkıyor.

Olur da muhabir direnecek olursa bu kez yöneticiler muhabirin müdürüne ulaşarak istediğini yine yaptırıyor.

Bu nedenle en az muhabir kadar şefi, müdürü ya da o medya kuruluşunun patronu da dik durmak zorunda.

Karmaşık görünen bu durumun çözümü iki tarafın da birbirine ihtiyacı olduğu gerçeğinin unutulmamasında.

Unutulursa ne mi olur?

Gazeteci soru sormaktan korkar.

Haber kaynağının karşısında el pençe divan durur.

Spor yazarı Mehmet Demirkol birkaç yıl önce muhabirlerin bu durumunu eleştirirken, “Gazetecilik mesafe koymaktır… Kimsenin kucağına oturmam… Şu anda Türkiye’de gazetecilik yerlerde sürünüyor…” demişti.

Yani bu durumun adı “kucaktaki gazetecilik”tir.

Maalesef Türkiye’de olan da budur…

Not: Bu yazı Medya Günlüğü’nde daha önce yayınlanmış bir yazının güncellenmiş halidir.

Medya Günlüğü

Medya eleştirisine odaklanan, özel habere ve söyleşilere önem veren, dilediği konuda özgürce yazmak isteyenlere kapısı açık, kâr amacı taşımayan bir site.

Medya Günlüğü
Medya eleştirisine odaklanan, özel habere ve söyleşilere önem veren, dilediği konuda özgürce yazmak isteyenlere kapısı açık, kâr amacı taşımayan bir site.

İlginizi Çekebilir

4,757BeğenenlerBeğen
666TakipçilerTakip Et
11,281TakipçilerTakip Et

Popüler İçerikler